Toplum olarak bir garip çelişkinin içindeyiz. Namaz kılmayan, oruç tutmayan ya da zekât vermeyen biri hakkında ağır hükümler verilirken; yolsuzluk yapan, rüşvet yiyen, kul hakkı gasbedenler hakkında aynı sert tepkiyi göstermiyoruz. Peki, bu neyin dindarlığı? Kur’an’a baktığımızda ibadetleri yerine getirmeyenlere yönelik dünyevi bir ceza bulunmazken; adam öldüren, hırsızlık yapan, yetim malı yiyen, zina eden ve toplumsal düzeni bozanlara karşı sert yaptırımlar var.
Kur’an’da namaz kılmamak için bir ceza öngörülmez. Aynı şekilde oruç tutmamak, zekât vermemek ya da alkol tüketmek için de dünyevi bir ceza belirlenmez. Bunlar, kişinin bireysel sorumluluğudur ve hesap gününe bırakılmıştır. Peki ya sosyal hayattaki yanlışlar?
İslam’da adam öldürmenin cezası nettir: Kısas! Bir cana kıyan, karşılığında canıyla ödeme yapar. Hırsızlık yapanın eli kesilir. Yolsuzluk yapanın, yetimin hakkını yiyenin, rüşvet alanın, kamu malına el uzatanın cezası ise hem dünyada hem de ahirette ağırdır. "Yetim malı yiyenler karınlarını ateşle doldururlar" diye buyurulurken, bu suçlara en ağır ilahi tepki gösterilir. Zinaya ise dört şahit istenir ve şartlar sağlanırsa ağır cezalar uygulanır.
Ancak toplumda bunların karşılığı ne? Camide ilk safta yer kapmak için yarışanların, belediye ihalelerinde kul hakkını nasıl yediklerini; Ramazan’da oruç tutanların, iftar sonrası haram parayla nasıl keyif sürdüğünü görüyoruz. İnsanları inanç üzerinden yargılayanların, adalet ve merhamet konusunda en büyük zaafı gösterdiğine şahit oluyoruz.
Öyle bir noktaya geldik ki, toplumda biri içki içtiğinde kıyamet kopuyor ama yetimin hakkını yiyenler, memleketin kaynaklarını talan edenler rahatlıkla toplumda dolaşıyor. Allah’ın hukukunu şahsi önyargılarımıza göre mi uygulayacağız? İbadetleri yerine getirmeyi tek başına dindarlık sayıp ahlaki çöküşü görmezden mi geleceğiz?
Gerçek dindarlık, sadece secde etmek değil, hakkaniyetli olmak, adaletle hükmetmek, kul hakkından korkmaktır. Kur’an’da en ağır cezaların ahlaki ve sosyal suçlara verildiğini unutmayalım. Bir kişinin ibadet eksikliğini değil, toplum düzenini bozan haksızlıkları sorgulayalım. Çünkü Allah, ibadeti kendine bırakmıştır ama kul hakkını affetmeyeceğini açıkça bildirmiştir.