Kartalkaya’da denetimsizliğin neden olduğu katliam gibi facia, bana Samsun Atatürk Kültür Vakfımızın, geçmişte işlettiği öğrenci yurdunda yaşadığımız denetim komedilerini anımsattı.
*
90’lı yıllarda diğer yerlerde olduğu gibi, Samsun’da da birçok tarikat/ cemaat yurdu vardı. Bunlara karşı, Atatürkçü Düşünce Derneği olarak, “biz de bir yurt açalım” diye düşünmeye başladık. Ancak üyelerimiz genelde dar gelirli kişiler. Yardım için nabız yokladığımız iş insanları ise derneğimize pek sıcak bakmıyorlardı.
Bu arayışlar sırasında, “dernek değil de vakıf olursa daha kolay yardım toplanabileceğini” öne sürenler oldu. Bunun üzerine vakıf kurmak üzere kolları sıvadık. Bize, devletten taşınmaz bağışları, vergi kaçırmak için Kızılay aracılığı milyonlar aktarılması ya da Arap krallarının dolarlar akıtması söz konusu olamazdı. Fakat gene de uzun uğraşılardan sonra, 2002 yılında, 59 kurucu üyesi olan Samsun Atatürk Kültür Vakfı’nı kurabildik. Aynı yıl AKP de iktidar oldu!..
Yurt yapabileceğimiz bina ararken, kent merkezine 30 km kadar uzakta bir belde olan Taflan Belediyesi’nin, kaba inşaatı bitmiş bir binası olduğunu duyduk. Bina iş hanı olarak düşünülmüş. Fakat belediye başkanı değişince, “küçük bir beldede bu kadar büyük bir iş hanı çalışmaz” diye düşünen yeni başkan, inşaatı tamamlamaktan vazgeçmiş. Başkandan, “yap-işlet- devret modeli ile inşaatı tamamlama karşılığı binayı 25 yıllığına bize vermesini” istedik. 20 yıllığına anlaştık ve işe koyulduk.
İlk iki katı kız, sonraki iki katı erkek yurdu yapacaktık. Binanın dışarıya bakan aydınlık ve geniş bir merdiveni vardı. Bu merdiveni kızların kullanmasına karar verdik. Dışarıdan buna paralel, kapısı arka tarafa açılan, yeni bir merdiven yaparak, bunun hem erkekler tarafından kullanılmasını hem de gerektiğinde yangın merdiveni olmasını düşündük…
Diğer her şeyi de tamamladıktan sonra gerekli ruhsatı almak üzere ilgililere başvurduğumuzda, “dışarıya yapılmış olsa bile, yangın merdiveninin asıl merdivenle yan yan olamayacağı” gerekçesiyle, yeni bir yangın merdiveni yapmamızı istediler. İstedikleri gibi, demir kafes içinde yeni bir merdiven yaptık ve ruhsatı aldıktan sonra açılışı yaptık, öğrenci kabulüne başladık…
*
Yurdu açmamızla birlikte denetimler de başladı. O zaman “7 Kocalı Hürmüz” gibi olduğumuzu anladık:
Yurt olduğumuz için, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü tarafından denetleniyorduk.
Aynı zamanda eğitim kurumu kabul edildiğimiz için İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından denetleniyorduk.
Vakıf olduğumuz için Vakıflar İl Müdürlüğü, hatta bazen Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından denetleniyorduk.
Mutfağımız ve yemekhanemiz olduğu için belediye tarafından denetleniyorduk.
Yurt bir ticari işletme kabul edildiği için Maliye tarafından denetleniyorduk.
Güvenlik gerekçesiyle Emniyet tarafından denetleniyorduk.
Ayrıca, çalıştırdığımız personel dolayısıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü, Sağlık İl Müdürlüğü vs. tarafından denetleniyorduk!..
Denetçilerin biri gidiyor, biri geliyor; her seferinde de bir kulp buluyorlardı!..
Örneğin, öğrencilerin güvenliği için, elektrikler kesildiğinde anında devreye girecek bir jeneratör olması gerektiği bildirildi. Hemen bir jeneratör aldık. Bir süre sonra gelen başka bir denetçi, “koridorlar, merdiven başları, tuvaletler vb. yerlerde, elektrikler kesildiğinde yanan şarjlı lambalar olması gerektiğini” bildirdi. “Jeneratörümüz var” dediğimizde, “Bazen jeneratör de çalışmayabilir” dedi. Bunun üzerine onları da aldık ve gerekli yerlere monte ettirdik…
Zamanla denetçilerle ahbap olduk. İçlerinde Atatürkçü Düşünceye sempati ile bakanlar da vardı. Bunlara, “diğer yurtları da bu şekilde denetleyip denetlemediklerini” soruyorduk. “Hayır” yanıtını alıyor, “özellikle tarikat/ cemaat yurtlarına dokunanın yandığını” bildiriyorlardı.
Büyükşehir Belediyelerinin görev alanlarının tüm il sınırlarını kapsayacak şekilde genişletilmesi ile karşımıza bu kez UKOME (Ulaştırma Koordinasyon Merkezi) çıktı. Şöyle ki bizim yurdun konumu şehirle üniversite arasında değildi. Dolayısıyla öğrencilerimiz üniversiteye gidip gelmek için toplu taşıma araçlarından yararlanamıyorlardı. Bir midibüs kiralayarak bu sorunu çözmüştük. UKOME devreye girince önce, “taşıtın C (servis) plakalı olması gerektiği” bildirildi. Dediklerini yaptırdık. Bir süre sonra, “taşıtın kiralık değil, vakfın malı olması gerektiğini” bildirdiler. Aynı midibüsü satın alarak bu isteklerini de yerine getirdik. Bir süre sonra, bu kez “bizim aracın öğrencileri ancak üniversitenin dış nizamiyesine kadar taşıyabileceği, öğrencilerin orada inerek toplu taşıma araçlarıyla yukarı çıkmaları” kararını aldılar ve dış nizamiyede nöbet tutmaya başlayan belediye zabıtaları aracılığı ile kararı uygulamaya koydular. Oysa bazı ilçelerden üniversitemizin hastanesine, her gün hasta getirip götüren taşıtlar vardı…
Büyükşehir Belediye Başkanı ile selamımız- sabahımız vardı. Hatta vakfımızın kuruluş yıllarında “yardımcı olma” sözü de vermiş, fakat pek bir yardımını görmemiştik. Kendisiyle görüşerek sorunu çözmek istedim.
Özel Kaleminden randevu alamayınca, benim de arkadaşım olan çok samimi bir dostunu devreye soktum. Ona, “Süleyman Çelik olarak, ne zaman isterse buyursun, gelsin. Ama Atatürk Kültür Vakfı olarak gelmesinler” demiş!..
*
Başta dediğim gibi, birlikte 59 kurucu üye ile yola çıkmıştık. Bazı kişiler, adlarını her yere yazdırmak isterler. Bu arkadaşları yarıya yakını böyle olmalı ki noterde vakıf senedine imza attıktan sonra, bir daha hiç yanımıza gelmediler. Geri kalan yarıya yakının yüzlerini de Genel Kuruldan Genel Kurula görebiliyorduk. Tüm yük 15 kadar kişinin omuzlarındaydı. Bizler de devletle sürekli didişmek ve boğuşmaktan yorulduk. 2015 yılında, ağlayarak yurdumuzu kapattık…
*
Aşırı para kazanma hırsı ve denetimsizliğin yol açtığı Kartalkaya faciasından sonra, denetçilerle yaşadığımız bu didişmelerimizi anımsadım ve “acaba” diye düşündüm: “böyle faciaların yaşanmaması için bu tür işletmelerin yönetimi Atatürkçülere mi verilse!?” Böylece denetimsizlik sorunı ortadan kalkar!.
Örneğin, Aladağ Öğrenci Yurdu, Atatürkçüler tarafından işletilseydi, o güzel 12 çocuk canlı canlı yanar mıydı? Ya da Soma Kömürlerini Atatürkçüler işletseydi, 301 işçimiz ölür müydü? Devlet Demiryolları Atatürkçüler tarafından yönetilseydi Pamukova’da, Çorlu’da, Kütahya’da, Ankara’da meydana gelen tren kazaları sonucu onlarca insanımız ölür müydü?
Süleyman Çelik