Aydın Ayhan
1927 Lozan Mübadelesinde en fazla MÜBADİL gelen şehir 37174 kişi ile Balıkesir'dir.
Bir Balıkesirli olarak gurur duydum.
GELEN HER MUHACİR TÜRKİYE'DEKİ TÜRK NÜFUSU "BİR" ARTTIRMIŞTIR.
Kırım Harbinden sonra Balıkesir'e ilk muhacir olarak defa Kırım Türkleri geldiler. Balıkesirli ile hemen
kaynaştılar. Ardından Şeyh Şamil'in esaretinden sonra Kafkasya'da çok büyük sayılarda muhaceret
oldu. Zamanın Balıkesir Müftüsü bütün köy ve kaza müftü ve imamlarını hemen Balıkesir'e çağırarak
bir vaaz verdi:
“GELEN KARDEŞLERİMİZ MUHACİRDİR. HAZRET-İ PEYGAMBERİMİZ DE MUHACİR İDİ. ŞİMDİ
GELEN MUHACİRLERİ YESRİB'DE(MEDİNE) ENSARIN HAZRET-İ PEYGAMBERİMİZİ VE
ASHABINI KARŞILADIĞI GİBİ KARŞILAYIN." der.
Gerçekten gelenler hemen yerleştirildiği gibi, ertesi gün İstanbul'a çekilen bir telgrafla Balıkesir'e daha
çok muhacir gönderilmesi istenir.
Pek çok yerde muhacirler gemilerden indirilmez, İstanbul’a muhacir istemediklerine dair telgraflar
çekilir, gelenler kasaba ve şehirlere sokulmazken Balıkesir’e biraz daha muhacir gönderilir.
Daha sonra gelen diğer göçmen grupları da hep ayni sevgi ve şefkatle karşılandılar.
Muhacirlerin Balıkesir’e gelişlerine çocukken ben de şahit olmuştum.
Yıl galiba 1953dü. Evimiz bitişik bir sokakta olduğundan Millî Kuvvetler Caddesi üzerinde oynuyorduk.
Birden caddede bir hareketlenme oldu. “Muhacirler geliyor.” Denildi.
Gerçekten de Bandırma’dan gelen trenden inene yüz elli kadar muhacir önde erkekler ellerinde
bavullar, arkada çocuklar ve kadınlar, ellerinde ve sırtlarında eşyalarla caddeyi doldurmuşlar yukarı
doğru yürüyorlardı.
O çevrede oturanlar ve dükkân sahipleri caddeniz iki tarafını doldurmuşlar “Hoş geldiniz.. Hoş geldiniz
kardeşler.. Kardeşler hoş geldiniz..” diye bağırarak gelenleri selâmlıyorlardı. Ama daha da güzeli esnaf
ne satıyorsa çuvallara, torbalara doldurup gelenlere ikram ediyordu.
Fırıncılar çuvallarla ekmek, helvacılar tepsilerle helva getiriyor, dondurmacılar çocuklara dondurma
veriyor, şerbetçiler şişelerle şerbet ikram ediyorlardı. Evlerden de tepsilerle yemekler, küplerin içinde
veya tenekelerde kavurmalar veriliyordu.
2
Balıkesir’e muhacirler gelmişti.
Gelenler birkaç gün Martlı caminde misafir edildikten sonra geçici olarak bir yerlere yerleştirildi.
Belediye ve Balıkesirli işbirliğinde çok kısa onlar için iki mahalle inşa edildi. İsimlerine de: GAZİ
OSMAN PAŞA ve PLEVNE MAHALLESİ denildi.
BEN ESKİ BALIKESİR’İ ÖZLEDİM
ÖZLEDİM.. ÖZLEDİM. GERÇEKTEN ÇOK ÖZLEDİM…
ESKİDEN İNCE KAHVERENGİ SİMİTLERİMİZ OLURDU. NOHUT MAYASI İLE YOĞURULUR,
PEKMEZLİ SUYA BATIRILIP SUSAMDA YUVARLANILDIKTAN SONRA PİŞİRİLİRDİ.
BEN O SİMİTLERİ ÖZLEDİM.
PAŞAALANI MEVKİİ BOMBOŞTU. SADECE BİR KAÇ KOYUN AĞILI VARDI. BALIKESİRLİLER
MANTARINI BURDA TOPLARDI. SONBAHAR SABAHLARI.
ÇOCUKLARIMLA BİRLİKTE KENDİ TOPLADIĞIMIZ ÇİM MANTARLARINI ÖZLEDİM.
SARI BOYNUZ SAPLI ÇAKILARIMIZ OLURDU, İKİYE KATLANAN. 1950Lİ YILLARDA ESKİ
CAMİ KARŞISINDAKİ KÖPRÜDEN DEVEYONCASI’NA KADAR DERE KENARINDA
BIÇAKÇILAR OLURDU. ONLAR İMAL EDERLERDİ. O ÇAKILARLA DERE KENARLARINDAKİ
SÖĞÜT DALLARINDAN KENDİMİZE DÜDÜK YAPARDIK.
O ÇOK KESKİN ÇAKILARIMIZI ÖZLEDİM.
İLKOKULLARIMIZDA “YERLİ MALI HAFTALARI” OLURDU. HERKES EVDEN BİR ŞEYLER
GETİRİR, HEP BERABER YERDİK. ÖĞRETMENLERİMİZ BİZE “YERLİ MALI KULLANMA”NIN
NE OLDUĞUNU ANLATIRLARDI.
“YERLİ MALI HAFTALARINI” ÖZLEDİM.
OKULLARDA İÇİNE MÜREKKEP KOYDUĞUMUZ, DEVRİLSE DE MÜREKKEBİ DÖKÜLMEYEN
HOKKALARIMIZ VE İÇİNDEKİ MÜREKKEBE BANDIRARAK YAZDIĞIMIZ DİVİTLERİMİZ, ERİK
AKMALARINI SUDA ERİTEREK KENDİ YAPTIĞIMIZ TUTKALI SÜRÜP YAPIŞTIRDIĞIMIZ ÇOK
RENKLİ EL-İŞİ KÂĞITLARIMIZ OLURDU.
O ESKİ İLKOKULLARIMIZI ÖZLEDİM.
OKUL KAPILARINDA KÜÇÜK KÂSELERDE YAPTIKLARI SU-MUHALLEBİSİNİ GÜL ŞERBETİ
İLE TATLANDIRAN MUHALLEBİCİLER OLURDU.
O MUHALLEBİLERİ ÖZLEDİM.
BALIKESİR’DE ESKİDEN HER EVİN BAHÇESİ OLURDU. O BAHÇEDE MUTLAKA BİR KUYU
VE BAHÇENİN BÜYÜKLÜĞÜNE GÖRE; ASMA, DUT, KAYISI, ERİK VEYA BADEM VE
MUTLAKA GÜL OLURDU. BAHARDA ONLARI YERDİK.
KUYULARA SU SARKITIR, YAZ SICAKLARINDA SERİNLERDİK.
TOPRAK TESTİLERİMİZ OLURDU. SUYU SERİN TUTARDI.
ESKİ BAHÇELİ EVLERİMİZİ ÖZLEDİM.
TAHTA YUVARLAK KUTULARDA SATILAN PEKMEZ AĞDASI OLURDU. EKMEĞİMİZE
SÜRER YERDİK. PESTİLLER OLURDU. KAYISI VEYA ERİKTEN YAPILIRDI. YÖRÜKLER
“KIZILCIK EKŞİSİ”, ALUÇ, AHLAT, GÜVEM, BÖĞÜRTLEN GETİRİRLERDİ PAZARA.
ESKİ PAZARLARI ÖZLEDİM.
3
KARA TEPE BAŞTAN SONA BAĞLARLA KAPLIYDI. BADEM AĞAÇLARI DİBİNDE
“KUZUKULAĞI” OLURDU. O EKŞİ KUZUKULAKLARINI,
ÇAĞLA ÇALDIĞIMIZ AĞAÇLARI ÖZLEDİM.
DÜRÜST KABADAYILARI VARDI HER MAHALLENİN. HAKSIZLIKLARA KARŞI DİMDİK
DURURLARDI. ACİZDEN YANA OLURLARDI. MAHALLENİN NAMUSUNU KORURLARDI.
DOĞRU YOLDAN SAPMA ARZUSU GÖSTEREN GENÇLERE NASİHAT EDERLERDİ.
KENDİNE ÖZEL KIYAFETLE DOLAŞAN “EFE ARİF ABİYİ” VE ONUN SADECE BAĞLAMA
ÇALINAN "KAVESİNİ" VE DE BİZ DELİKANLILARI DOĞRUYA YÖNELTMEK İÇİN NASİHAT
EDEN, “AĞIR AĞABEYLERİ
VE EN ÇOK DA BOKSÖR MUSTAFA AĞABEYİMİ ÖZLEDİM
ESKİDEN “ÇUH ÇUH” TRENLER VARDI. KÖMÜR İLE ÇALIŞIRLARDI. PARK KÖPRÜSÜ
ÜZERİNDEN ALTINDAN GEÇEN LOKOMOTİFLERİN BACALARI İÇİNE TAŞ ATARDIK. ELİMİZ
YÜZÜMÜZ İS OLURDU.
O TRENLERİ ÖZLEDİM.
SÜNNETLERDE PAYTONLARA BİNİLİRDİ. SÜNNET ÇOCUKLARI PAYTONCULARIN YANINA
OTURTULURDU. PAYTONCULARIN AYRI BİR RACONU VARDI. HAFİF KABADAYI
TAKILIRLARDI.
O SÜSLÜ PAYTONLARI ÖZLEDİM.
ŞİMDİKİ GİBİ PARK YERİ DEĞİLLERDİ SOKAKLAR. SOKAKLARDA TOP OYNARDIK. AMA
BAŞKA ÇEŞİTLİ SOKAK OYUNLARI DA OYNANIRDI. BİZ SOKAKLARDA BÜYÜDÜK.
MERTLİĞİ, KALLEŞLİĞİ, DOSTLUĞU, DÜRÜSTLÜĞÜ, ERKEKLİĞİ SOKAKLARDA
ÖĞRENDİK.
O SOKAKLARI ÖZLEDİM.
KENDİ OYUNCAĞIMIZI KENDİMİZ YAPARDIK. ARTIK ÇOCUKLAR TELDEN ARABA
YAPMAYI, TEKERLEK ÇEVİRMEYİ. IÇURTMA YAPMAYI BİLMİYORLAR.
ESKİ KENDİ OYUNCAKLARIMIZI ÖZLEDİM.
BİR “ANTRENMAN SAHASI” VARDI. BİSİKLETE BİNMEYİ ORDA ÖĞRENMİŞTİK. ORADA TOP
OYNAR, KOŞAR, YARIŞIRDIK. HEMEN YANLARINDA TOPRAKTAN SULAR KAYNARDI.
SUSADIĞIMIZDA İÇER, ELİMİZİ, YÜZÜMÜZÜ YIKARDIK. ŞİMDİ PARK YERİ YAPILDI.
BEN “ANTRENMAN SAHAMIZI” ÖZLEDİM.
ÇAMLIKTA BİR RAMAZAN TOPU OLURDU. RAMAZANLARDA İFTAR VE İMSAK
ZAMANLARINI BELLİ ETMEK İÇİN PATLATILIRDI. ONUN SESİNİ DİNLER, PATLADIĞINDA
ORUCUMUZU AÇARDIK.
BEN RAMAZAN TOPU SESİNİ ÖZLEDİM.
YAZ AKŞAMLARI AÇIK SİNEMALARDA VE BAHÇE GAZİNOLARDA OTURURUR ÇEKİRDEK
ÇITLATIRDIK.
BEN ORALARDA “ÇITLATMAYI” ÖZLEDİM.
EVLERDE ANNELERİMİZ KIŞ İÇİN TOPRAK GÜPLERE TURŞU KURARLARDI. O
TURŞULARIN SULARINI BİLE İÇERDİK. AMA DAHA ÇOK PAŞA CAMİ KARŞISINDA
RAHMETLİ TURŞUCU NİHAT AMCAYI VE TURŞULARINI, MEYVE SULARINI ÖZLEDİM.
LİSELİ YILLARIMDA DİĞER OKULLARLA HEYECANLI MAÇLAR YAPARDIK. YENEN
TAKIMLARI BİLE ALKIŞLARDIK. OKUL MAÇLARINI ÖZLEDİM.
BALIKESİR’İN FARKLI BİR KONUŞMA TARZI VARDI. GALİBA ARTIK BEN VE BİRKAÇ
ARKADAŞ KALDIK BALIKESİRCE KONUŞAN SOKAKLARDA.
“EH HADİ GARİİ”Lİ GONUŞMALAMIZI PEK ÖZLEDİM…
4
GECELERİ “BOZAAAAAA” DİYE BAĞIRAN BOZACILARI,
“DONDURMAM KAYMAAAAAK” DİYEN SEYYAR DONDURMACILARI,
ESNAF KAHVELERİNDE “TAVŞANKANI” ÇAYI YUDUMLAMAYI,
“GASTEEEEE… YAZIYUUUU” DİYEREK KOŞAN GAZETE DAĞITICILARINI,
HER ŞEYİN FİYATINI KURUŞUNA GÖRE HESAPLAYIP YAZAN, OTUZ İKİ LİRA YİRMİ YEDİ
KURUŞUN ÜSTÜNÜ VEREN, PAZARLIK YAPANI HAŞLAYAN “UMMAN-I BEREKET
TİCARETHANESİ SAHİBİ GARA ZİYA’YI”,
ARADIĞIN HER TÜRLÜ GIDA MADDESİNİ BULABİLECEĞİN “BANDIRMALILAR
BAKKALİYESİNİ”,
KIZDIRILDI MI ÖFKEDEN ADETA TAŞAN REFİK AMCAYI,
FOTO REFİK’İ, FOTO ÖZEN’İ HATTA FOTO ESMER'İ ÖZLEDİM.
BALIKESİR’DE ÇOCUKLUĞUMDAN BU YANA TANIDIĞIM EN MÜHİM
ENTELEKTÜELLERDEN OLAN VEÇHİ AMCAYI(UZUN VEÇHİ) VE ARNAVUTLARDAN KENAN
AĞABEYİ, KEMAN, PİYANO ÇALAN LİSE KÜTÜPHANESİ MEMURU FEHMİ HOCAYI
ÖZLEDİM.
YAHU BEN UNUTULMAZ HATIRALARLA DOLU ATATÜRK PARKINI ÖZLEDİM.
ŞİMDİ TAMAMEN BETONLAŞAN “ÇAMLIK”IMIZI,
ZAMAN ZAMAN GELEN VE DE ŞEHİR HAYATINA ÇEŞNİ KATAN ÇADIR TİYATROLARINI DA
ÖZLEDİM BE.
ESKİ BALIKESİR’DEN HATIRALARIMDA ÖZLEDİĞİM O KADAR ÇOK ŞEY VAR Kİ YAHU…
Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa’nın arşivimdeki ıslak imzalı bir fotoğrafı ve
ÖMER RIZA DOĞRUL’UN 1951DE “KUTSAL EMANETLERİ” İSTEYEN ARAPLAR
VERDİĞİ CEVAP
Aydın Ayhan
1951 yılında Karaçi’de ilk Dünya İslam Devletleri Kongresi’ne gönderilen Ömer Rıza Doğrul
orada bütün Arap Devletlerini yanına alan Suudi Arabistan delegesinin kongrede şu sorusuyla
karşılaştı. “Medine’de Fahrettin Paşa’nın İstanbul’a götürdüğü Kutsal Emanetleri” ne zaman
vereceksiniz? Onlar Arabistan Devletinindir. Onları geri istiyoruz.
Ömer Rıza Doğrul kürsüye gelir:
“Kutsal Emanetler 1919 yılında İngiliz istilacılardan korumak amacıyla İstanbul’a getirildi.
Kutsal Emanetlerin geldiği o topraklar o yıllarda Türklerindi. Biz kendi emanetimizde olanları
düşman eline geçmesin diye korumak için kendi topraklarımıza taşıdık. Hala koruyoruz.
Getirdiğimiz tarihte Suudi Devleti yoktu ki onlar o devlete ait olsun. Oraları İngilizler ve
İngilizlere bağlı Arapların idaresindeydi. Suudi Devleti 1926da kuruldu. Nasıl olur da bizimkorumamızdaki kendi eşyamızı kendi topraklarımıza getirdiğimiz ve koruduğumuz Emanetler
Suudilerin olur?”
Ömer Rıza Doğrul’un cevabı karşısında karşı cephede büyük bir suskunluk hâkim olur ve bir
daha kimse bu yakın zamana kadar konuyu açmaz.
Geçen gün TV de Fahrettin Paşa’ya “Kutsal emanetleri çaldı.” diyen ahmak bu cevabı
bilmiyor olmalı.