8663,88%-2,49
34,34% 0,11
37,41% 0,61
3019,36% 0,04
4989,57% 0,28
Aydınlık, Hakan Fidan’ın açıklamalarını Suriyeli diplomatlara sordu.
Hürriyet gazetesi önceki gün oldukça dikkat çeken bir manşetle çıktı. Hande Fırat’ın Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile yaptığı röportaj, manşetten “Esad Henüz Hazır Değil” başlığıyla sunuldu. Röportajda Türkiye-Suriye normalleşmesine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Bakan Fidan, şunları söylüyor:Türkiye, bu çatışmasızlık ortamında rejimin ve muhaliflerin üzerinde anlaşabilecekleri bir siyasal çerçeveyi oluşturmalarını görmek istiyor.
- Suriye açısından, sahici bir konuşma Suriyeli muhaliflerle olmalı. Bizim temennimiz, Esad’ın kendi muhalefeti ile anlaşması.
- Ancak anladığımız kadarıyla kendisi ve ortakları, muhalefetle anlaşmaya ve büyük bir normalleşmeye hazır değil.
Suriye Hükûmeti’nin “ayak sürüdüğü” yönündeki söylemler yeni olmasa da Bakan Fidan’ın açıklamalarından Şam’ın tam olarak hangi noktalara itiraz ettiğini anlamak pek mümkün değil. Ancak biraz geçmişe gittiğimizde, Türkiye’nin de normalleşme için masaya birtakım talepler koyduğu görülüyor.
Bu noktada Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in ağustos ayında Reuters’e yaptığı açıklamalar, Türkiye’nin pozisyonunu anlamak bakımından önemli.
Bakan Güler, şöyle diyor:
“Türkiye, Suriye’den çekilme koordinasyonunu ancak yeni anayasa kabul edildikten, seçimler yapıldıktan ve sınırlar güvence altına alındıktan sonra görüşebilir.”
Tam da bu noktada Şam Yönetimi’nin itirazlarının başladığı görülüyor. Suriye Hükûmeti, açık şekilde kendilerine bir anayasa ve seçim dayatılmasını kabul etmiyor. Türk askerinin ülkeden çekilmesi yönünde de çeşitli açıklamalar yapılsa da bu açıklamaların hemen ardından kurulan cümleler ne hikmetse Türkiye’de perdeleniyor.
Örneğin Yaşar Güler’in açıklamasından iki hafta sonra Suriye Parlamentosunda konuşan Cumhurbaşkanı Beşar Esad, Türk askerlerinin Suriye'den çekilmesini istediğini söylemiş, bu sözleri tüm Türk medyasında yer almıştı.
Ancak Esad, aynı konuşmasının devamında, Türk askerinin hemen çekilmesinin normalleşme görüşmeleri için bir şart olmadığını, sadece bu yönde bir garanti istediklerini dile getirmişti.
Esad’ın bu sözlerini perdeleyen Türk basını, ne yazık ki daha önce Suriye Dışişleri Bakanı’nın, Suriye Ulusal Uzlaşı Komitesi Sözcüsü’nün, çok sayıda Suriyeli diplomatın, askerin, akademisyenin de benzer görüşlerini tamamıyla görmezden gelmişti.
Bakın Aydınlık, daha Şubat 2024’te üst düzey bir Suriyeli diplomatın şu sözlerini sayfalarına taşımıştı:
“Türk askerinin hemen ayrılmasına gerek yok. Sadece ayrılacaklarını duyurması ve bazı noktalardan kısmen çekilmesi önemli bir adım olur. Böylece müzakereler devam ederek normalleşme süreci yeniden başlayabilir. Sonrasında her şeyde birlikte hareket ederiz.”
Dolayısıyla Suriye tarafının Mehmetçiğin hemen çekilmesi yönünde bir talebinin olmadığı, ancak ileride bu çekilmenin gerçekleşeceğine dair bir garanti istediği söylenebilir. Türkiye ise bu garantiyi zaten verdiklerini, her ortamda, her mecrada Suriye’nin toprak bütünlüğüne olan bağlılıklarını teyit ettiklerini bildiriyor.
Öyleyse bu anlaşmazlık nereden çıkıyor? Bu sorunun yanıtını da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov veriyor:
“Şam ve Ankara’nın pozisyonlarında ortaya çıkan görüş ayrılıkları, müzakere sürecinin duraklamasına neden oldu. Suriye Hükûmeti, öncelikle Türk askeri birliklerinin Suriye Arap Cumhuriyeti topraklarından çekilmesi konusuna netlik kazandırılması gerektiğinde ısrar ediyor. Türkiye, prensip olarak Suriye’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne olan bağlılığını teyit ediyor ancak birliklerin çekilmesi konusunu daha sonra ele almayı teklif ediyor.”
Lavrov’un bu açıklamaları, normalleşmeye karşı ayak sürüyen tarafın Şam değil daha çok Ankara olduğu yönünde bir izlenim uyandırıyor.
Nitekim asker çekme konusunda garanti mekanizmasının tartışıldığı bir dönemde aniden masaya “muhalefetle anlaşın” bombasının konulması, işbirliği sürecini daha da zorlaştırmak anlamına geliyor. Bu noktada muhalefetin pozisyonunu da anlamakta fayda var.
Suriye muhalefeti, Beşar Esad ile normalleşme konusunda bölünmüş durumda. Türkiye’nin yönettiği bir grup muhalif, normalleşme sürecini kısmen kabullenmiş, hatta sahada bu yönde atılan güven artırıcı bir dizi adımın da öncülüğünü üstlenmişti.
Normalleşmeye karşı çıkan gruplar ise isyan girişimlerinde bulunarak en nihayetinde silahla engellendi. Bu grupların bir kısmının HTŞ, bir kısmının da PYD ile hareket edeceği öngörülüyor.
Ancak Suriye’nin kuzeyinde Ankara’ya “sakın Esad’la anlaşma” baskısı yapabilecek bir güç odağı bulunmuyor.
Gaziantep’te oturan sözde “Suriye Geçici Hükümeti Başbakanı” Abdurrahman Mustafa da çözüm için siyasi geçiş, güvenli ortam, seçimlerin yapılması, ordu ve güvenlik kuvvetlerinin yeniden yapılandırılması gibi ayrıntılardan bahsediyor. Mustafa’nın “yeniden yapılandırma” sözü önemli. Çünkü Şam ile muhalefet anlaşmasının, anayasa dayatması olmadan da yürütülebileceği örnekleri akla getiriyor.
Suriye Hükûmeti, daha önce çeşitli bölgelerde benzer uzlaşı modellerini uygulamayı başarmıştı. Neydi bu uzlaşı modeli? Muhalif grupların elinden ağır silahları alındı, militanların üzerine birer üniforma verildi, emir-komuta Suriye Ordusu’na devredildi, militanlar ise Suriye Ordusu’nun birer parçası olarak bölgede yeniden görevlendirildi.
İşte Suriye Hükûmeti, Suriye’nin kuzeyindeki muhalefet ile anlaşmayı da bu eksende değerlendiriyor. Tabii bu muhalefete ne PKK/PYD ne de HTŞ gibi gruplar dahil değil. Daha çok Türkiye’nin kontrolündeki Milli Ordu unsurlarından bahsediliyor.
Bölgedeki tüm devlet kurumlarının Suriye Hükûmeti’ne devredilmesi ve Suriye Ordusu’nun bölgeye girmesi birinci öncelikleri. Ancak Şam’a bir anayasa ve seçim süreci dayatmak, muhalefete bir statü tanınması, seçim maskesiyle de hükûmetin devrilmesi şeklinde anlaşılıyor. Aslında haksız da sayılmazlar.
Diğer yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kazan’da Rus Lider Putin’den devreye girmesini istemesi, anayasa ve seçim gibi konuları uzun süredir gündeme getirmemesi, daha önce de Suriye Ordusu’nun sınırlarımızda olmasından herhangi bir rahatsızlık duymayacağı yönündeki açıklamaları varken, Dışişleri Bakanı’nın Suriye’de terörün temizlenmesini yokuşa süren bir çıkış yapması, Türkiye’nin denge dediği dış politikasındaki tutarsızlığı da ortaya çıkarmış oluyor.
Aslında normalleşmeye karşı hem Ankara’da hem de Şam’da direnç gösterenler olduğu biliniyor. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı, devletin ve hükûmetin başı olarak sorumluluğu taşıyor. Türkiye’nin bekası için bekleyecek vakit kalmadı.
Hızla Suriye ile askeri bir işbirliği yapılmalı, hem bölücü hem de yobaz terör örgütlerine karşı harekete geçilmeli. Aksi takdirde ABD/İsrail, Kürdistan adı altındaki İkinci İsrail planlarını ilerletmeyi sürdürüyor. Öyleyse âlî menfaatlerimiz için, anayasayı seçimi geçin, silahlı işbirliğine başlayalım.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamalarını dün Suriyeli yetkililere sorduk. Üst düzey bir Suriyeli diplomat, şunları söyledi:
“Muhalefet, ama hangi muhalefet? Asıl sorun da bu. Eğer muhalefet, yabancı ülkeler tarafından seçiliyorsa, o zaman bu gerçek bir muhalefet değildir. Sorun gerçek bir muhalefetin olmamasıdır. Öte yandan bu bir iç meseledir. Hiçbir ülke başka bir ülkedeki hükümete, muhalefetinle şunu yap, bunu yap demez.
"Aynı şeyi bizim de Türk Hükûmeti ile Fethullah Gülen arasındaki ilişkiler için söylediğimizi düşünün. Bu başka hiçbir ülkeyi ilgilendirmez. Başka bir ülkeyle ilişki kurmak istediğinizde, uluslararası ve ikili meseleler hakkında normal ilişkiler kurmalısınız. Onun iç politikasının bir parçası olmamalısınız! Buna normalleşme değil hegemonya denir.”
Suriye Ulusal Uzlaşı Komitesi Sözcüsü Ömer Rahmon ise şu değerlendirmelerde bulundu:
“Suriye Devleti’nin uluslararası garantiler olmadan muhalefetle diyalog kuracağını düşünmüyorum. Suriye Devleti, bu muhalefetin Türkiye ve diğer ülkeler tarafından yönlendirildiğine inanıyor. Dolayısıyla Suriye Hükûmeti öncelikle muhalefeti yöneten ülkelerle diyalog kuracak, uluslararası garantiler alacak ve ondan sonra muhalefetle ilgili müzakereler yapacak.
“Normalleşme süreci, Ankara ve Şam tarafından tüm terörist grupların tasfiyesi, mültecilerin gönüllü olarak geri dönmesi ve Adana Mutabakatı'na benzer bir güvenlik anlaşmasına varılarak sınırın güvence altına alınmasından sonra gerçekleşmelidir.”