8 Kasım'da sabah erkenden aradım ve "Cumhurbaşkanı Şehitler Caddesi'ne gidiyor, önemli haberler olacak" dedim. Sesi kesildi ama tekrar "Bekleyelim..." diyor. Cumhurbaşkanı'nın konuşmasından iki saat sonra ancak Hikmet'in telefonuna cevap verebiliyorum. Bana söylediği ilk sözü asla unutmayacağım: "Şuşa'da çok şey kaybettik..."
Şuşa'nın bir başka bilgelik özlemi daha vardı. Bunu ben söylemiyorum, onu tanıyan ve Şuşa ile ilgili yazılarını okuyan herkes bunu doğrulayabilir. Şuşa, bilgelikle yaşayan acı gibiydi. Bu yıllarda Şuşasız'ı bu kadar derin üzüntüyle yaşayan birinin olduğuna inanmıyorum. Belki ünlüydü, tanınıyordu, belki sık sık yazıyordu, o yüzden bana öyle geliyor ki... Ama inanın yazdıkları, çektiği acıların yarısı bile değildi. Hikmet, Şuşa'yı bunca yıl omzunda taşıyan adamdı. Belki bir tabut gibi, ağır bir taş gibi... Yoruluyordu, umutsuzluğa kapılıyordu ama yine Şuşa, yine Şuşa acısını anlatmaktan, yaşamaktan vazgeçmemişti.
Meslektaşlarının birçoğu da hiç tanışmadıkları Şuşa'yı Hikmet'in yazılarından tanıdıklarını, insanları, havayı, sisi, yağmuru, karı ondan öğrendiklerini itiraf ediyor. O yüzden hiç tereddüt etmeden söylüyorum ki Şuşa sadece memleketim değil aynı zamanda kardeşimdir...
Yıllarca yazdık hepimiz, siyah saçlı olanımız, olmayanımız... Bazen çok kırılgan, gösterişten uzak, bazen kızgın ve umutsuz. İşin kötüsü işgaldeki her yer için, hatta Ermenistan'a koridor olması gereken Laçin için bile "çözüm bulunmuş" ama sıra Şuşa'ya gelince herkesin yüzündeki üzüntü daha da artacaktı: "Şuşa meselesi" zor..." Yıllar boyunca birisine neden böyle düşündüğünü sorduğunu çok duyduk. Gerek yoktu. Şuşa meselesinin neden zor olduğunu kim bilmiyordu...
Ermenilerin yaydığı videoları izliyorduk, burası falan filanın evi falan sokak falan filan... falan filan. Ermenilerin Şuşa'da yiyip içtiklerini, orada dinlendiklerini ve bize açlık yaşattıklarını, bunun da düşmanın bize yaşattığı bir başka travma olduğunu asla unutmamalıyız. Ülkenizde yabancıların gol atıp oynamasından daha büyük bir sorun olur mu? İşgal sırasında atalarınızın kemikleri mezarlarında yakılırken nasıl "hayattayım" diyebilirsiniz? Pirşagi'deki "Şuşalyari mezarlığı" ve genel olarak tüm mülteci mezarlıkları da bu sorunun cevabıdır...
Yalan değil, yıllar boyunca pek çok umutsuz dönem yaşadık. Dünyadaki hareketi ve Ermenistan'a verilen desteği görebiliyorduk. Artık Minsk Grubu'nun gelip gitmesine olan inanç kalmamıştı, müzakereler anlamsızdı. Şuşa'ya söylemeyin, eşbaşkanların tartışma masasında değildi! Görüşmelerde Ermeniler, "Burada bir konsolosluk binası açarsanız Şuşa'da Azerbaycan bayrağı dalgalanacak" dedi. Düşman Şuşa'yı ebedi pençelerinde yakaladıklarına kendilerini inandırdılar, böylece...
"Ermeniler Şuşa'yı savaşmadan geri vermeyecekler" fikri son yıllarda ortalıkta dolaşıyor. Nisan 2016'daki çatışmalarda "Askeri operasyonlar neden durdu, neden ilerlemedik" diye sorduk ve üzüldük. Yine umutsuzluk...
27 Eylül'de başlayan Vatanseverlik Savaşı'nın her saatini "Şuşa'nın mutlaka işgalden kurtulması" ümidiyle yaşadık. İşgalden kurtulan her köy bizi Şuşa'ya yaklaştırdı. Ayrıca "amalar" ve "belki..."ler de vardı. Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, "Şuşa olmazsa bizim çalışmalarımız yarım kalır" diyerek "ama" ve "belki" kelimelerinin altını çizdi.
İlham Aliyev Şuşa'da
Cumhurbaşkanı İham Aliyev'in 39 yıl önce misafir olduğu Şuşa'ya muzaffer bir komutan olarak dönüşü belki de Allah'ın yazdığı bir kader olarak açıklanabilir. Ancak Şuşa'nın düşmandan geri alınmasının kaderden öte, farklı ve biraz da mucizevi olduğu konusunda hemfikir olalım. Şuşa'yı işgalden kurtaran komutan olarak tarihe geçen İlham Aliyev'in kendi yazdığı kaderi, kendine açtığı Zafer yolu, bunun için Cumhurbaşkanı ve ordu komutanı olmak yeterli değildi. Şuşa'nın düşmandan geri alınması olağanüstü bir operasyonla, olağanüstü bir zeka ve iradeyle mümkün oldu.
İham Aliyev, düşmanla aynı masada oturmanın bir anlamı olmadığına karar verdi. Başkanın savaştan hemen önceki konuşmalarını bulun ve okuyun. Tavizsiz ve sert tavrını neredeyse her gün ortaya koydu. Bu sadece düşmana duyulan öfke değil, ordunun ayak sesleriydi, sabrın tükendiğine dair bir uyarıydı.
Bu savaşta Azerbaycan Ordusu, toprakları, şeref şehrimiz Şuşa'yı Ermenilerin pençesinden kurtarmakla kalmamış, aynı zamanda yüz yıllık Ermeni hayallerini de ayaklarının altında bir hurda gibi yok etmiş, Ermeni efsanesini yerle bir etmiş, yıkmıştır. Ermeni lobisinin arkası. 30 yılımızı yediler, onun yerine 100 yıllık tarihi darbeyi yediler.
... Şuşa'nın serbest bırakılmasının üzerinden 4 yıl geçti ama hâlâ "Şuşa, sen özgürsün!" Sözleri dikkatlerden kaçmıyor. Şuşa 44 gün süren savaşın bitiş noktasıydı. Ama sakın devamının geleceğini söylemeyin. Düşmanın son direniş yuvasının düştüğünü, Bakü'de bölücü-teröristlerin kelepçelendiğini, 20 Eylül'ün Azerbaycan Devlet Egemenlik Günü olarak tarihimize yazıldığını gördük.
Biz yaşayalım, başımız dik kalalım diye canlarını veren şehitlerimize borçluyuz, gazilerimize minnettarız... Şu Kasım günlerinde Şuşa'yı Azerbaycan'a geri döndürmediler, halkın 29 yıllık hayatını kurtardılar. eski, ezilmiş ve aşağılanmış gurur...
Nazım SABIROĞLU