3 ARALIK (1964) BÜYÜK ALİM HASAN BASRİ ÇANTAY'IN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ.
MERHUMA ALLAH'TAN RAHME DİLİYORUM. SAYGIYLA ANIYORUM.
HASAN BASRİ ÇANTAY
1887’de Balıkesir’de dünyaya geldi. Babası, tüccar ve ulama Çantayoğlu Halil Cenabi Efendi; annesi ise Sincanoğulları ailesinden Kepsutlu Hatice Hanım'dır. 1903 yılında Balıkesir idadisi 4. sınıfındayken babası vefat eden Hasan Basri, annesi ve 3 kızkardeşinin geçimini sağlamak üzere okulunu yarım bırakarak nafia dairesi, tahrirat kaleminde görev alarak memuriyet hayatına atıldı. Mutasarrıf Ömer Ali Bey’in desteği sayesinde memuriyet hayatını sürdürürken babasının dostu Ahmet Naci Efendi’den ders alarak eğitimine devam etme fırsatı buldu. Daha sonra valilik yazı işlerinde görev yaparken öğrenimine devam etti ve bir yandan da edebiyat ve felsefeyle meşgul oldu, makaleler yazıp tercümeler yaptı. Arapça ve Farsça öğrendi, maliye ve iktisat dersleri aldı. Meşrutiyet'in ilk yıllarında Balıkesir’de "Nasihat" ve “Balıkesir” adlı iki gazete çıkardı. 1909 yılında İstanbul’da Sirat-ı Müstakim Dergisi’nin idare merkezinde Mehmet Akif ile tanıştı. 1911’de Balıkesir Gazetesi’ni çıkarmayı matbaanın sahibi Cemil Efendi’ye bıraktı[3]; kendisi gazeteciliğie " Yıldırım Gazetesi" ve "Karesi" gazetelerini çıkararak devam etti; I. Dünya Savaşı sonlarına doğru "Ses Gazetesi"’ni çıkardı (17 Ekim 1918- 13 Mart 1919). Bu gazetede yayımladığı bağımszı yazılarla Kurtuluş Savaşı'na kalemiyle destek verdi. Mehmet Akif, onun daveti üzerine İstanbul’dan gelerek Zağnos Paşa Camii’ndeki ünlü vaazı verdi. asan Basri, İzmir Redd-i İlhak Cemiyeti kongresine katılacak delegeler arasında yer aldı. Kongreye katılmak için Balıkesir’den ayrıldığı sırada, padişah Mehmet Vahdeddin'e açıktan hücum eden yazıları nedeniyle gazetesinin kapatılması ve tutuklanması emri çıktı. Balıkesir’e dönmeyerek Burhaniye, Kepsut ve Dursunbey’de 9 ay sürecek bir kaçaklık dönemi yaşadı. Bu arada köy ve kasabaları dolaşarak, halk içinde, vatan savunması yolunda bir milli birlik sağlama ve milli şuur uyandırma gayreti içinde bulundu. Sürgün ve kaçaklık dönemi, Gazi Mustafa Kemal'in Ankara'ya gelmesiyle ve kendisinin de Balıkesir'e dönmesiyle son buldu. Karesi Milletvekili olarak Millet Meclisi'ne seçildi. Hiçbir gruba girmeyip bağımsız olarak kaldı. 3 yıl Ankara’da Taceddin Dergahı’nda Mehmet Akif ile birlikte yaşadı. Israrları ile Mehmet Akif'i, "İstiklâl Marşı"nı yazmaya ikna etti[4]. Akifname adlı eserinde İstiklal Marşı’nın yazılış öyküsünü “Milli İstiklal Marşı Nasıl Yazıldı? Nasıl Kabul Edildi?” başlığı altında ayrıntılarıyla anlattı. Büyük Millet Meclisi'nin birinci dönemi sonunda tekrar Balıkesir’e dönen Hasan Basri Bey, okullarda edebiyat öğretmenliği ve Çocuk Yuvası Müdürlüğü yaptı. Mahalli gazetelerde yazı yazdı. 1928 senesinde rahatsızlığı sebebiyle emekliye ayrıldı. Ziraat ve ticaretle uğraştı; bir hukuk bürosunda avukatlık yaptı. 1936’da dostu Mehmet Akif’in ölümü üzerine onunla ilgili hatıralarını Balıkesir’de çıkan Türk Dili Gazetesi’nde yayınladı.
Bir ara İstanbul İmam Hatip Okulu’nda öğretmenlik yapan Hasan Basri Çantay, 1950’den itibaren İslam dininin yaşanması, öğretilmesi ile ilgili faaliyetlere katıldı[3].
Türkiye'de yapılan ilk meal çalısmalarından olan “Kur’an-ı Hakim ve Meal-i Kerim” adlı 3 ciltlik eserinin ilk cildini 1952’de, ikinci ve üçüncü ciltleri 1953’de yayımladı[2]. Eser, peşpeşe basılarak 1984 tarihinde 13. baskıya ulaştı. 1993’te başka bir yayınevi tarafından biri 3, diğeri tek cilt olmak üzere iki farklı baskısı daha yapıldı. Eserin gelirini Balıkesir’de kendi adına yaptırılan camiye harcadı[3].
Ömrünün son yıllarını dinî, ilmî, edebî araştırmalara veren Hasan Basri, şiir ve musiki ile de ilgilenmiş, çeşitli besteler yapmıştır. Şiirlerinde, Basri, Hüzni, Serseri, Aşık Hasan mahlaslarını kullanmıştır.
3 Aralık 1964'de İstanbul'da vefat eden Hasan Basri Çantay, Fatih Camii'nde kılınan namazdan sonra Edirnekapı Şehitliği'ne defnedildi. 1971’de toprağa verildiği yerden çevre yolu geçtiği için mezarının yeri değiştirildi; hayattayken çok sevdiği Mehmet Akif Ersoy ile Babanzade Ahmet Naim Efendi’nin kabri yakınlarına defnedildi[3].
Cumhuriyet"in kurucularına verilen "yeşil-kırmızı şeritli İstiklal Madalyası" sahibidir.
Ölümünden sonra oğlu Mürşit Çantay, babasının Âkif hakkındaki yazılarını "Âkifname" adıyla, şiirlerini ise "Babamın Şiirleri" adıyla kitaplaştırmıştır.
* Mektebli Yavrularıma, Kurtuluş Savaşından sonra Balıkesir’e dönünce yöneticiliğini üstlendiği “Şehit Çocukları Yuvası” öğrencileri için hazırlanmıştır. Vatan, millet, istiklal kavramlarını işleyen okul piyesleri şeklindedir. 1922’ de Balıkesir’de iki kitaplık bir seri halinde yayınlanmıştır.
* Müslümanlıkta Himâye-i Etfâl: Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Merkezinin isteğiyle hazırlanmış olan eser, çocukları korumanın, onları yetiştirip topluma faydalı olmalarını sağlamanın dini ve sosyal açıdan önemi hakkındadır. 1922’ de Ankara’da basılmıştır.
* Ülkü Edebiyâtı: Edebi sanatları olabildiğince ustalıkla kullanarak şiirler yazan genç bir şâir ile karşılıklı konuşma ve tartışma şeklinde kaleme alınmış bir eserdir. Sanat sanat içindir felsefesinin eleştirilir; her türlü sanatın toplum için olduğu tezini savunur. 1939’da Balıkesir’de basılmıştır.
* Fıkh-ı Ekber Tercümesi: İmâm’ı Âzam Ebu Hanife’ye nisbet edilen El-Fıkh-ul-Ekber isimli risalenin Türkçe çevirisidir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın isteği üzerine hazırlanmıştır.
* Zeka Demetleri: Mecâni’l-edep isimli derlemeden seçilmiş bazı fıkra, latife ve vecizelerin tercümesi olup Arapça’dan çevrilmiştir. Son kısmına bir kısım Türkçe fıkralar eklenmiştir. 1939 da Balıkesir’de basılmıştır.
* Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm: Üç ciltlik Kur’an meâlidir. Cumhuriyet tarihinde yazılan Kur’an tercümelerine kaynak oluşturmuştur[3]. İlk baskısı 1952-53’te İstanbul’da yapıldı.
* Kara Günler ve İbret Levhaları: Hasan Basri Bey’in kaçaklık günlerine ait hâtıralarını içerir. 18-27 Ocak 1939 tarihleri arasında Balıkesir’de yayınlanan Türk Dili Gazetesi’nde yayınlanan bu hatıralar; 1964’de İstanbul’da kitap olarak yayınlanmıştır.
* The Straight Path of İslâm adlı kitabın İslamiyet Bölümü: Amerikalı İlahiyatçı Kenneth Morgan, bu kitapta; yeryüzünde taraftarı bulunan dinlerin her birini o dine inanan bir âlimin yazdığı yazıyla anlatmıştır. Hasan Basri Çantay, İslâmiyet’e ayrılan kısmı kaleme almıştır. İngilizceye çevrilerek Amerika’da yayınlanmıştır.
* Hadisler (On Kere Kırk Hadis): 400 hadisin yer aldığı 10 kitapçığın bir araya gelmesiyle oluşur; tamamı 1200 hadislik bir derlemedir. 3 cilt olarak 1958’de basıldı.
* Babamın Şiirleri: Hasan Basri Çantay’ın oğlu tarafından derlenmiş şiirleridir.
* Âkifnâme: Mehmet Âkif’in kısa hayat hikayesi, sanatı, fikirleri, onunla ilgili hâtıralar ve ölümünü izleyen günlerde onun hakkında çıkan yazılardan bir kısmına dâir hatıra türünde bir eserdir (1966).
Mehmet Âkif 'in Hasan Basri Bey'e ithaf ettiği şiir
Mehmet Akif Ersoy, 1922’de Bursa’nın Yunanlar tarafından işgal edildiği duyumu üzerine isyanını dile getirdiği “Bülbül” şiirini, “Basri oğlumuza…” notuyla Hasan Basri Çantay’a ithaf etmiştir.
BÜLBÜL (Basri Bey oğlumuza)
Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım:
Nihâyet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı;
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdîyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.
Muhîtin hâli "insâniyet"in timsâlidir sandım;
Dönüp mâziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sînesinden fışkıran memdûd bir feryâd.
O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:
Ki vâdiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi:
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûyâ sûr-ı Mahşer'di!
Eşin var âşiyanın var, bahârın var ki beklerdin.
Kıyâmetler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?
O zümrüt tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun,
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun!
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin hânumânın şen, için şen, kâinatın şen!
Hazansız bir zemîn isterse, şâyet rûh-ı serbâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-ı pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın - kanatlandın mı - eb'âda
Hayâtın en muhayyel gâyedir âhrara dünyâda.
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır,
Niçin bir katrecik göğsünde bir umman huruşândır?
Hayır mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım;
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım.
Tesellîden nasîbim yok, hazan ağlar bahârımda;
Bugün bir hânumansız serserîyim öz diyârımda.
Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serapa Garb'a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,
Salâhaddîn-i Eyyûbî'lerin, Fâtih'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: Nâkûs inlesin beyninde Osman'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın;
Şenâatleri çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın!
Ne heybettir ki: Vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânümânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!
Mehmet Âkif Ersoy, Ankara, Tâceddin Dergâhı, 9 Mayıs 1337 (1921)
TOYŞAD