“Tarikat islam dini tasavvuf anlayışında Allah’a ulaşan ‘yollar’ demektir. Kuruluş amaçları ‘Allah yolunda kamil ve olgun insan’ yetiştirmek olmuştur.
Hz. Peygamberin ölümünden sonra, İslamiyet’i temsil eden halifelik makamı, devrin egemenleri/sultanları tarafından siyasi ve askeri güç devşirmek için hep ele geçirilmek istenmiştir.
Bu amaçla, Hz. Peygamberin torunu Hüseyin ve yoldaşlarının Kerbela’da katledilmesi, İslam Dünya’sının derin bir iç sarsıntı geçirmesine neden olmuştur.
Bu olayla birlikte İslam tarihi boyunca halifelik makamı dini bir önder olmaktan ziyade, siyasi bir güç makamı olarak görülmüştür.
Zamanla ulemalar(din bilginleri) arasında, adil olmayan ve siyasileşen halifelik anlayışına ve yöneticilere karşı, ortaya çıkan farklı İslami yorum ve tartışmalar yapmışlardır. Bu durum, çeşitli tarikatların da ortaya çıkmasına ve tartışmalara neden olmuştur.
Bu tartışmalardan en önemlisi tartışma İslam öğretisinin ‘akıl mı, nakil mi’ yoluyla ele alınıp yorumlanması gerektiğidir.
11. Yüzyılda İmam Gazali’ye( M.Ö. 1058-1111) kadar, İslam ulemalarının görüşü ve yorumu kutsal kitap Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin sünnetinin(yaptıklarının) yorumlanmasında aklın esas alınması idi.
İSLAM COĞRAFYASININ ALTIN ÇAĞI
Bu dönemde, Müslüman coğrafya altın çağını yaşamıştır (M.S 8-12. Yüzyıl). Sokrates’den -Platon’a Antik Yunan’ın felsefi ve bilimsel tüm kitapları Arapçaya çevrilmiştir.
Bu dönemin eğitim anlayışına çok somut bir örnek olarak o dönemde Bağdat’taki medreselerde her dinden bilim adamı çalışmakta, özgür bilimsel tartışmalar yapılabilmektedir.
Bu medreselerde, çok önemli bir kural vardır. O kurala göre ‘hiçbir tezi veya önermeyi kutsal kitaba dayandırmamak ’tır(Laik eğitim anlayışı).
Abbasiler dönemine denk gelen bu dönemde İbni Sina ve İbni Haldun gibi birçok bilim insanı yetişmiş. Sultanların çevresi ulemalarla değil, Bilim adamları ile doludur ve Sultanlar etraflarındaki bilim insanları sayısı ve niteliği ile övünmüşlerdir. Batı gezgini Marko Polo bu dönemde doğuya gelmiş, İslamın bu dönemi ile karşılaşmış gördükleri karşısında şaşkına dönmüştür. O dönemde Avrupa orta çağ karanlığını yaşamakta, insanlar üzerinde kilise ve din baskısı hakimdir.
İSLAMIN ALTINÇAĞI İMAM GAZZALİ İLE BİTMİŞTİR
M.S 11. Yüzyıla gelindiğinde fars kökenli İmam Gazzali, ‘İslam’ın akıl ile yorumlanmasına‘ ve felsefeye çok ağır eleştiriler getirmiştir. Gazzali, İslam’da aklı savunan zamanın (mutezile-çizgi ötesi) filozoflarına ölüm fetvaları verdi. Medreseleri, kütüphane ve kitapları yakıldı. Bağdat sokaklarında filozoflar kovalanarak katledildiler. Emevîler de bu İslam anlayışını, devlet ideolojisi olarak baş tacı ettiler. Çünkü, egemenler koşulsuz itaat istiyorlardı. Böylelikle İslam dünyası koyu bir karanlık döneme girdi. Sultanların etrafında bilim insanları değil, ulemalar ve falcılar yer aldı.
1071 Malazgirt Savaşı ile Anadolu’ya giren başta Selçuklular olmak üzere, kadını baş tacı eden Türk beylikleri Gazzali nin aklı dışlayan İslam anlayışını benimsemediler. Anadolu’da ve Türk beyliklerinde, Şamanizm’le birleştirilen Anadolu Müslümanlığı daha insani ve kucaklayıcı idi.
Bunun en somut örneği Mevlevilik ve Bektaşilik tarikatı ve tasavvuf anlayışı idi. Büyük bir hümanist (Gel kim olursan ol gel) anlayışı öne çıkararak, hoşgörü ile Anadolu’nun Türkleşmesinde ve müslümanlaşmasında önemli katkılar sağladılar.
Bu durum Yavuz Sultan Selim’in de ‘büyük islam -Hilafet Ordusu-kurma’ hayali ile Halifeliği Memlüklülerden 1517 yılında ele geçirmesine kadar sürdü.
Ancak, Arap ulema hiçbir zaman halifeliğin Türklerde olmasını kabullenemedi.
Zamanla Osmanlı bürokrasisini ele geçiren -Ebu Suud efendi- gibi Arap ulemalar Sultanların Araplaşmasını telkin ederek, imam Gazzali’nin(Emevîlerin)katı İslam anlayışını devlet bürokrasisinde hâkim kıldılar.
Böylelikle zamanla, kâmil ve olgun insan yetiştirmeyi amaç edinen, Anadolu’nun Türkleşmesini sağlayan daha hoşgörülü Mevlevi, Bektaşi tarikatları ve Alevi inancı hedef alındı yok edilmeye çalışıldı. Ancak bu baskıya büyük isyanlar çıktı. Osmanlı bu isyanları çok kanlı bir şekilde bastırdı.
Öte taraftan Gazzali’nin ‘nakil’ anlayışına uygun Irak ve Arap kökenli Nakşibendi ve Kadirilik gibi tarikatlar özellikle Anadolu’da Gazzali’nin nakil anlayışının yayılması için çaba gösterdiler.
1835 Balta Limanı anlaşmasından sonra da İngiliz’lerin de desteği ile tüm tarikatlar Osmanlı yönetiminde etkili oldular.
Hatta bazı padişahlar Nakşibendi tarikatının bile üyesi olduğu kayıtlara geçmiştir.
KURTULUŞ SAVAŞINDA TARİKATLAR HEP DÜŞMANLA İŞ BİRLİĞİ YAPTILAR
Tarikatlar, 1919 sonrası , sarayın talimatları ve Şeyhülislam fetvaları doğrultusunda KURTULUŞ MÜCADELESİ’ne destek vermedikleri gibi, karşı isyanlarda rol aldılar. 1925 tarihinde kapatılmalarına karşı kadar Cumhuriyetin her devrimine karşı çıktılar.
Mustafa Kemal, Samsun’a ayak basıp milli mücadeleye başladıktan sonra, İzmir’e Yunan işgali ve Padişah’ın idam fermanıyla birlikte birçok tarikat İngiliz ve Yunanlılar ile birlikte hareket etti. Her yerde, Ankara hükümetine karşı halkı isyana teşvik ettiler. Cumhuriyetin ilanından sonra da tüm isyanlarda hep tarikatlar baş rol oynadılar. Cumhuriyetle beraber laik devlet anlayışını hâkim kılmaya çalışan Cumhuriyetin kurucu kadroları ‘Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması yasası’ TBMM de 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilip, 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı kanun ile hayata geçirdiler. Tarikatlar görünür olmaktan çıkıp yeraltına indiler.
ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞLE BİRLİKTE ‘TARİKATLAR OY DEPOSU‘ GÖRÜLDÜLER
Menderes hükümetinin işbaşına geçişi ile tarikatlar devlet katında büyük bir kabul görmeye başladı.
Bu durum 2002’ye kadar, Demirel ve Özal hükümetleri tarafından örtülü biçimde devam ettirilmiştir.
28 Şubat’ta MGK kararları çerçevesinde -orduda ve devlet içindeki yapılanmalarına - müdahale edilmeye çalışılmıştır.
Ancak 2002’den sonra başta FETÖ olmak üzere tüm Tarikatlar AKP iktidarının ilk yıllarından beri açıkça korunup kollanmıştır.
Ergenekon ve Balyoz davaları ile TSK’daki FETÖ tarikat üyelerinin yükselmelerinin ve üst rütbelere terfilerinin önü açılmış,
15 Temmuz 2016 FETÖ Silahlı darbesini gerçekleştirmişlerdir. Darbeden sonra bile farklı tarikat mensuplarının devlet dairelerinde, hatta TSK’da örgütlenmelerine müsade edilmiş, ordudaki resmî hiyerarşinin dışında, bir tarikat hiyerarşisi oluşmuştur.
Tarikatçı Amiral görüntüleri basına yansımıştır.
Batı Emperyalizmi birçok tarikatı(örnek Vahabilik) 1920’lerden sonra (İngilizler tarafından) kurularak, Suudi ve BAE gibi Arap sermayesi üzerinden ‘Rabıta’ gibi örgütlerle maddi olarak desteklenmişlerdir.
Sonuç olarak Osmanlı’yı çökerten Nakşibendi tarikatı gibi birçok tarikat bugün devlet yapılanması içine sızmıştır.
Bu yönüyle, devletteki atamalarda ‘liyakat değil, tarikatlara sadakat’ aranmakta, her geçen gün devlet içten çürümektedir.
Öte yandan günümüzde, bir tarikat kültürü olarak kız ve erkek çocuklarına tecavüz edilmesi ve son olarakda 6 yaşındaki kız çocuğunun evlendirilmesi, geçtiğimiz haftalarda toplumumuzu derinden sarsmıştır. Ancak bu durum aslında yeni bir şey olmayıp Anadolu’da tarikatlarda yüzyıllardır devam etmektedir.
Bu nedenle, topluma yararlı hiçbir şey üretmedikleri halde, ‘sadece cenneti pazarlayarak’ iyi niyetli saf yurttaşlarımızın dini inançlarını maddi ve manevi sömüren tarikatler, 2023 seçimlerinden sonra olası ilk İktidar değişiminde yasa dışı faaliyetlerinin yasal çerçevede tekrar ele alınması gereken öncelikli konulardan biri olmalıdır.”
Bu köşede yayımlanan o günkü düşüncelerim bugünde ve yarında geçerliliğini korumakta ve koruyacaktır.
Bu nedenle DEVRİM KANUNLARI UYGULANMALI BATI EMPERYALİZMİN EMRİNDEKİ TÜM TARİKATLAR KAPATILMALIDIR.
Ali Berham ŞAHBUDAK