10366,2%-0,04
40,35% 0,24
46,92% 0,49
4349,52% 0,54
6958,85% 0,87
İnsani krizlerin – özellikle savaş ve zorunlu göçün – ortasında kalan birey, yalnızca fiziksel olarak değil, zihinsel ve ruhsal olarak da derinden etkilenir. Bu etkiler, bireyin düşünme şeklini değiştirir, karar alma sürecini sarsar ve davranışlarını kontrolsüz, çoğu zaman bilinçsizce şekillendirir. Bu süreçte en erken ve en derin sarsıntıyı ise aile yapısı yaşar; çünkü aile, bireyin en yakın çevresi ve temel destek sistemidir.
Köklerinden kopmak: Zorunlu bir korku
Zorunlu göç, yani kişinin kendi isteği dışında yaşadığı topraklardan ayrılmak zorunda kalması, her zaman köklerini kaybetme korkusunu da beraberinde getirir. İnsan, kısa sürede geleceği hakkında neredeyse hiç bilgi sahibi olmadığı bir karar vermek zorunda kalır. Böyle bir kararda yön belirlemek değil, belirsizliğin içinde savrulmamak tek hedef olur. Bu karar, çoğu zaman kişinin iç dünyasında derin bir korku ve sürekli bir kaygı yaratır: "Acaba doğru bir adım mı atıyorum?" veya "Bu belirsiz gelecekte gerçekten bir yol var mı?"
Güçlü bir yüz, ama titreyen bir iç
Bu yolculukta, özellikle aile reisleri, genellikle güçlü, sabit ve güvenilir bir yüz göstermek zorundadır. Ancak bu yüzün ardında çoğu zaman yıkılmış, kaygılı, korku dolu ve kendinden bile emin olmayan bir iç dünya gizlidir. Eşlerin ve çocukların korkulu gözleri, yükün ağırlığını kat kat artırır. Bu, sadece bir karar değil; başkalarının yaşamının yönünü belirleyen bir sorumluluktur.
İnanç çatlakları: Değerlerin kırılma noktası
Savaş ve göçün uzun vadede en derin etkilerinden biri, bireyin değer sisteminde oluşan çatlaklardır. Geleneksel yaşamla modern yaşam arasında yıllarca kurulan dengeler, göçle birlikte sarsılır. Eskiden “doğru” olan şimdi sorgulanır, “kesin” olan şimdi tartışılır. Kişi kendini, bir zamanlar inandığı değerlerin geçerliliğini yeniden değerlendirmek zorunda hisseder. İçinde bulunduğu bu yeni yaşam koşulları, ona şu soruyu tekrar tekrar sordurur: “Acaba değer yargılarım doğru muydu?”
Kendini tanımadan lider olmak
Tüm bu zorlukların ortasında birey, sadece kendisi için değil; ailesi için de yön gösterici olmak zorundadır. Çocuklar, ondan rehberlik bekler. Eş, ondan güven ister. Fakat kişi hâlâ kendi kimliğiyle, kendi korkularıyla boğuşurken, bu rolü nasıl üstlenebilir? Bu yolculukta yalnızca bilgi değil, içsel dayanıklılık ve bilinçli bir farkındalık da gerekir.
Sonuç: Yüzeyde sağlam, içeride kaygılı bir aile
Bu koşullarda kurulan aileler, dışarıdan bakıldığında güçlü ve dayanıklı görünse de, içten içe kaygı, kimlik çatışması ve çözümlenememiş psikolojik baskılarla baş etmeye çalışır. Çocuklar, konuşmasalar bile, anne babalarının içsel kaygılarını hissederler. Ailedeki ilişkiler, görünürde normal olsa da, çoğunlukla bastırılmış duyguların ve zor kararların gölgesindedir.
---
Sonuç:
Esas soru şudur: Sessiz, huzurlu bir köşe mi yoksa dalgalı ama gelişim vaat eden bir dünya mı? Yıllar içinde kurduğumuz değerler sistemi, bu fırtınalı süreçte ne kadar ayakta kalabilir?
Bu sorunun kesin bir cevabı yok. Belki de kurtuluş, kesinliği aramakta değil; belirsizlik içinde yeniden kendini inşa edebilmekte gizlidir. Sonuçta bu yaşam gemisi – tüm dalgalarına rağmen – hangi yöne giderse gitsin, onun rotası, içinde yaşadığı korkulara rağmen ayakta kalmayı seçen kaptanın yönüdür.
Dr. Yalda Mahootchian Asl