10366,2%-0,04
40,35% 0,24
46,92% 0,49
4349,52% 0,54
6958,85% 0,87
Amazon’un yoğun ormanlarının kalbinde gerçekleşen şaşırtıcı bir keşif, arkeologların ve yerli kültür araştırmacılarının dikkatini çekti. İkisi alışılmadık şekilde büyük olan yedi adet mezar küpü, sel basan Várzea bölgesinde, Coçila Gölü yakınlarında ve Fonte Boa belediyesi sınırlarında, devrilmiş bir ağacın köklerinin altından ortaya çıktı.
Bu tesadüfi fakat önemli keşif, yerel halktan biri olan ve dev pirarucu balıklarının yetiştiriciliğini yapan Valfredo Cerqueira’nın dikkati sayesinde gerçekleşti. Ağacın devrilmesiyle ortaya çıkan seramik objeler, kısa sürede araştırmacıların ilgisini çekti. Amazon Mirası Enstitüsü (IDSM) Arkeoloji Grubu’nun öncülüğünde, yerel halkın da aktif katılımıyla bir bilimsel ekip bölgeye gönderildi.
Bölgenin bataklık yapısı ve sel riski nedeniyle, güvenli kazı yapılabilmesi için 3.2 metre yüksekliğinde ahşap bir platform inşa edildi. Katmanları ölçmek için nadir kullanılan teknik araçlar kullanıldı. Bu teknik süreç, arkeolojik kazılar açısından yeni bir dönüm noktası oldu.
Ritüel, yaşam ve çevresel uyum izleri
Araştırmalar, bu küplerin karmaşık bir defin ritüelinin parçası olduğunu ortaya koydu. Küplerin içinde insan kemikleriyle birlikte balık ve kaplumbağa kalıntıları bulundu. Bu durum, ölüm ve kutsal beslenme arasındaki sembolik ilişkiye işaret edebilir. Küplerin hiçbirinde seramik kapak bulunmaması, doğal ayrışma süreci ve toprakla bütünleşmeye dair inançları yansıtıyor olabilir.
Bilinmeyen bir kültürel geleneğin izleri
Bulunan seramik örnekleri, bilinen hiçbir Amazon seramik geleneğiyle tam olarak örtüşmüyor. Nadir bulunan yeşil kil kullanımı, kırmızı süslemeler ve renkli şerit motifleri, henüz belgelenmemiş bağımsız bir seramik geleneğine işaret ediyor olabilir. Bu durum, Amazon’un derinliklerinde gözden uzak kalmış bir kültürün varlığını düşündürüyor.
Amazon’a dair bilgilerimiz yeniden şekilleniyor
Yeni bulgular, Várzea bölgelerinin yalnızca mevsimlik olarak kullanıldığına dair eski akademik varsayımları sorgulatıyor. Yapay yükseltilmiş topraklar, karmaşık defin gelenekleri ve çeşitli kültürel objeler; bu bölgelerin kalıcı yerleşimlere, örgütlü sosyal yapılara ve doğayla uyumlu gelişmiş yaşam tarzlarına sahip olduğunu gösteriyor.
Bu keşif, unutulmuş uygarlıklara dair anlayışımıza yeni bir pencere açmakla kalmıyor; aynı zamanda yerel bilgi birikimi, geleneksel ustalık ve yerel halk ile araştırmacılar arasındaki iş birliğinin kültürel mirasın korunmasındaki yaşamsal rolünü de gözler önüne seriyor.