Uğur Mumcu’nun Kazım Karabekir Anlatıyor kitabı, Türk Kurtuluş Savaşı’nın iki önemli ismi Mustafa Kemal Atatürk ve Kazım Karabekir Paşa arasındaki fikir ayrılıklarını ve bu ayrılıkların nasıl bir yol ayrımına dönüştüğünü gözler önüne serer. Kurtuluş Savaşı’nın omuz omuza vererek kazanan bu iki lideri, Cumhuriyet’in ilanı sonrasında farklı yollar seçmiş, hatta siyasi karşıtlar haline gelmiştir.
Peki, bu ayrışmanın temel nedenleri neydi?
1. Cumhuriyet ve Rejim Tartışmaları
Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın başından itibaren sadece işgalcileri kovmakla yetinmeyi değil, yeni bir devletin inşasını da hedeflemişti. 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması ve 1 Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılması, onun Cumhuriyet’e giden yolunun taşlarını döşedi.
Kazım Karabekir ise Osmanlı Hanedanı ile bağları tamamen koparmak konusunda Atatürk kadar radikal değildi. Milli Mücadele’nin padişah adına yapıldığını düşünen Karabekir, Cumhuriyet’in ilan edilmesini doğru bulsa da Saltanat’ın kaldırılmasını zamansız ve gereksiz bir hamle olarak değerlendirdi. Ona göre Osmanlı Hanedanı, en azından sembolik olarak varlığını sürdürebilirdi.
Bu noktada, Karabekir’in geleneksel devlet yapısını daha muhafazakâr bir çizgide korumak istediği, Atatürk’ün ise çağdaş bir ulus devlet yaratmaya kararlı olduğu görülüyor.
2. Halifelik ve Laiklik Meselesi
1924’te Halifeliğin kaldırılması, Atatürk’ün yeni rejim inşasında en önemli adımlardan biriydi. Halifelik kurumu, Osmanlı’nın dini otoritesini temsil ediyor ve devlet ile dinin iç içe geçtiği bir düzeni ifade ediyordu. Atatürk ise laik bir yönetim anlayışını benimsedi ve Halifeliği kaldırarak dinin devlet işlerinden tamamen ayrılmasını sağladı.
Kazım Karabekir ve onun gibi düşünenler ise Halifeliğin kaldırılmasına karşı çıktılar. Karabekir’e göre Halifelik, Türk milletinin manevi birliğini sağlayan bir unsurdu ve tamamen kaldırılması yerine dönüştürülmesi veya güçsüzleştirilerek korunması gerekiyordu. Bu görüş, onu Cumhuriyet’in temel dönüşümlerine mesafeli bir konuma itti.
3. Tek Parti Rejimi ve Muhalefet
Atatürk’ün liderliğinde kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası, Türkiye’yi tek parti yönetimi altında şekillendirdi. Ancak çok partili sisteme geçiş konusunda ilk girişimlerden biri, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın (1924) kurulmasıyla oldu. Kazım Karabekir, Rauf Orbay ve Ali Fuat Cebesoy gibi Kurtuluş Savaşı’nın önemli komutanları bu partiyi kurarak, hükümetin bazı politikalarına muhalefet etti.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, özellikle ekonomi ve din politikaları konusunda CHP’den farklı bir çizgi izledi. Liberal ekonomik model ve daha muhafazakâr bir sosyal düzen öneren parti, 1925’te çıkan Şeyh Said İsyanı bahane edilerek kapatıldı. Karabekir, doğrudan isyana karışmamış olsa da muhalefetin bir parçası olduğu için siyasi olarak tasfiye edildi ve uzun yıllar siyasetten uzak kaldı.
4. Milli Mücadele'nin Anlatısı ve Tarih Yazımı
Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın lideri olarak tarihe geçti. Ancak Kazım Karabekir, özellikle 1930’lardan sonra resmi tarih yazımında geri plana itildi. Oysa Doğu Cephesi’ndeki zaferleri ve Erzurum Kongresi’ndeki rolü çok büyüktü.
Karabekir, anılarında Milli Mücadele’nin kolektif bir liderlik altında yürütüldüğünü, Atatürk’ün tek lider olmadığını vurguladı. Ona göre savaş, sadece Atatürk’ün dehasıyla değil, birçok komutanın ortak çabasıyla kazanılmıştı. Bu yaklaşım, resmi tarih anlayışıyla örtüşmediği için uzun süre görmezden gelindi.
Sonuç: Birlikten Ayrılığa
Atatürk ve Karabekir, vatanı işgalden kurtarmak için omuz omuza savaşmış iki büyük askerdi. Ancak yeni devletin nasıl şekilleneceği konusunda farklı fikirlere sahiptiler. Atatürk, köklü devrimler ve laik bir ulus devlet yaratma yolunda ilerlerken, Karabekir daha geleneksel ve muhafazakâr bir çizgide kaldı.
Bu fikir ayrılığı, zamanla siyasi bir yol ayrımına dönüştü ve Karabekir’in, Atatürk döneminde uzun yıllar siyaset dışı kalmasına neden oldu. Ancak 1946’da yeniden aktif siyasete dönen Karabekir, TBMM Başkanı olarak görev yaptı ve Cumhuriyet rejimi içinde tekrar yer aldı.
Sonuç olarak, Atatürk ve Karabekir’in ayrışması, Türkiye’nin modernleşme sürecinde yaşanan en önemli tartışmalardan birinin yansımasıdır. Biri devrimci ve radikal bir modernleşmeyi savunurken, diğeri daha geleneksel bir geçiş süreci önermiştir. Tarih, bu iki ismi farklı şekillerde hatırlasa da, Türk milletine hizmetleri asla inkâr edilemez.