10013,93%-0,90
35,73% 0,14
37,58% 0,30
3180,23% 0,05
5090,56% 0,09
Türkiye’nin dış politikasına ilişkin yönlendirme analizler yayınlayan SETA, dikkat çeken bir 2025 güvenlik raporu hazırladı. Buna göre Türkiye, Rusya ve İran’la karşı karşıya gelecek, ABD ile yakınlaşacak.
Siyaset, Ekonomi ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (SETA), “Güvenlik Radarı” raporlarının sonuncusunu yayınladı. “SETA Güvenlik Radarı: 2025’te Türkiye’nin Jeopolitik Ortamı” başlıklı raporda, yeni yılda Türkiye’nin jeopolitik ortamında küresel gelişmelerin nasıl olacağına ilişkin değerlendirmeler yer aldı. ABD, NATO, Avrupa Birliği (AB), Rusya, İran, Suriye, İsrail-Filistin, Güney Kafkasya, Afrika ve Balkanlarda meydana gelebilecek gelişmelerin Türkiye açısından doğuracağı “fırsatlar ve riskler” analiz edildi.
2025’te Türkiye’nin Rusya ve İran’la ilişkilerinde ayrışma olacağı savunulan raporda, ABD/NATO ve AB ile ilişkilerde stratejik ilerlemelerin katedileceği kaydedildi.
Raporda, Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Ege Denizi ve Yunanistan’la ilgili hiçbir değerlendirmenin yer almaması dikkat çekti.
Raporda şu vurgular öne çıktı:
“2025’te Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri, stratejik işbirliğini dolaylı kısıtlama ile dengeleyen iki yönlü yaklaşımla şekillenmektedir. Ekonomik ve enerji ilişkileri ikili gündemin merkezinde yer alırken Türkiye’nin jeopolitik öncelikleri ve NATO taahhütleri, Moskova ile temkinli ve pragmatik bir etkileşimi zorunlu kılmaktadır.
“Türkiye’nin muhalif güçlere verdiği destek ve PKK/YPG unsurlarına karşı yürüttüğü mücadele, devam eden diplomatik koordinasyona rağmen Moskova ile stratejik ayrışmalarının tezahürüdür.
“Türkiye, NATO’nun güneydoğu kanadının temel taşı olmaya devam ederek, Rusya’dan gelen tehditlerin caydırılmasında ve Ortadoğu’nun istikrarında hayati bir rol oynamaktadır.
“Türkiye, siber tehditler, iklimle ilgili güvenlik riskleri ve Karadeniz’deki deniz güvenliği gibi ortaya çıkan zorluklara uyum sağlama konusunda NATO’yu aktif bir şekilde desteklemektedir. Romanya ve Bulgaristan gibi NATO müttefikleriyle birlikte Karadeniz Mayın Karşı Tedbirleri Görev Grubu (MCM Black Sea)’nu oluşturması, Türkiye’nin bölgesel güvenlik ve kriz yönetimine olan bağlılığını ortaya koymaktadır.
“Suriye, Türkiye ile İsrail arasında çıkar çatışmalarının yaşanabileceği bir bölge olarak ortaya çıkabilir.
“Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğü ve terörle mücadeleyi öncelik haline getirdiği bir ortamda, İsrail’in Türkiye’nin Suriye’yi istikrara kavuşturma çabalarına meydan okuyan stratejiler izleyebilmesiyle bölgesel gerilimler artabilir.
“Esed rejiminin çöküşü ve İran’ın zayıflayan pozisyonu, Türkiye için İran etkisini Suriye ve daha geniş bölgede dengeleme fırsatları sunmuştur. Ancak İran’ın Suriye’den çekilmesi ve etkisinin azalması, İran’ın Suriye’de Türkiye’ye karşı asimetrik unsurları desteklemesine yol açabilir ve bu durum Ankara ile Tahran arasında çatışmacı bir rekabeti tetikleyebilir.
“Türkiye, Çin, Fransa ve Rusya gibi küresel güçlerle rekabetin yanı sıra bazı bölgelerdeki siyasi istikrarsızlık ve terörizm riskleri gibi zorluklarla da karşı karşıyadır.
“2024’teki ilerlemelerin üzerine inşa edilen bu politikalarla Türkiye, Hava Kuvvetlerini F-16 gibi 4.5 nesil savaş uçakları ve muhtemelen Eurofighter Typhoon’larla modernize etmeye devam ederek NATO standartlarındaki platformlara olan tercihi gösterecektir ki bu da daha önce Rus alternatiflerine yönelme ihtimali hakkındaki spekülasyonlara rağmen NATO uyumunun öncelikli olduğunu göstermektedir.
“Türkiye, NATO’ya olan taahhütlerini sürdürürken Afrika ve Orta Asya ile ortaklıklarını güçlendirme çabalarının yanı sıra stratejik özerklik arayışını da öne çıkarmaktadır.
“Ortaya çıkan ‘yeni’ tehditler NATO’yu, gelecekteki çatışma ve gerilimlerin gerekliliklerine uyum sağlayacak şekilde kendini dönüştürmeye zorlayacaktır. Türkiye kötü niyetli birey ve kurumların ‘eksen kayması’ suçlamalarına rağmen NATO’nun vizyonu, hedefleri ve amaçlarına bağlı kalmaya devam edecektir.
“2024’te geçen yılki konjonktürden farklı olarak Kremlin’in temel endişesi, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Batı yaptırımlarına katılma olasılığıdır. Moskova, böyle bir adımın ticaret odaklı işlem seçeneklerini daraltacağına ve Ankara’yı Moskova’dan tamamen uzaklaştıracağına inanmaktadır. Bu sözde endişe, liderler ve bakanlar arasındaki ikili görüşmelere yansımıştır.
“Türkiye’nin adımları, doğrudan ve kasıtlı olarak Rusya’nın nüfuzunu ve maddi kabiliyetlerini sınırlamayı hedeflemese de, bu göstergelerde önemli bir daralmaya yol açmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin Suriye ve bir ölçüde Ukrayna ile etkileşimi, Moskova’nın etkisi üzerinde böyle bir sonuç doğurmuş gibi görünmektedir. Ekonomik ilişkilerin yaklaşık 56 milyar dolarlık hacmine ve aralarındaki güç asimetrisine rağmen Ankara’nın adımları Moskova’nın güç projeksiyonunu daraltmaktadır.”
“2025’te Türkiye’nin stratejik önceliklerinden biri YPG sorununa odaklanmak olacaktır. Türkiye’nin YPG sorununu çözmek için öncelikleri şu şekilde sıralanabilir: YPG’nin silahsızlandırılması, YPG içindeki PKK unsurlarının ayrılması ve YPG içindeki yabancı savaşçıların ayrılması.
“Rusya’nın azalan etkisi ve İran’ın zayıflayan konumu nedeniyle oluşan bölgesel güç boşluğu, Türkiye’ye yeni bir bölgesel siyaseti şekillendirme fırsatı sunmaktadır.
“Eğer Trump yönetimi, Netanyahu hükümetini sınırlamak için adımlar atmazsa hem bölgenin istikrarını hem de Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eden İsrail politikalarına karşı önlemler almak 2025’te Ankara’nın ana öncelikleri arasında yer alacaktır.
“Batı ile İran arasındaki ihtilafın üç ana dinamiği bulunmaktadır: İran’ın nükleer programı, füze programı ve İran destekli milisler.
“Türkiye temkinli ve ihtiyatlı bir dış politika benimsemiş; İran’ın nükleer programı ve bu program nedeniyle uygulanan yaptırımlar konusunda net bir duruş sergilerken diğer iki meselenin ise mümkün olduğunca dışında kalmaya çalışmıştır.
“Baas rejimi, Türkiye’den uzaklaşmış ve ülkeyi İran’ın askeri ve siyasi manevra alanına dönüştürmüştür.
“Bu milisler zaman zaman Türkiye’ye karşı faaliyetlerde de bulunmuştur.
“Zengezur Koridoru, Türkiye ve İran’ın iki bölgesel güç olarak karşı karşıya geldiği bir diğer önemli konu olmuştur.
“Türkiye, İran’ın nükleer programı konusunda her zaman net bir pozisyona sahip olmuştur. Buna göre Türkiye bir yandan İran’ın nükleer programının barışçıl amaçlarla kullanılması gerektiğini vurgulamış diğer yandan bu konuda İran’a karşı ayrımcılık yapılmasına karşı çıkmıştır.
“İran, doğal sınırlarının değişeceğine ve Kafkasya ile bağlantısının kesileceğine inandığı için Zengezur Koridoru’na karşı çıkmaktadır. Öte yandan koridorun İran’ı baypas ederek Türkiye’yi doğrudan Türk Cumhuriyetleri ile bağlayacak olması da İran tarafından hoş karşılanmamaktadır.
“3+3 müzakere formatı gibi platformlara büyük önem vermektedir. Ancak bu tür önerilerin diğer taraflarca kabul edilip edilmeyeceği bir soru işaretidir.
“Türkiye’nin İran’ın nükleer programına yönelik tutumu değişmeyecektir. Türkiye, yalnızca barışçıl amaçlar taşımayan nükleer programlara değil aynı ve askeri müdahalenin bir çözüm olmadığı görüşünü savunmaktadır. Aynı zamanda bu tür programlardan kaynaklı tedbirlerin yalnızca İran’a uygulanmasına da karşıdır. Ayrıca Türkiye, İran’a yönelik yaptırımları onaylamamakta ve askeri müdahalenin bir çözüm olmadığı görüşünü savunmaktadır.”
Raporun Türk-Amerikan ilişkileri bölümünde Suriye’de PYD konusunda ABD ile “kabul edilebilir uzlaşma” ortamının sağlanabileceği belirtildi. ABD ile yapılacak “işbirliği temelli çözüm” senaryosu şöyle ifade edildi:
“Bu senaryoda Türkiye ve ABD, PYD meselesinde karşılıklı kabul edilebilir bir uzlaşıya ulaşabilir. Bu durumda ABD, Türkiye’nin güvenlik endişelerini kabul ederek PYD’ye verdiği askeri ve siyasi desteği sınırlarken Türkiye de Suriye’nin kuzeydoğusunda geniş çaplı askeri operasyonlardan kaçınabilir. Bunun yerine her iki ülke de bölgenin istikrarını sağlamayı hedefleyen bir çerçeve üzerinde iş birliği yapabilir. Bu yaklaşım bölgenin güvenliğini sağlayabileceği gibi Türkiye de PYD’nin PKK ile bağlarını kopardığına ilişkin deklarasyonunu kabul ederek PYD’yi yeni dönemde Suriye’nin siyasal yeniden inşasında askeri olmayan bir aktör olarak konumlandırmasına olanak tanır.
“Böyle bir senaryo, Türkiye ve ABD arasında iş birliği fırsatlarını çeşitlendirebilir. Türkiye’nin bölgesel etkisi ve ABD’nin istihbarat kabiliyetleri kullanılarak DEAŞ’a karşı mücadele kesintisiz bir şekilde devam edebilir ve iki ülke arasındaki güvenlik mekanizmalarının koordinasyonu sayesinde güvenlik riskleri en aza indirilebilir. Bu şekilde iş birliği temelli bir yaklaşım Türk-Amerikan ilişkilerini güçlendirebilir ve Suriye’nin istikrarı ile diğer stratejik konularda daha geniş bir iş birliğinin kapısını aralayabilir.”
SETA raporunda, Ankara’nın izlediği denge politikasından da ileri öneriler yer alıyor. Rusya’ya enerji bağımlılığının özgür karar vermeyi engellediği öne sürülüyor. Raporda, ABD ve NATO’nun Rusya’yı çevrelemek için savaşa sürdüğü Ukrayna, ‘stratejik ortak’ olarak niteleniyor:
“Ukrayna, Türkiye için şu dört şeyi ifade etmektedir:
• Savunma sanayii etrafında derin işbirliği yaptığı stratejik bir müttefik,
• Karadeniz güvenliğinde paydaş ve Türkiye’nin deniz komşusu,
• Rusya’ya karşı dengeleyici-sınırlayıcı bir aktör,
• Etnik Türk Tatar nüfusunun yurdu,
“Kiev, Karadeniz’in güvenliği ve Rusya’nın askeri, siyasi ve dini açılardan dengelenmesi açısından da son derece kritik bir konumdadır. Ayrıca Türkiye, Kırım Tatarlarının hakları ve refahına büyük önem vermekte ve bu konudaki duruşundan geri adım atma niyetinde değildir.
“NATO üyesi bir ülke olarak Türkiye, Ukrayna’yı askeri ve savunma sanayii açılarından yakın bağlara sahip olduğu stratejik bir ortak olarak görmekte ve bu durum Moskova açısından bir tehdit oluşturmaktadır.
“Türkiye’nin Ukrayna’yı Rusya’yı sınırlayan bir aktör olarak algılaması da Moskova’da olumlu karşılanmamaktadır.
“Uzun vadede tercih edilen sonuç, Rus doğal kaynaklarına olan bağımlılığın azaltılmasıdır. Böyle bir durumda Ankara, Moskova karşısında çok daha özgür bir şekilde karar alabilecektir.
“Nükleer silahlar dahil güç kullanımı, bu senaryoda Ukrayna ve NATO dahil tüm taraflara karşı misilleme gerektirecek bir eylem olarak kabul edilecektir. Bu durum iki taraf arasında bir çatışmayı doğal olarak mümkün hale getirmektedir. Türkiye bir NATO üyesi ülke olarak bu ihtimalden etkilenecek ve tarafsız kalmayı tercih etmesine rağmen savaşa taraf olma riskiyle karşı karşıya gelebilecektir.”
SETA, Türkiye’nin dış politikasında bir kanadı temsil ediyor. Türkiye’nin bölge ülkeleriyle işbirliğine karşı emperyalist tezlerle yayınlar yapıyor. NATO ve ABD ile iyi ilişkileri bazen örtülü bazen açıktan savunuyor. Avrasya ile bütünleşmeye karşı çıkıyor, Atlantik’in ise yollarını döşüyor.
Türkiye 15 Temmuz’daki Amerikancı kalkışmanın ardından Atlantik cephesinden kopma ve yüzünü Asya’ya dönme sürecine girdi. Bu, zaman zaman Türk yetkililerin söylemlerine de yansıdı. Hatta ‘Yeniden Asya’ atılımı başlatıldı. Ancak Hükûmet ‘eksen kayması’ şeklinde gelen eleştirileri reddetti, Türkiye’nin her iki blokla da iyi ilişki istediğini ilan etti. Bu süreç özellikle Rusya-Ukrayna cephesinde ‘denge siyaseti’ formuna girdi. Ekonomide ise Mehmet Şimşek politikalarına dönüldü. SETA, aşağıdaki rapordan da görüleceği üzere, 2025’te denge politikasının da ötesinde, Atlantik’e dönen bir çizgi belirlenmesini bekliyor.