Tarih: 28.10.2024 21:46

SELAHATTİN EYYUBİ'nin TÜRKLÜĞÜNÜ ISRARLA İNKÂR EDEN, SADECE CAHİL DEĞİL, ETNİK-IRKÇIDIR!

Facebook Twitter Linked-in

  Selahattin Eyyubi, Haçlılara karşı savaşan bir TÜRK komutanıydı; sözde ona sahip çıkan PKK ve Kürt ırkçıları ise Haçlıların hizmetindedir

      PKK ve diğer Kürt ırkçılarının, ABD emperyalizmin işbirlikçisi oldukları halde, tam bir ikiyüzlülükle büyük Türk komutanı Selahattin Eyyubi'yi kullanmaya kalkıştıkları biliniyor. Bu büyük Türk komutanı, Haçlılara karşı kahramanca savaşmıştı. PKK teröristleri ve diğer Kürt ırkçıları ise Haçlı emperyalizmin ve siyonizmin hizmetindedir.

       ABD'nin emriyle Irak'ın kuzeyinde "İkinci İsrail"i kurmaya çalışanlar, Türkiye'yi Haçlıların isteği doğrultusunda bölüp parçalamaya çalışan insanlık düşmanları, tam bir pişkinlikle Selahattin Eyubi'den söz etmeye kalkışıyorlar!

        Kürt ırkçılarına şirin görünmeye çalışan ve İmralı'dakine "selam yollayan" bir gazeteci de hiç utanmadan bu yalanı tekrarlıyor! İşte bundan dolayı, Sayın Rıza Zelyut hocamızın, 7 Ekim 2007 tarihli Akşam gazetesindeki makalesinde, bu tür yalanlara karşı verdiği cevabı yayımlamayı gerekli gördüm. (FMD)

Kurtuluşlar haftası

Rıza ZELYUT

Amerika’nın hayali düşman yaratıp bundan ‘Kurtuluş Günü’ üretmesi boşuna değil. Adamların tarihi yok. Bizde ise bir hafta içine nice büyük olaylar sığmıştır. Alın ekimin ilk günlerini... Bu hafta içinde; İslam dünyasının iki önemli şehri işgalden kurtarılmıştır. Bunlardan birincisi Kudüs’tür... İkincisi ise Hz. Muhammed’in bile “O kent ne güzel kenttir!” dediği İstanbul’dur

Kudüs’ün tarihi kavga, savaş tarihidir. Tevrat’ta bunu açıkça görüyoruz. Eski Kudüs diye bilinen asıl şehir; Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman dünyasının kavşak noktası sayılır. Burayı 638 yılında Halife Ömer, Bizans Devleti’nden aldı. Kudüs, yüzyıllar sonra Avrupa’da Doğu’yu yağmalamak isteyenler için bir gerekçe haline getirildi. Haçlı saldırılarının sebebi Kudüs’ü kurtarmak olarak gösterildi. Böylece Hıristiyan dünyasında yüz binlerce kişinin katılımı ile 1096 yılında Birinci Haçlı Saldırısı başlatıldı.

Haçlılar Antakya’dan sonra asıl hedefleri olan Kudüs’e yöneldiler. Şehri günlerce muhasara ettiler. Nihayet 15 Temmuz 1099 tarihinde ele geçirdiler. Franklar Mescid-i Aksa’da yetmiş bin Müslüman’ı kılıçtan geçirdiler. Altın ve gümüş kandillere, sayısız denecek kadar değerli eşyaya sahip oldular. Böylece hedeflerine ulaşan haçlılar Kudüs’te Latin Devleti’nin ilk krallığını kurdular.

Akdeniz’in kıyısındaki şehirlere de hakim olan haçlılarla mücadeleler devam edip geldi. Sonunda Selahaddin Eyyubi olarak bilinen Eyyub oğlu Selahaddin Yusuf, Kudüs’ü haçlılardan almak üzere harekete geçti. Bu savaşı, Arap tarihçisi İbn Kesir’in El Bidaye ve’n Nihaye adlı tarihinin 13. cildinden aktarıyoruz:

SON SAVAŞ

1187 yılında Selahaddin Yusuf, Kudüs’ün batısında ordugahını kurdu. Şehrin son derece müstahkem kılındığını, tedbirler alındığını gördü. Haçlı savaşçılarının sayısı -Kudüs’tekiler hariç olmak üzere- 60 bin veya daha fazlaydı. Kudüs valisi o zaman Balban b. Bazran’dı. Beraberinde Templier ve Hospitalier tarikatının mensupları denen şeytan müritleri vardı. Haça tapanlar hep bir araya gelmişlerdi. Sultan Selahaddin, askerlerinden her bir gruba, surların bir tarafını ve burcunu teslim etti. Haçlılar, Kudüs’ü Müslümanlara bırakmamak için şiddetlice savaştılar. Müslümanlar, Kudüs’e yönelik olarak mancınık ve arradeler kurdular. Kılıçlar ve mızraklar paylarını aldılar. Sultan Selahaddin, askerlerini surların kuzey doğu köşesine yöneltti. Orayı delmeye çalıştı. Ateşe verdi ve surların o tarafı yıkıldı. Burç çöktü. Haçlılar bu durumu görünce feci bir halle karşılaştıklarının, elem verici bir vartaya yuvarlandıklarını anladılar.

Bundan sonra Kudüs valisi Balban b. Bazran, Sultan Selahaddin’den aman diledi. Sultan Selahaddin ona, “Sizin Kudüs’ü aldığınızda Müslümanlara yaptığınızı size yapacağım!” dedi. Onlar da “Eğer bize aman vermezsen geri döneriz. Elimizdeki Müslüman esirlerin tamamını öldürürüz. Çoluk çocuğumuzu ve kadınlarımızı öldürürüz. Elimizdeki malları telef ederiz. Ondan sonra çıkar, sizinle kıyasıya savaşır kendimizi adeta ölüme atarız. Bundan sonra artık bizim yaşamımızda hayır yoktur. Bizden biri düşmanlarımızdan birkaçını öldürmeden canını vermeyecektir. Zaten bundan sonra ne hayır umacağız?” dediler.

Sultan Selahaddin, bu sözleri dinledikten sonra barışa razı olduğunu bildirdi. Kendi görüşünden vazgeçti. Sultan ve Müslümanlar cuma günü namaz vaktinden önce şehre girdiler.

1187 yılı ekim ayının başında Kudüs, Haçlı işgalinden kurtarılmıştı. Ta ki 20. yüzyılın ortalarına kadar buradaki Müslüman ağırlığı devam etti. Şimdi ise Kudüs, fiilen Yahudilerin eline geçmiş durumdadır. İsrail-Filistin çatışmasının özünü de Kudüs oluşturmaktadır.

SELAHADDİN EYYUBİ TÜRK İDİ

Bugün, yine önemli bir tarihi hatayı düzelteceğiz. Osmanlı Devleti içinde azınlıklar yaratarak onu parçalamayı planlayan Batılılar; Kürtleri de isyana sevk etmek için onlara bir tarih uydurmak gereğini gördüler. Böylece de Kürtleri ayrı ve önemli bir halk imiş gibi gösterecek senaryolar yazıldı. Bu senaryoya göre Selahaddin Yusuf da Kürt gösteriliyor.

Batılıların bu konudaki tek kaynakları Ebul Ferec Tarihi’dir. Burada Selahaddin ve amcası bir kaçak olarak dönemin padişahı Nurettin Zengi’ye sığınmış gibi gösteriliyor. Nurettin Zengi’nin, Selçuklu soyundan geldiği de İbn Kesir’in tarihinde ayrıntılı biçimde gösteriliyor.

İbn Kesir; Bidaye ve’n Nihaye isimli tarihinde; birkaç yerde Selahaddin’in Türk olduğunu vurguluyor. İbn Kesir o çağa yakın bir tarihçi olarak ve bütün tarihleri tarayarak yazdığı tarihinde; bu ailenin Kürtlüğünden ve Kürtlerden hiç söz etmemektedir.

Dilimize çevrilen bu tarihin 12. cildinde Hicri 570, Miladi 1171 yılı olayları anlatılırken deniliyor ki: Fatımi Devleti’ni yeniden kuracağını söyleyen ve Asvan’da adam toplayan Kenz; Türk Atabeği’ni perişan edeceğini söylüyordu.

Buradaki Türk Atabeği, Selahaddin Eyyubi’dir...

Aynı yerde; 562 yılı olayları anlatılırken, Esedüddin Şirkuh; yanına kardeşinin oğlu olan Selahaddin Yusuf’u da alarak Mısır’a gider. Şair Hasan bunları anlattığı bir şiirinde diyor ki:

“Türk sahipleri, Arabilerle savaşmak üzere Mısır’a yöneldiler.”

Selahaddin Yusuf’u Kürt gösteren Ebul Farac bile onun küçük kardeşinin adını Buri olarak vermektedir. Bilindiği üzere buri, furi, böri Türkçe bir isimdir ve ‘kurt’ demektir. Totem adı olan ‘buri’yi, ancak Türk soyundan gelen bir aile isim olarak koyabilir.

Kendileri Türk olarak anlatılan, ordularından Türk ordusu diye söz edilen bu hanedanı günümüzde Kürtler, kendi padişahları gibi göstermeye çabalıyorlar. Hatta bu yüzden Kuzey Irak’ta Erbil’in kuzeydoğusundaki küçük bir kasabayı Selahaddin adı altında Selahaddin Eyyubi ile ilintilediler. Suriye-Irak hattında yüzyıllarca egemen olan Türkler yok sayılıyor. Ne diyelim; Türk milletinin yoğurdu, pilavı, döneri gibi büyük kumandanları bile artık gasp ediliyor...

AZİZ İSTANBUL’UN KURTARILMASI

Türk müziğinin üstadlarından Münir Nurettin Selçuk’un o hicaz şarkısını bilmeyen var mıdır? Güftesi de Osmanlı ikliminin son temsilcisi şair Yahya Kemal Beyatlı’ya aittir.

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer

Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel

Avrupalı gezginler, İstanbul’u gelip gördüklerinde, tıpkı Yahya Kemal’in duyduğu çarpıntıyı duymuşlardır. O gezi kitapları, İstanbul’a olan derin hayranlığı haykırmaktadır.

İşte bu büyülü şehri Türkler 1453 yılında fethetmişler ama Avrupalı da orayı geri almayı birinci amaç edinmiştir. Ve bu konuda, en ciddi adımı Birinci Dünya Savaşı ile atmışlardı.

GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER

Günlerden 13 Kasım’dı. Emperyalist devletlerin 55 parçalık donanması İstanbul önlerine gelmiş, demir atmıştı. 1915’te Çanakkale önlerinde yenilen bu donanma, şimdi barış yoluyla, bir kurşun atmadan İstanbul’u işgale gelmişti. Donanmada 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan ve 4 Yunan gemisi bulunuyordu.

Düşman kuvvetleri, gemilerden İstanbul’a çıkıyordu. Aziz İstanbul; belde-i tayyibe, bu seçkin şehir; fethinden 465 yıl sonra yeniden haçlıların eline geçiyordu.

İşgal kesindi, güçlüydü. Düşman kavi, Türk’ün talihi ise zebundu...

Aynı gün, bir kumandan, Haydarpaşa’da trenden indi.

O, Suriye bölgesindeki Yıldırım Orduları Grup Kumandanı idi.

Ordusu terhis edilmişti. Kendisi Adana’dan trene binip İstanbul’a gelmişti.

Denizde dalgalanan İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan bayraklarına bakarak dedi ki: “Geldikleri gibi giderler!”

Fakat; İstanbul’un işgali giderek derinleşiyordu.

Trakya orduları kumandanı Fransız Generali Franchet d’esperey, İstanbul’a tam bir fatih gibi giriyordu. 8 Şubat’taki bu gösteride bir Zafer Alayı ona eşlik ediyordu. Fransız General bembeyaz bir ata binmişti. Atın yularını iki asker tutuyordu. Mösyö d’esperey , Beyoğlu Caddesi’nde Romalı bir Sezar gibi gidiyordu. Caddenin sağını solunu Rumlar ve Ermeniler doldurmuştu. Bunlar; o mağrur kumandanı çılgınlar gibi alkışlıyorlar; çığlıklar atıyorlardı.

16 Mart 1920’de Beyoğlu telgrafhanesinde, telgrafçı Manastırlı Hamdi Bey, Ankara’ya, Kemal Paşa’ya heyecanla şu telgrafı çekiyordu: “İngilizler, Şehzadebaşı Karakolumuzu bastılar. Askerlerimiz çatıştı. 6 askerimiz şehit oldu, 15 yaralı var.”

Ankara’daki kumandan, bu telgrafı anında Anadolu’ya yayıyordu.

İstanbul; artık Haçlı emperyalizminin dipçiği altında eziliyordu.

SELAMLA O BAYRAĞI

Aradan üç yıl geçmişti. Karakolları basan, asan, kesen İngiliz askerinin yerinde artık yeller esiyordu. Çünkü; “Artık Türkler yok oldular!” diyenler, tükürdüklerini yalamışlardı. O millet; Kemal Paşa’nın çevresinde kenetlenmiş; düşmanı denize dökmüştü. Türk ordusu; Çanakkale önlerine gelmiş; Trakya’yı tehdide başlamıştı. Fransa bu işgalin pahalıya patladığını görüp aradan çekilmiş; İtalya geri dönmüş; Yunanlılar ezilmişti. İngiltere esip gürlese bile bu yeni Türkler ile baş edemeyeceğini anlamıştı. O yüzden; İstanbul’u boşaltacaktı. 2 Teşrin 1923’te, İngiliz askerleri Dolmabahçe Meydanı’nda toplandılar. Meydanda büyük bir Türk bayrağı asılı idi. O bayrak önünde selama durarak geçtiler; denizde bekleyen o gemilere binerek çekip gittiler.

Çelik iradeli kumandanın dediği olmuştu. Geldikleri gibi gitmişlerdi. Emperyalist kuvvetlerin İstanbul’u boşaltmak zorunda kaldıkları 2 Ekim günü, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettiği 29 Ekim’e kadar güzel ve kutsal bir gündür.
   07.10.2007 , AKŞAM

Yazar Rıza Zelyut:
https://www.youtube.com/watch?v=YJUP-8pRPNk

Selahaddin Eyyubi Türk’tür - Necdet SEVİNÇ
Paylaş
Marksistler bir zamanlar, benim millîyetçi muhteşem asiler olarak kabul ettiğim Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal gibi halk şairlerini sınıf savaşçısı ilân ederek, komünizme tarihî ve millî boyut kazandırmak istemişlerdir.

Halbuki bu Celalî ozanların işçi veya köylü diktatörlüğü kurmak gibi bir niyetleri yoktu. Aksine Türk halk edebiyatının bu seçkin ve eylemci simaları, dönme-devşirme enderun iktidarında pekişen Osmanlı egemen sınıfına başkaldıran birer Türk milliyetçisiydiler.

Şimdi aynı çabayı, farklı bir biçimde bölücülerden görüyoruz.

Kürtlere ayrı bir ırk şuuru kazandırarak, Türkiye’nin Güneydoğusunda bir kürt devleti kurulması fikrini telkin edenler, halkın kendilerine sempati ile yaklaşması için tıpkı komünistler gibi tarihî şahsiyetleri ve tarihî olayları istismar etmeye başladılar.

Hemen hemen bütün açık oturumları kürtçülere tahsis eden televizyon kanallarında sık sık tekrarlanan iddialar, özellikle Selahattin Eyyûbi ile Malazgirt Savaşı etrafında yoğunlaşmaktadır. Haçlı ordularına karşı verdiği mücadelelerle bütün İslâm Dünyasında sarsılmaz bir şöhrete kavuşan Selahattin Eyyûbi’nin bir kürt hükümdarı, Eyyûbi Devleti’nin de bir kürt devleti olduğunda ısrar ederek, bu büyük İslâm mücâhidine duyulan hayranlıktan yararlanmak isteyen bölücü propaganda, aynı amaçla bir başka yalana başvurmuştur:

-Malazgirt Savaşı’na 20 bin kürt katıldı!

Derhal belirtmek isteriz ki, kürtlerin Malazgirt Meydan Muharebesi’ne iştirak etmeleri bizi rahatsız etmez. Hattâ Müslüman olmaları sebebiyle, hristiyanlara karşı savaşmak görevleridir de. Ama 1071’de bizanslısı, ermenisi, latini ve Balkanlardan getirip muhtelif bölgelere iskan edilen hristiyanlaşmış Türklerle birlikte nüfusu 2-2.5 milyon civarında olan Anadolu’da kürtlerin 20 bin asker çıkarması esasen mümkün değildir.

Kaldı ki kürtlerin Anadolu’da eskiden beri kalabalık kitleler halinde yaşadığını şuuraltına yerleştirmek amacını güden bu asılsız iddiayı tevsik edecek bir tek ciddi kayıt da yoktur!

Yani Anadolu, kürtler sayesinde bir Türk vatanı olmamıştır! Birkaç aşiret hariç, kürtlerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da nispeten görülmeye başlaması, Otlukbeli savaşını kaybeden Türkmen Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Beğ’in kendisine bağlı Türk aşiretlerini alıp, İran’a geçmesinden sonradır ki, ona rağmen bu bölgede çoğunluk Türklere ait olmaya devam etmiştir. 1473’deki Otlukbeli muharebesini takip eden yıllarda kısmen boşalan Doğu ve Güneydoğu yaylalarına Elcezire bölgesindeki kürtler gelip yerleşmişler ve Türk sultanlarının himayesi altına girmişlerdir. O günden beri de Türk Devleti’nin himayesi altındadır.

Önce Türk Tarihinin en büyük imha savaşlarından biri olan Malazgirt Meydan Muharebesiyle ilgili bir temel yanlışa işaret etmek gerekir.

Malazgirt Meydan Muharebesinin, Anadolu’nun kapısını Türklere açtığından bahsedilirse de bu iddia tashihe muhtaçtır. Eğer Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya sahip olmak hakkını elde edebilmiş olsaydık, 1072’de Kayseri, 1073’te Paflagonya, 1074’de Antakya meydan muharebelerini yapmak zorunda kalmazdık. 1048’deki Pasinler Meydan Muharebesi dahil, yukarıda zikrettiğimiz bütün savaşlarda düşman ordusunun imha, düşman başkomutanlarının da esir edilmelerine rağmen, Anadolu topraklarına egemen olamamışızdır.

Hattâ Ermeni Beyliği, Suriye Latin Prensliği ve maalesef Danişmentli Türk Beyliği ile ittifak kuran imparator Manuel Komnenos, 1161’de İkinci Kılıçarslan’dan toprak koparmış, Bizans orduları 1176’da ise Türklüğü “silip süpürmek” kararıyla Miryakefalon’da yeni bir meydan muharebesini göze alabilmiştir.

Anadolu’nun tapusu, Malazgirt’le başlayan süreç içinde, ancak Selçuklulardan sonraki beylikler devrinde Türklerin eline geçmiştir ki bu tapuda Türk ırkının evlatlarından başka, Allah’ın hiçbir kulunun hakkı yoktur!

Fakat bütün bu gerçekler Malazgirt Meydan Muharebesinin öneminin inkâr edildiği anlamına gelmez. Bu savaş, sayıca kat be kat üstün düşman kuvvetlerinin imha edilmesi bakımından Türk Ordusunun, Bizans saflarında bulunan Hıristiyan Türklerin, Müslüman kardeşlerinin tarafına geçmesi bakımından da Türk Millî şuurunun en büyük zaferlerinden biridir.

Kürtlerin Malazgirt Meydan Muharebesi’ne 20 bin kişiyle katıldıkları yolundaki safsataya gelince…

Dün de belirttiğimiz gibi Güneydoğuyu Türkiye’den koparmak isteyenlerin bu iddiası,kürtlerin Anadolu’da eskiden beri kalabalık bir nüfus teşkil ettikleri fikrini canlı tutmak gayretinden ibarettir.

Malazgirt Meydan Muharebesini konu alan hiçbir İslâm müverrihinin eseri günümüze kadar intikal etmemiştir. Ancak çağdaş kaynaklardan alınan bilgileri ihtiva eden bazı eserler elimizdedir. Bu eserler dikkatle incelendiğinde, müverrihlerin çoğunun şifahi iddiaları, hiçbir muhakemeye tâbi tutmadan birbirlerinden kopya ettikleri anlaşılacaktır.

Mesela Tarih-i Meyyafârikin ve Amid yazarı İbn’ı Ezrak, Türk Ordusunun mevcudunu “Sultanın az bir askeri vardı” ifadesiyle izah ederken, Ahbarü Devleti Selçukiyye’de bu sayı 15 bin olarak verilir. İbnü’l Cevzi, Türk Ordusunun 20 bin kişiye yakın olduğunu belirtirken, Bundari, İbnü-l Adim ve Reşüdü’d-Din’de 15 bin rakamı tekrar edilir.

Türk Ordusunun sayısı Kerimüddin Mahmut’la Hamdullah Müstevfi’ye göre 15 bindir. Mirhond rakam vermez, sadece Türk Ordusunun azlığından bahseder ki bu rakamların hiçbiri doğru değildir.

“Doğru” diyorsanız ve kürtlerin de 20 bin kişiyle savaşa katıldığını iddia edebiliyorsanız, Malazgirt Meydan Muharebesinde bir tek Türk yok demektir.

Malazgirt Meydan Muharebesiyle ilgili şifahî bilgilerin rivayet edildiği, dün bahsettiğimiz eserler, hiçbir bilimadamı tarafından ciddiye alınmamıştır. Çünkü verilen bilgiler hem çelişkilidir, hem mübalağalı, hem de yanlış.

Meselâ sahasındaki ilk müverrihlerden biri olan İbnü-l Kalanisî, bize savaşın hangi ayda vuku bulduğunu dahi bildirmez.

İbnül’l Ezrak da savaşın cereyan ettiği ayı meskut geçer. Bizans İmparatorunun esir alındığını dahi bildirmez. Hattâ Ahlat ve Malazgird’in bu savaş sonunda Mervan oğıllarının elinden çıktığını zanneder.

Bundari’nin Zübdetü’n-nusra ve Nuhbetü’l-usra adlı kitabı, İsfahanlı İmadeddin’in eserlerinin süslü ve mübalağalı cümlelerle tekrarından ibarettir.

İmadeddin ise esir düşen Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’in önce Azerbaycan’a götürülüp oradan Bizans’a dönmesine izin verildiğini söyler ki bu ifadenin doğruluğuna inanmak güçtür.

Mirhond daha da ileri gider. Diogenes’in esir alınmasından sonra “düşmanlığın dostluğa, sevginin dünürlüğe müncer olduğunu ve imparatorun kızının, Alparslan’ın oğlu Melik Arslan’la evlendirildiğini” yazar.

Malazgirt savaşından bahseden bir Norman şairi de Sultan ile imparator arasında böyle bir dünürlükten bahseder. Yalnız, Norman şairi, Mirhond’un aksine “Alparslan’ın, kızını Romanos Diogenes’in oğluna vermeyi vaat ettiğini” söyler. Tabiî ki bu dünürlük hikâyesinin ciddyetle de, gerçekle de hiçbir ilgisi yoktur.

İbnü’l Esir ise Alparslan’ın Bizans İmparatoru ile 50 yıllık bir barış yaptığını yazar ki hiçbir eserde böyle bir kayda rast gelinmez. Nitekim Malazgirt Savaşı’nın hemen akabinde Türk-Bizans muharebeleri devam etmiştir.

Reşidüddin, Camiu’t Tevarih’in Selçuklularla ilgili bölümünde, Malazgirt Meydan Muharebesi’nin 463 Rebiülevvel ayında yapıldığını yazar ki bu takdirde savaşın Aralık 1070 veya Ocak 1071’de cereyan etmiş olması gerekir.

İşte bu bilgiler ne kadar doğruysa, kürtlerin Malazgirt Meydan Muharebesi’ne 20 bin kişiyle iştirak ettikleri palavrası da o kadar doğrudur.

Malazgirt Zaferinden muhtelif Ortadoğu kavimlerine hisse vermek isteyen, bizim tesbit edebildiğimiz ilk kaynak İbnü’l Kalanisî’dir. Kalanisî’nin Zeylü Tarihî Dırnaşk adlı eserini ve diğerlerini ileride inceleyeceğiz.

Malazgirt zaferinin muhtelif Ortadoğu kavimlerine mal etmeye çalışan bizim tespit edebildiğimiz iki kaynak İbnü’l Kalanisî’dir. 1160 yılında, doğduğu şehir olan Şam’da ölen bu müverrih, Suriye’deki Türk beyleri ve onların haçlılarla mücadeleleri hakkında değerli bir eser bırakmakla beraber, Malazgirt savaşı konusunda uydurma rivayetleri nakletmiştir. Zaten bu büyük zafere bir sayfacık ayırması da konuyu bilmediğini göstermektedir.

Önce de bahsettiğimiz gibi Kalanisî, savaşın hangi ayda yapıldığını dahi bilmez. Ama Zeylü Tarihî Dımaşk’ta, Türk Ordusunun “Türklerden ve diğer kavimlerden olmak üzere takriben 400 bin kişiden meydan geldiğini” yazmaktan çekinmez.

1257’de öldüğünü bildiğimiz vakanüvis Sıbt İbnü’l Cevzi, Mir’at’-Zeman fi Tarihî’l Ayan adlı eserinde “onbin kürdün sultana katıldığı” yazar. Aynı müellife göre Alparslan Gazi’nin askeri sadece 4 binden ibarettir! Bizans ordusu 100 bin kişidir. Cevzi bu 100 bin askere 100 bin nakkab (delici), 100 bin carhi, (yaralayan) ve 100 bin ustayı da refakat ettirir. Bu mübalağa ile yetinmez. 800 mandanın çektiği 400 arabaya nal ve çivi yükler. Silah nakliyatı için de ayrıca bin araba tahsis eder. Bizans ordusunun bir tek mancınığını 1.200 kişiye çektirdiler. Ve sanki savaş şartlarında yüklenmesi mümkünmüş veya sanki pratikmiş gibi bir tek mancınığın 1200 kilo taş fırlattığını hikâye eder.

1335’te öldüğü tahmin edilen İbn’d – Devari, Kenzü’d-dürer ve Cemiü’l gurer de aynı mübalağalı ifadeleri benimser. Cevzi’nin verdiği rakamlara 100 bin okçu, 100 bin kat ipekli elbise ilâve eder ve o da Türk Ordusunun mevcudunu 4 bin kişiden ibaret gösterip, kürtlerden ve sair kavimlerden 10 bin kişinin Sultan’ın komutasında savaşa katıldığını belirtir.

Biz hiçbir tarih kitabında, bir orduya mevcudunun iki buçuk misli insanın katıldığını okumadık. Değil Alparslan Gazi gibi bir harp dehasının, sıradan bir komutanın bile, savaş kabiliyeti meçhul, askeri disiplin altında yetişmiş, belki de ilk darbede firara yeltenecek, Türk savaş taktiğinden habersiz, mukavemeti ve vuruşma gücü üstlerince bilinmeyen bir kalabalığı ordusuna kabul edebileceğine inanmıyoruz.

Kaldı ki birkaç günden beri fahiş hataları, akıl almaz çelişkilerini ve hattâ cehaletlerini tekrarlamak ihtiyacını duyduğumuz bu müverrih veya vakanüvislerin hiç biri bilim adamlarınca ciddiye alınmamıştır.

Ona rağmen, bu mübalağalı ve asla ilmî kıymet ifade etmeyen kitaplarda bile 20 bin kürtten bahis yoktur! Bir millet yaratmak gayretiyle yazılan kürt tarihi Şerefname’de ise Malazgirt savaşına bir tek kürdün bile katıldığından bahsedilmez.

Gerçek şudur ki, Malazgirt, 50 bin Türk evladının 200 bin kişilik Bizans ordusunu yok ettiği parlak bir zaferin adıdır.

Kudüs’ün Selahaddin Eyyûbi tarafından fethinin 808. yılına ithaf olunur. Kürt tarihî olarak da kabul edilen ve 1597 yılında tamamlanan Şerefname, Selahaddin Eyyûbi’nin kürt olduğuna dair iddiayı “tarih bilginlerinin ve araştırmacıların rivayetlerine” bağlar. Fakat bu bilginlerin ve araştırmacıların isimlerini zikretmez Ama bugüne kadar güvenilir hiçbir İslâm tarihçisi veya bilim adamı Şeref Han’ı teyit etmemiştir.

Şeref Han’ın umut ettiği destek, asırlar sonra ilmî gerçekleri mensup oldukları devletin siyasi emellerine alet etmek isteyen iki Batılıdan gelir: Grousset, 1192-1193 yıllarında, Şam yöresindeki iç karışıklıkları, Cahen ise 1187’de el-Cezire Türkmenleriyle kürtler arasında ortak kavgalarını etnik uyuşmazlık olarak nitelerler. Oysa bu türlü ihtilaflar, aynı aşiretin muhtelif oymakları arasında bile tarih boyunca süregelmiştir.

Bazı İslâm kaynakları Selahaddin Eyyûbi’yi 758 yılında Basra’dan Azerbaycan’a sürgün edilen, nakledilen veya göçen Yemen Araplarından Ravvad b.El-ezdi’nin soy kütüğüne kaydederler. Rivayete göre bu aile Azerbaycan’da Hezbaniyye kürtleriyle karışmış, daha sonra da Kuzey Irak’a dönerek Selçukluların ve Zengi’lerin hizmetine girmiştir. Arap tarihçilerinin mümtaz şahsiyetlere, özellikle hükümdarlara, ırkçı düşüncelerle veya onları kutsamak için şecere uydurmak, hattâ seyit ilân etmek gibi kötü bir gelenekleri olduğu için, bilim damları bu Yemen’den Basra’ya, Basra’dan Azerbaycan’a göç hikâyesine itimat etmezler. Edilecek gibi de değildir. Çünkü bugünün şartlarında bile sıradan bir ailenin 3-500 senelik tarihini takip etmek de bu ailenin sicilini tespit etmek de imkân dışıdır.

Şeref Han, yukarıda naklettiğimiz rivayetteki Ravvad Araplarını, Ravende kürtleri olarak değiştirmiştir ki, Selahaddin Eyyûbi’nin kürt sanılması işte bu tahrifattan dolayıdır!

Oysa aynı Şerefname’de Selahaddin Eyyûbi’nin kardeşleri şöyle sıralanır: Mahammet Ebu Bekir, Şemsüddevle Turan Şah, Seyfilislam Tuğtekin, Şehinşah, Tacilmülük Buri.

Görüldüğü gibi Selahaddin Eyyûbi’nin kürt olduğunu iddia eden kürt tarih yazarı Şeref Han bile, onun kardeşlerinden ikisinin Turan Şah, ve Tuğtekin gibi Türk has isimleri taşıdığını ifade etmekten kaçamamıştır. Kaldı ki Şeref Han’ın Buri imasıyla yazdığı en küçük kardeş, bütün kaynaklarda Böri veya Börü şeklinde kaydedilmiştir. Bilindiği gibi Börü ismi de Türk has isimidir ve kurt demektir!

Selçukluların ve Zengi’lerin hizmetinde büyük emirler olarak çalışan Selahaddin Eyyûbi’nin babası Necmettin Eyyûb Azerbaycan’daki kesif Türkmen boyları arasında yerleşmiştir ve Türk’tür. Çünkü Selahaddin’in bir Türk oyunu olan ve o tarihlerde Irak tarafından bilinmeyen poloda mahir olduğu kesinlikle bilinmektedir. Bu büyük Türk hükümdarının annesi, Şihabeddin Tokuş’un kardeşidir. Kız kardeşi Rabia Hatun’u da önce Gökbürü ile evlendirmiştir ki, ikisi de Türk’tür. Ağabeyi Şehinşah ise Kutlukız Hatun adında bir Türk kızıyla evlenmiştir.

Selahaddin Eyyûbi’nin bizzat kendisi de evlenmek için bir Türk kızını tercih etmiştir: Amine Hatun b. Üner!

Selahaddin Eyyûb’inin kürt hükümdarı olduğu yolundaki iddialara cevap vermiştik. Bugün Eyyûbi Devleti’nin Türk Devleti olduğunu ispat edeceğiz.

İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “Şarkın sevgili sultanı” Fransız tarihçisi Champdor’un “İslâm’ın en saf kahramanı” olarak tanımladığı Selahaddin Eyyûbi, aslında yeni bir devlet kurmamıştır. Onun cihangirane bir siyasetle yönettiği devlet, Zengiler Devleti’nin devamından ibarettir. Memlûkler de Eyyûbilerin uzantısıdır.

Çünkü, devlet teşkilatı değişmemiştir. Millet değişmemiştir. Devletin maddî, manevî, istinatları değişmemiştir. Değişen sadece hanedanlardır. Her üç devletin de bayrağı sarı zemin üzerine doru kartaldır. Her üç devlette de siyasî ve askeri kadrolar aynı unsurlardan meydana gelmektedir. Selahaddin Eyyûbi ile ilgili değerli bir eser yayınlayan sayın Ramazan Şeşen’in de belirttiği gibi, devlet ve ordu teşkilatı Türk devletlerinde görülen devlet ve ordu teşkilatlarının aynıdır.

Bugün bölücülüğün malzemesi olarak kullanılmak istenen Eyyûbi Devleti, Selahaddin’in çağdaşları tarafından da Türk Devleti olarak kabul edilmiştir.Arap şairi Sena İbn el-Mülk’ün Halep’in zaptı vesilesiyle Selahaddin’e sunduğu kaside“Arap milleti Türklerin devletiyle yükseldi, Ahl-i salibin davası Eyub oğlu tarafından perişan edildi” mısralarıyla başlar.

Ünlü İbn-i Haldun da Mukaddeme de Eyyûbiler ve Memlûklar devletinin bir tek Türk Devleti olduğunu yazar.

Eyyûbiler Devleti’nde Arap kültürünün egemen oluşu bizi şaşırtmamalıdır. Gazneliler ve Selçuklular nasıl Fars kültürünün ön plana çıkarmışlarsa, Zengiler, Eyyûbiler ve Memlûklar da aynı şekilde ve tıpkı Roma İmparatorluğu’na Yunan kültürünün hakim olduğu gibi, Eyyûbiler de Arap kültürünü Türk Kültürüne tercih etmişlerdir.

Fakat Selahaddin Eyyûbi’nin zaferden zafere koşturduğu ordunun kahir bir ekseriyetini Türkler teşkil eder.

Selahaddin Eyyûbi’nin çağdaşı olan tarihçiler, Mısır, Yemen, Kuzey Afrika gibi merkeze uzak kıtaların ele geçirilmesini Oğuz harekâtı olarak görürler.

Sonuç olarak şunu ifade etmek isteriz ki, İslâm’ın bu efsanevi kılıcı, kültür itibariyle olduğu kadar, soy itibariyle de Türk’tür. Devleti de Türk Devleti’dir.

Bir süre önce Selahaddin Eyyûbi’nin Türk ırkının bir evladı olduğunu yazmış, kürt tarihi müellifi Şeref Han’ın bile, bu ünlü hükümdarın kardeşlerinden ikisinin Turanşah ve Tuğtekin gibi Türk has isimleri taşıdığını ifade etmekten kaçınamadığını belirtmiştim. Şerefname’de bahsedilen üçüncü kardeşin adı Tacülmülük Buri yani Börü’dür. Börü ise hemen hemen bütün Türk destanlarına konu olan kurt demektir.

Bugün kürtçülerin çok istismar ettiği Selahaddin Eyyûbi’nin Türklüğüne dair bir başka belge sunmak istiyorum.

Önümde Selahaddin Eyyûbi’nin danışmanlarından Usame İbn Münkız’ın Kitab el İ’tibar adını verdiği hatıralar var. Eser Türkçe’ye Yusuf Ziya Cömert tarafından İbretler Kitabı ismiyle tercüme edilmiş. Ses Yayınları tarafından 1992 yılında İstanbul’da basılmış. Kitabın Arapça baskısını temin edemediğinden bahseden mütercim, eserin Philip K. Hitti’nin İngilizce çevirisinden Türkçe’ye aktarıldığını belirtiyor ve herhangi bir şüpheye meydan vermemek için de ilâve ediyor: “Arap asıllı bir müsteşrik olan Philip Hitti’nin bu eseri ingilizceye aktaracak ehliyette olduğu düşüncesi bizi nispeten rahatlatan bir keyfiyettir.”

Kısaca İbn Münkız olarak bilinen yazarın asıl adı Müeyyed el-Devlet Ebul Haris Üsame İbn Münkız Malazgirt Savaşı’ndan 24 yıl sonra, haçlıların Kudüs’ü işgalinden 4 yıl sonra Hama civarındaki Şayzer’de doğmuş. Şair, edip ve tarihçi olan Üsame ibn Münkız, 93 yıl ömründe 20’den fazla eser vermiş. Edebi eserlerinin başında beş kısımdan oluşan iki ciltlik Divan El-Şir’i geliyor. Edebi sanatlar hakkında El-Bedi fi Nakd El Şi’r’ adlı eseri, Hazreti Musa’nın asasından başlayarak büyük şahsiyetlerin asalarından hareketle kaleme aldığı Kitab-ul Asa’sı, Hasankeyf’te yazdığı söylenen El-Menazil Ve’d Diyar’ı ve Lübebu’l adab’ı önemli eserlerinden. Ayrıca 20 ciltlik Mekarimül Ahlâk adlı eseri var. Bedir ashabının hayatlarını konu alan 5 ciltlik Taril el-Bedr ile Fezail-i Hulefa-i Raşidin ve Tarih el İslâm bilinen diğer eserleri.

Selahaddin Eyyûbi ile birlikte birçok savaşlara da katılan Üsame İbn Münkız, Kitab El-İtibar’ın 201. sayfasında diyor ki:

“Bu arada, Selahaddin, buradaki durumumuzu bildirmek üzere Atabek’e bir atlı gönderdi. Sonra, hızla bize doğru ilerleyen on kadar atlı gördük. Arkalarındaki ordu da sürekli hareket halindeydi. Geldiklerinde, Atabek’in komutasındaki öncüler olduğunu anladık. Ordu da aralarından gelecekti. Atabek, ‘Ey Musa, mahvolmak için mi otuz atlıyla Şam kapısına kadar geldin! Ne acelen vardı!’ diye Selahaddin’i eleştirdi. Karşılıklı atıştılar. İkisi de Türkçe konuşuyordu. Bu yüzden söylediklerini anlayamadım.”

Farsça’nın siyaset, Arapça’nın bilim, eğitim ve din alanında tartışılmaz bir üstünlük kurduğu ve Türk Dili’ni öğreten bir tek kurumun dahi bulunmadığı böyle bir devirde Selahaddin Eyyûbi’nin Türkçe konuşması, onun öz be öz Türk olduğunu gösteren en büyük delildir.

Necdet SEVİNÇ / Yeniçağ, 5-12 Ekim 2004
        http://www.turansam.org/makale.php?id=1821

Haçlıları darmadağın eden Azerbaycan türkü - Selahaddin Eyyubi


Haçlıları darmadağın eden Azerbaycan türkü - Selahaddin Eyyubi
Uzun yıllar önce Ebülfez Elçibey'in bir anısını okumuştum. Bir gün Kahire Üniversitesi Tarih Bölümü bir talebesi ile tanışır. Öğrenci Elçibeyden nereli olduğunu sorar ve aldığı cevaptan sonra "siz Selahaddin Eyyubi'nin vatanındasınız diyor". Gerçekten de uzun yıllar tarihe Kürt olarak sunulan bu büyük komutan ve devlet adamı aslında Azerbaycan türkü olup.

Şimdi bu cümleleri okuyan birçok okuyucu dudağını büzüb "tüm dünyayı türk çıkartıyorum, bu kadar da olmaz" diyecek. Onlara ise tavsiye ediyorum ki, ortaçağ Arap salnaməçisi İbn Hellikanın "Görkemli adamların ölüm tarihi" eserini vərəqləsinlər. Tarihçi eserinde yazıyor: "Şirkuh deyib ki, bizim soykökümüz Gök Böri. Yani Boz Kurt soyundan geliyoruz. Səlahəddinin babası Eyyub Azerbaycan'da Urmiye, Hoy, Zengezur ve İrevan boylarında, Kerkük boylarında, Nahçıvan'da, Göyçədə yaygın Gök boru, siyah boru ve Boz boru tayfasından çıktı. Aynı zamanda, başka tarihçiler de Eyyub'un Dvindən olduğu konusunda hemfikirdir. 
Selahattin evlatlarına Tuğtekin ve Turanşah adını verdi. Belki de bu isimlerin sırf türk adı olduğuna heckesin şüphesi yoktur. Bu yazıda büyük kumandanın yaşam biçimi ve haçlılara karşı verdiği mücadeleyi aydınlatmaya çalışacağım. Önceden söyleyim, araştırmada Azerbaycan kaynaklarının yok, rus ve Avrupa kaynaklarından kullanıldı. Selahattin Eyyubi'nin hayatını sizlere sunuyoruz: 
Onun kimliğine hem Müslümanlar, hem de Hıristiyanlar perestiş eder. Selahattin Avrupa'dan Doğu'ya akan haçlı ordusuna karşı savaştı ve 1187'de Kudüs'ü geri aldı. 1099 yılında ilk haçlı seferi baş tuttu. Bu zaman haçlılar Kudüs'ü alarak, Hıristiyan, Müslüman ve Yahudi inancına sahip olan halkı kılıçtan geçirdiler. Önceden şehir sakinlerine Güvenlik konusunda söz verilirse de, ne çocuklara ne de kadınlara aman verilmedi. 1100 yılında Latin Krallığı tahsis edildi. Bu krallık 1187 yılında meydana gelen hattın savaşına kadar yaşadı. Hattın savaşında Selahattin kral Qvidonun ordusunu darmadağın etti ve Kudüs'ü tahliye etti. Səlibçilərdən farklı olarak, Selahattin şehrin Hıristiyan nüfusuna dokunmadı. Bu davranışı hatta düşmanları da ona saygı duymaya başladı. İngiltere kralı Richard üçüncü haçlı yürüyüşünü oluşturmaktadır (1189 yılı) ve savaşların birinde Səlahəddinlə buluşuyor. Səlibçilər Kutsal Kenti reddedecek bilmeseler de, Richard hayatının kalan kısmını Səlahəddinə saygıyla yaklaştı. İngiliz kral onu liyakatli düşman olarak kabul ediyordu. Haçlı seferlerine son veren barış görüşmelerinde mertlik ve cömertlik gösteren Selahattin tüm Hıristiyan dünyasının hayranlığını ve teşekkürünü kazandı. Çocukluğu ve eğitimi Selahattin Tikrit kentinde dünyaya geldi. Onun babası Bağdat halifesi tarafından bu şehrin hakimi olarak atandı. O, ilk eğitimini Şam'da aldı. Səlahəddinin altı yaşındayken Musul atabeyi Eyyub'u Bəəlbək kentine hakim tayin eder. Musul atabeyi Aramayı 1130 ve 1144 yıllarında Halep yakınlarında səlibçilərə galip gelir ve Edessa şehrini ele geçirir. Zenginin ölümünden sonra oğlu Nureddin iktidara gelir. Nureddin nüfuzlu lider ve inancı insandı. Birkaç yıl sonra Nureddin Eyyub'u Şam'da orduya kumandan tayin eder. Onun küçük kardeşi Şirkuh ise Halep ordusunun komutanı olur. Ortaçağ adetine uygun olarak (prensler sık evleniyordu) Selahattin 14 yaşındayken evlendi. Düğünden sonra onu amcası Şirkuh'un yanına, Halep'e gönderdiler. Burada kariyer kuran Selahattin Sultan Nüreddinin emiri görevine kadar yükselebiliyor. Nüreddinin sultanlığı döneminde Suriye büyük ilim ve kültür merkezi olmuştu. O, okullar ve hastaneler tikdirir, alimleri yanında otuzdurur, ilme büyük değer verirdi. Nureddin tarafından düzenlenen itiraz mahkemesinde adminstrativ tartışmalar çözüm ediliyordu. Sultan bu mahkemenin başkanı idi. Öğrencilik yıllarında Selahattin bu mahkemeye sık sık gelip gidiyor, onun başkanı ile sohbet ediyordu. Nureddin səlibçilərə karşı cihad savaşında zafer kazanmanın tek yolunun tek Müslüman devleti çerçevesinde mümkün olabileceğini anlamıştı. Yakında, Müslüman devletlerini birleştirmek başladı. Orta yaş dönemi Selahattin Nüreddinin ordusunda askeri işi detaylı olarak öğrendi. O, yakında Nüreddinin komutanlarından birine dönüştü. 1164 yılında onun 26 yaşında olduğunu ve Mısır'a gerçekleştirilen askeri seferde Şirkuh'un yardımcısı idi. Bu seferde Selahattin silah arkadaşlarına olağanüstü yeteneklerini sergiledi. 1169 yılında Selahattin Şirkuhla birlikte Mısır'ı səlibçilərdən korumak için ikinci kez bu ülkeye askeri sefere çıktı. Sonradan o, Mısır'ı yöneten Fatimiler sülalesini tahttan düşürerek, Kahire'nin hakimine çevrildi. Eyyubi Mısır'ı de bilim ve kültür merkezine dönüştürmeye başladı. 12 yıl boyunca o, Mezopotamya, Suriye, Mısır, Libya, Tunus ve Arap yarımadasının batı bölümünü ve Yemen'i birleştirdi. Diplomatik yetisinden kullanan Selahattin parçalara bölünmüş bölgeyi birleştirdi. Hakimiyet ve zenginlik onun gözünü tutmadı. Çok sayıda askeri seferlerden elde ettiği ganimetleri hazineye aktardı. Ölümünden sonra onun birkaç dinar serveti kalmıştı. Səlahəddinə karşı suikast ve haçlı seferleri 20 Mayıs 1176 yılında Helebin kuşatması sırasında Haşhaşilər adıyla anılan gizli bir grubun katilleri Salâhaddîn öldürmeye kalkıştı. Onun hayatına iki suikast düzenlendi ve bunların ikincisi az kalsın Mısır sultanının hayatına mal gelecekti. Suriye'de kendi hakimiyetini takviyesiyle uğraşan Selahattin, Haçlı orduları ile giriştiği savaşlardan genellikle muzaffer çıkıyordu. Sadece 1177 yılı Kasım 25'i Montgisard çevresinde yaşanan savaş sırasında Kudüs Kralı IV Bolduin, Reynald de Şatiyon ve Tampliyer şövalyelerinin birleşik ordusu Salâhaddîn ağır yenilgiye uğrattı. Müslüman ordusunun sadece onda bir bölümü Mısır'a geri bildi. 1178 yılında Selahaddin ve Haçlı Krallığı arasında ateşkes ilan edildi. Sonraki ili Selahattin uğradığı yenilginin acı sonuçlarını ortadan kaldırmakla meşgul oldu. Ordusunu möhkəmləndirdikdən sonra, Selahattin yeniden səlibçilərə karşı saldırıya geçerek, onları 1179 yılında Vadum Jacob olarak bilinen yerde yendi. Ancak səlibçilərin karşı saldırıları Selahattin tarafından kesin askeri cevaplara neden oluyordu. Örneğin, Reynald de Şatiyon Kızıldeniz'de yarattığı donanma ile Müslüman hacı ve tacirlerine baskın yapıyordu. Bunun üzerine, Selahattin 30 gemiden oluşan filo düzelterek, 1182 yılında Reynald de Şatiyonu Beyrut'a saldırı yapmakla tehdit etti. Buna karşılık, de Şatiyon Müslüman dünyasının kutsal şehirleri olan Mekke ve Medine'yi talamağı söz verdi. Səlahəddinin sonraki adımı 1183 ve 1184 yıllarında de Şatiyonun Ürdün'de bulunan Kerak kalesini ablukaya almak oldu. Bunu meydan okumak gibi anlayan de Şatiyon 1185 yılında Müslüman zəvvarlarının kervanına saldırdı. Eski Fransız kaynaklarının verdiği yoxlanılmamış bilgiye göre, bu kervana saldırı sırasında Səlahəddinin kardeşi esir alınmıştı. Gerçekte ise, de Şatiyonun şövalyeleri Səlahəddinin kız kardeşi ve onun oğlunun bulunduğu kervana yok, başkasına baskın yapmışlardı. Hattın savaşı 1187 yılında səlibçilər Müslüman zevvarlara saldırıyorlar. Selahaddin ordusunu Filistin'in kuzeyine götürüyor ve düşman ordusunun sayıca fazla olmasına rağmen, belirleyici hattında savaşında səlibçiləri darmadağın ediyor (1187 yılı 4 Temmuz). 3 ay sonra Selahaddin Kudüs'e girer. haçlılardan farklı olarak, dahi serkerde bir talan ve yağmaya, qetle yol vermedi. Ordu'ya Müslümanların intikamını almamağı görevlendirdi. O, Kudüs'ün 100 bin Hıristiyan nüfusunun hayatını bağışladı ve Hıristiyan hacılar Kudüs'e yolculuğuna izin verdi. Kudüs'ün kaybedilmesi Batı salladı ve İngiltere kralı Richard 1189 yılında üçüncü haçlı yürüyüşünü düzenledi. Bu yürüşde İngiltere, Fransa ve Avusturya orduları yer alıyordu. Səlahəddinin ordusu defalarca haçlı ordusuna yıkıcı darbe vurdu ve Richard Kudüs'ü ablukaya almaktan vazgeçti. Taraflar arasında barış anlaşması imzalandı. Aslında Selahattin barışa imza atmaya olabilir. Çünkü onun ordusu daha güçlü ve duruma kontrol ediyordu. Haçlı ordusu ise savaş ruhunu kaybetmişti ve Richard eve dönmeye hazırdı. Ancak, dahi serkerde merhamet gösterdi ve barış anlaşması imzaladı. Bu anlaşmadan sonra bir daha haçlı seferleri geçirilmedi. Səlahəddinin insanlık adına yaptıkları Selahattin dünya tarihine en merhametli devlet adamı ve səkrərdə olarak dahil edildi. Onu sadece Müslümanlar, hatta Hıristiyan dünyası da seviyordu. Çünkü Kudüs'ü ele geçiren Eyyubi 100 bin xristianı bağışladı. Aynı zamanda onlara eşyalarını alarak şehri terk etmeye de izin verdi. Hazırlık ve göç için onlara 40 gün zaman da verildi. 84 bin Hıristiyan şehri terk etti. Tabii ki, Selahattin Müslümanların hayıfını çıkabilirdi. Ama o, bunu yapmadı. Çünkü onun inandığı İslam dini böyle vahşete izin vermiyordu. Kudüs'ün Müslümanlar tarafından ele geçirilmesi sırasında her Hıristiyan para ödeyerek canını satın alabilirdi. Binlerce şehir sakini, özellikle de kadınların böyle imkanı yoktu. Bu zaman onları köle olmaktan kurtarmak için Selahaddin, kardeşi El-Edel, damadı Gökbörü yüklü miktarda para harcadılar. Kudüs'ün Patriği İrakli ve karısı yeterince zengin olsalar da, Hıristiyan nüfusun kurtuluşu için bir kuruş para xərcləmədilər. Hıristiyanlara verilen 40 günlük süre içerisinde çok sayıda kadınlar Səlahəddinə yaklaşarak kimsesiz olduklarını bildirdiler. Rahman komutan askerlere bu kadınların akrabalarını arayıp bulmayı emretti. Artık olmayan kadınlara ise yeterince telafi ödənildi. 1192 yılında bir şehrin kuşatması sırasında kral Richard Səlahəddinə sonsuz saygı edeceğine yemin etti. Richard hastalandığı için dahi serkerde kendi hekimini ona gönderdi. Aynı zamanda, ateşi düşürmek için buz, sağlığı korumak için meyveler önerdi. Səlahəddinin oğlunun komuta ettiği ordu Ricarda saldırdı. Bu savaş sırasında Richard'ın atı öldü ve kral yere düştü. Dışarıdan olayı seyreden Selahattin iki atını Ricarda hediye gönderdi. Səlahəddinin kampına kaçıp gelen Hıristiyan kadın ağlayarak çocuğunun askerler tarafından çalındığını söyler. Bu zaman Selahattin çocuğu tapdırır ve onlara at vererek eve qayıtmaqlarını sağlar. Esir düşen səlibçilərdən biri bitkin ihtiyardı. Selahattin ondan bu savaşta ne işi olduğunu sorunca, ihtiyar aslında Kudüs'e hacı gibi gitmek istediğini bildirdi. Dahi kumandan ihtiyara at ve biraz para vererek onu azad etti.
Kaynak: Devam.az
http://davam.az/31108-slibilri-darmadan-edn-azrbaycan-trk-slahddin-yyubi.html
Ursad.org
http://www.ursad.org/HaberAyrinti.aspx?ID=8576

Ebulfez Elçibey
Ebulfez Elçibey:Bir gün Kahire Üniversitesi Tarih Fakültesinin bir Öğrencisi ile tanıştığımda sordu:

- Hangi ülkedensiniz?
Dedim:
- Azerbaycandan.
Dedi:
- Siz Selahaddin Eyyubinin vatanındansınız!
Ben Selahaddin Eyyubi hakkında az okumamıştım. Ancak bu sözü yeni
işitiyordum ve bir o kadar da şaşırdım. Sordum: Nereden biliyorsunuz?
Dedi:
- Sabah ben size kaynağını getiririm.
Getirdi de. Eni (şimdi kesin diyemiyorum) 25-30 cm, boyu 40-50 cm olan
ayrıca bir eser idi. Renkli resimlerle görkemli şahıslar serisinden
ansiklopedik yayındı, üzerind? Selahaddinin cengaver gİyiminde resmi var idi.
- Avrupada Saladin adı ile tanınan, sadece Kudüste değil, bütün Filistin
ve Suriyede haçlıları darmadağın edib bu yerleri onlardan temizleyen,
Almanya imparatorunun, İngiltere ve Fransa krallarının liderliği altında başlayan 
üçüncü haçlı seferine (1189-92) karşı birleşik
müslüman ordularının başında durarak haçlıların baş komutanı, bütün Avrupanın 
gurur duyduğu İngiltere kralı Aslan yür?kli Riçardı
(1157-1199) Akka kalesinde diz çöktürerek esir alan, bütün Avrupanın
"gazabına gelmiş" ve hatta Aligyeri Dantenin "İlahi komediya" eserinde
cehennemde tasvir edilen, Mısırda Eyyubiler sülalesinin hakimiyy?t
esasını 1177 yılında koyan yenilmez komutan ve sultan Selahaddinin (1138-1193)!
Tarihçi öğrencinin bana verdiği eserde benim için yeni olan bu idi ki, 
Sultan Selahaddine sormuşlar:
- Diyorlar ki, Siz kürdsünüz. Bu, doğru mudur?
Sultan:
- Hayır! Biz Azerbaycandanız. Amcam Şirkuh diyordu ki, biz ez-Zib
(Arapça: Kurt/Kurd/Qurd) tayfasındanız.
Doğrudan-doğruya, o zaman bunu okuduğumda beni çok heyecana getirmişdi.
Bir şeye hayıflanırdım ki, tarih kaynağı gösterilmemişdi. Sonralar Baküde
Aspiranturada okurken ve Üniversitede ders verirken de Selahaddin
hakkında araştırmalarımı devam ettirdim ve aradığımı buldum; araştırmacıların
en doğru saydığı kaynakların birinde - tanınmış görkemli alim İbn Hellikan'ın
"Görkemli adamların ölüm tarihi" (Vefayat el-ayan) eserinde. İbn Hellikan
yazıyor: "Şirkuh demiştir ki, bizim nesebimiz (soykökümüz) Gök Böri
(Boz Kurt/Göy Qurd)-dir!".
Selahaddinin babası Eyyub Azerbaycanda Urmiya, Xoy, Divin, Zengezur ve Erivan 
boylarında, Kerkük boylarında, Nahçıvanda, Göyçede geniş bir şekilde yayılmış Göy
Börü, Qara Börü, Boz Börü tayfalarından, bir sözle, Qurdlar tayfasından
çıkmıştır. Günümüzde de bu adları taşıyan yer, mahalle, köy, oba, dağ, tayfa ve
nesillere bu bölgelerde sıkça rastlanır.
Bu meselenin - orta çağlarda qurd sözü il? kürd sözünün Arab elifbası ile
yazılışında uyğunluğundan doğan karışıklığın başka bir benzeri Azerbaycan şairi
dahi Nizami Gencevi ile bağlı olmuştur. Bu konuda Azerbaycan edebiyat
aliml?ri tekrar tekrar yazmışlardır. Onların dediğini burada kaydetmeyi gerekli
sayıyorum. Şöyle ki, Nizami eserlerinin birinde "menim Qurd tinetli anam"
yazmış, araştırmacılar bunu "benim kürd asıllı anam" olarak okuyup, yanlış
takdim etmişler (orta çağda qurd sözü ile kürd aynı şekild? yazılırdı).
İbn Hellikan (Hallikan) aynı eserind? tarihte eşine az rastlanan komutanlardan
olan, "halifeleri yıkıp halifeleri tahta çıkaran", Emeviler hilafetine son
veren Ebu Müslim hakkında ayrıca yazmış, onun da aslen
Azerbaycandan olduğunu göstermişti.
İbn Hellikan yazıyor ki, Ebu Müslim Azerbaycanda bir emirin oğlu idi. Babası
öldüğünde anası başka bir emir ile evlenmiş, aynı emir oğulluğu Ebu Müslime
kendisi talim-terbiye vermiş, yanında büyütmüştü. Sonra o emiri Horasana
hizmete gönderdiler, ailesi ile birlikte gitdi. Ebu Müslimi de kendisi ile götürdü.
Aynı emir Horasanda öldüğünde onun vazifesine oğulluğu Ebu Müslim tayin 
edildi. Ebu Müslim sonralar Horasani adı ile tanındı.
Değerli okuyucu-vatandaş, Azerbaycan gençleri, gelin Arap hilafetinin tarihinde
öteri de olsa bir hatta göz gezdirelim:
Hz. Muhammed peygamberin ölümünden sonra devleti idare edenlere
halife, yani peygamberin davamcısı diyordular. Buradan da devlete
"hilafet" adı koymuştular. İlk dörd halife: Ebubekr, Ömer, Osman ve Ali
(Allah onlardan razı olsun) müslüman icması - şurası tarafından seçildikleri
için onlara "xulefau er-raşidin" - "seçilmiş, beğenilmiş, halifeler" diyorlardı.
661 yılında Emeviler (Beni Umeyye) şuraya izin vermeden hilafeti kan ve
kılıçla ele geçirdiler. Onların hakimiyeti 750 yılına kadar sürdü. Bu haksız,
gaddar rejime karşı başını kaldıranlar amansızca mahvedildi, isyanlar,
çıkışlar kan deryasında boğuldu, kitlesel idamlar yaşandı.
Bu zalim sülaleden kurtulmak sanki imkansızdı. Böyle bir durumda
Azerbaycan Türkü Ebu Müslim Azerbaycan, Horasan, Baktriya ve Harezm
Türklerini başına toplayıb "hakimiyy?t peygamber evine" diyerek Horasanda
isyan bayrağını kaldırdı. Bir yılın içinde Türkistandan, Merakeşe
(Mağribe) kadar bütün ülkelerde Emeviler darmadağın edildi, onlardan
yalnız bir kişi canını kurtarıp Endülüse (İspanyaya) sığına bildi ve orada
Emevilerin hakimiyetini devam ettirdi.
Peygemberin amcası Abbasın oğulları (nesli) hakimiyete geldi. 750. yılda
Abbasiler hilafeti kuruldu. Hilafetin başkenti Şamdan (Suriyeden)
Bağdata (Iraka) taşındı. Bu sebeple hilafete "Bağdad hilafeti" de
denir. Abbasi hakim sülalesinin ikinci nümayendesi hilekar Mansur şan ve şöhreti
bütün hilafeti bürümüş Ebu Müslimi hacca gitmeye teşvik etti. Ebu
Müslim öz ordusundan ayrıldı, Yanında birkaç dostu ve yardımcıları
ile hac ziyaretine giderken Bağdat sarayına davet edilerek şerefine
ziyafetler verildi. Mansur Ebu Müslimi ve yoldaşlarını haincesine
sarayda katlettirdi.
Tarih bu ihaneti bağışlaya bilmezdi; IX yy birinci yarısında Azerbaycan
Türkü Babek bütün Azerbaycanı ayağa kaldırdı, Abbasilerin ordularını
darmadağın edip onların hakimiyetini tenezzül? uğrattı. O zamanın
tarihçileri yazıyordular ki, Babek Ebu Müslimin intikamını alıyordu.
Tarihte sade halk içerisinden çıkmış üç büyük, dahi serkerde en
yüksek kahramanlık zirvesine çıkmıştır: Spartak, Babek, Huan Çao (IX
yy, Çinde). İnanc ile diyebiliriz ki, Babek bunların içerisinde daha
büyük, daha cesur, daha istidatlı komutan idi.
Abbasi imparatorluğuna karşı Azerbaycan halkının özgürlük mücadelesini
teşkil ve ona başkanlık eden, Azerbaycanın ve "bütün İran halklarının milli
iftiharı" (Said Nefisi) Babek imparatorluğa diz çöktürdü.
Tenezzüle uğramış hilafette yüksek askeri makamları ele geçiren Türk
komutanları IX yüzyılın ikinci yarısında Abbasilerden olan halifeleri ya öldürür, ya
Bağdat sokaklarında ağaca sarıp döver, üstlerine şıra döküp eli kolu bağlı
güneş altında bekletir, mil çekicilerin onlara nasıl azab verdiyin? bakıp haz alır,
ya da gözlerini çıkarıp Bağdat sokaklarına burakırdılar. "Burada benim,
Bağdatta kör halife" Türk meseli ve "dilençi halifeler" ifadesi buradan
doğmuştur.
Evet, tarih ihaneti bağışlamıyor. Abbasiler imparatorluğu yitirseler de, sülale
hakimiyeti yalnız Irak arazisini ihata etse de nominal, oyuncak bir
hakimiyetleri sürüyordu.
1258 yılında Azerbaycanın dahi alimi Nasreddin Tusinin maslahatı
esasında (o, Hülagunun baş veziri idi) Hülagu Bağdatı kuşatıp Abbasi
halifesini havuzda boğdurdu ve bununla da Bağdat hilafetine son verildi.
1177 yılında Azerbaycan Türkü Selahaddin Mısırda Fatimiler hilafetine son
vererek babası Eyyübün (Eyyüb Selahaddinin atası Yusufun ve amcası
Şirkuhun ataları idi) adı ile kendi sülalesini hakimiyete getirdi.
Bütün bunlar kahraman bir milletin şerefli tarihind?n haber veren bazı
satırlardır. Türk olmayan bir meşhurun sözüdür: "Türkler devlet yıkıp-devlet kurmakta dünyanın en mahir ve kabil milletidir".

Ebulfez Elçibey
Bütöv Azerbaycan Yolunda, sayfalar: 162, 163, 164.
https://iskenderzade.blogspot.com/2010/08/selahaddin-eyyubi.html

https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=pfbid02ATnykjH9daykuLbD46pNxTHwwcSsAPkkQPpY581fXTWQkWetiARujjqn223pJgKMl&id=544994764&sfnsn=scwspwa&mibextid=VhDh1V




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —