10071,25%-0,14
35,34% 0,12
36,86% 0,45
3001,07% 0,36
4821,21% 0,00
Dün, Sarıkamış şehitleri saygı, minnet ve şükranla anıldı.
Sarıkamış'taki yürüyüşe, dondurucu soğuğa karşın, on binlerce kişinin katılmış olması, özellikle katılımcıların çoğunluğunu gençlerin oluşturması, ulusal geleceğimize umutla bakmamız açısından çok önemlidir..
*
Bu tür anma toplantılarında kahramanlarımızı saygı ile anarken, ders çıkarmak, varsa yanlışların saptanarak tarihe not düşmek ve böylece gelecekte benzer yanlışların yapılmamasını sağlamak için, aynı zamanda olayın/ harekatın eleştirel bakış açısı ile değerlendirilmesi de yapılmalıdır...
Bir emekli subay olmama karşın, sınıfım bakımından bu tür eleştiriler yapacak durumda değilim. Bununla birlikte, 2 yıl (1971-73 ) 3’ncü Ordu Komutanlığı Sağlık Başkanlığında karargâh görevi yaptım.
Karargâhda, Türk tarihinde önemli yeri olan savaşlar ve muharebelerin yıl dönümlerinde, kurmaylar tarafından değerlendirmeleri yapılır, analiz edilir ve üzerlerinde tartışılırdı. Sarıkamış Harekâtı 3’üncü Ordu tarafından yapılmış olduğu için üzerinde, özellikle durulurdu.
Bu konuda tüm konuşmacılar, harekatın yeterli hazırlıklar yapılmadan ve yanlış zamanda başlatıldığı, muharebelerin kötü sevk ve idare edildiği konusunda birleşirlerdi.
Konuşmacıların üzerinde birleştiği bir diğer nokta da felaketin tek suçlusu ve sorumlusunun Başkomutan Vekili Enver Paşa olduğu idi…
Enver Paşa’nın planına göre asker, 3 bin metre yükseklikteki Allahuekber dağlarını aşıp Sarıkamış’a inecek ve Rusları arkadan kıskaca alarak yok edecekti. Tüm kurmaylar ve komutanlar plana karşı çıkmışlar, “bu mevsimde Allahuekber dağları aşılmaz” demişlerdir.
Israrlar üzerine Enver Paşa, bir keşif kolu çıkarılarak yolun durumunun öğrenilmesi önerisini kabul etti.
Keşif kolundaki askerlerin konuştuğu yol üzerindeki köylüler, “bu mevsimde değil bu dağları aşmak, insanlar evlerinden burnunu bile çıkaramaz” demişler, buna karşın Enver Paşa kararından dönmemiştir.
Oysa kara kış kadar önemli bir engel daha vardı:
Askerin kışlık giyeceği, erzakı ve mühimmatını taşıyan gemiler Karadeniz’de Ruslar tarafından batırılmıştı.
Tüm bu olumsuzluklara ve karşı görüşlere karşın Enver Paşa, “emrediyorum, bu harekat yapılacak” dedi.
Harekatı yönetecek olan 3’ncü Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa itirazlarını sürdürünce, onu "korkaklıkla" suçlayarak görevinden aldı. Ordu Komutanlığı görevini de kendisi üstlendi ve yazlık giysiler içindeki askerin cebine, yiyecek olarak kavurga (saçta kavrulmuş buğday) doldurup, “gazanız mübarek olsun” diyerek Allahuekber dağlarına doğru yola çıkardı.
Sonuçta on binlerce Mehmetçik düşmanla savaşmadan, donarak şehit oldu. Enver Paşa komutanlığı, kendisi gibi Saray damadı olan Hafız Hakkı Paşa’ya devrederek İstanbul’a döndü…
*
Sarıkamış’ta yalnız bir muharebe kaybedilmedi; karşı saldırıya geçen Ruslar Trabzon’dan, Erzincan, Muş, Bitlis, Van’a kadar olan vatan topraklarını ele geçirdi. Ele geçirilen yerlerde, eli silah tutan erkekler askere alınmış olduğu için sadece yaşlılar, kadınlar ve çocuklar vardı. Rus Ordusu içindeki Ermeniler, bir direnişle karşılaşmadan kitlesel katliamlara ve tecavüzlere başladılar. Canlarını kurtarmak ve namuslarını korumak için insanlar karda kışta, yalın yapıldak Anadolu’nun içlerine doğru kaçmaya çalışırken, yaşlı ve çocukların çoğu yollarda donarak öldü…
*
Enver Paşa, gazetelere sansür koyduğu için, yaratmış olduğu felaketin sonucundan halkın bilgisi olmadığını sanıyordu. Oysa oğullarının acısını yüreğinde duyumsayan anaların yaktığı ağıtlar ile halkımızın sözcüsü olan ozanların yaktığı türküler tüm yurtta yankılanmaya başlamıştı…
*
Cenaze namazlarında imamın, "mevtayı nasıl bilirdiniz, hakkınızı helal ediyor musunuz?" sorularına, adet olduğu üzere, hep birlikte "iyi bilirdik, helal olsun" dememiz gibi, geçmişin üzerini çizmek gibi bir kötü geleneğimiz var. Hatta bunu, "olmuşla ölmüşe yapacak bir şey yok" şeklinde atasözü haline getirmişiz!..
Bu nedenle, normalde askeri mahkemede yargılanarak cezalandırılması gereken Enver Paşa, hiçbir şey olmamış gibi görevine devam etti.
Bununla birlikte, hala söylenegelen, o yakılmış ağıtlar ve türkülerle halkın vicdanında mahkum oldu…
Günümüzde de ülkeyi kötü yöneten, yolsuzluk yapan, rant uğruna kentlere ihanet eden, doğayı talan eden, hatta yabacılarla işbirliği yaparak ülkeye ihanet eden iktidarlar düştüklerinde, aynı mantıkla “devri sabık yaratmayacağız” diyerek geçmişin üzerine sünger çeken ardılları tarafından aklanıyor ve kurtuluyorlar.
Bu nedenle yeniler de aynı şeyleri yapmaya devam ediyorlar.
Ama tarih ve halkın vicdanı onları affetmiyor, etmeyecek!..
Prof. Dr. Süleyman Çelik