9222,82%-1,25
39,54% 0,16
45,48% 0,12
4298,26% -0,06
6928,83% 0,02
Bazı evler yıllarca konuşmaz.
Sessizliğin yankısı, zamanla duvarların arasına yerleşir.
Dışarıdan bakıldığında düzenli, yerli yerinde görünür her şey…
Lakin içten içe, görünmeyen bir yerden bir şeyler sızmaya başlamıştır çoktan.
Ne boru patlamıştır, ne de musluk açık kalmıştır.
Yine de bir sabah, apansız yakalanır insan; evin içi suyla kaplanmıştır.
Temiz başlar bu su… serin, neredeyse ferahlatıcı. Ama sonra ağırlaşır, bulanıklaşır. Kahverengisine çalan bir renge bürünür — ne tam kirli, ne de saf.
Bu, bastırılan duyguların rengi olur birden.
İçte saklanan, üstü örtülen, “sonra düşünürüm” denilen her şey birikir.
Gün gelir, tazyikli bir sabırsızlıkla sızar dışarıya. Ne ertesini bekler bu taşkınlık, ne de fırtına ister.
Gündüz gözüyle bile gelir ansızın; gerçeklerle rüyalar arasında kalan o belirsizlik çizgisinde yaşanır.
Odalar tanıdık ama bir o kadar da yabancı. Eşyalar yerli yerinde ama artık anlamı yok gibidir.
Halılar —ki bir zamanlar üzerine bastıkça güven veren o zeminler— şimdi kaygandır.
Huzurun yastıkları ıslanmıştır.
Ama mesele ne suyun yayılması, ne de halıların ıslanmasıdır.
Asıl mesele, taşkınlığın sessizliğidir.
Kırgınlık kadar kuvvetli, yorgunluk kadar ağır… ama hiçbirine tam uymayan bir duygu bu.
Adı konmamış hüzünler gibi.
Tam o sırada bir ses çalar kapıyı.
Hayat, kendini hatırlatır. Bir mektup, bir bildirim, belki bir uyarı…
Gecikmiş bir ödeme gibi gelir bazı duygular.
Zamanında yüzleşilmemiş her şey, bir gün zarfla döner insana.
Ve o an anlarsın:
“Evinde bir şeyler olmuş.”
“İçinde bir şeyler taşmış.”
Hayat, bazen bir selden sonra daha sert çarpar.
Neyin yerli yerinde kaldığını, neyin sessizce yitip gittiğini ancak taşkınlar gösterir.
Kendinden bile sakladıkların, bir sabah uyanığında salonun ortasında durabileceğini unutma !
Gündüz, güpegündüz gördüğüm bir rüyaydı bu.
Ne geceye sığdı ne de uykumun içine…
Gerçekle hayalin incecik çizgisinde yürürken, su gibi akıp, kelimelere akan
Aşk’la.
Özlem Tunç