Kadir Uğur Yılmaz

Tarih: 12.12.2024 11:57

Adaletten çok uzak bir kavram; Uluslararası Hukuk

Facebook Twitter Linked-in

Uluslararası hukuk, teoride devletlerin eşitliği ve barışçıl ilişkileri üzerine inşa edilmiş bir sistemdir. Ancak pratikte, bu sistemin ne kadar işlemediği her geçen gün daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Dünya sahnesinde güç dengelerinin hâkim olduğu bir düzende, hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukuku hüküm sürmektedir.

Bir anlaşmayı ihlal eden ya da uluslararası hukuka aykırı davranan bir devlete yaptırım uygulayacak bağımsız ve tarafsız bir mekanizma olmaması, bu düzenin temel açmazıdır. Uluslararası mahkemeler, insan hakları ihlalleri ya da savaş suçlarına ilişkin kararlar alabilir, ancak bu kararların uygulanması büyük ölçüde güçlü devletlerin insafına kalmıştır. İşte bu yüzden, uluslararası hukuk, bir adalet sistemi olmaktan çok bir politik araç olarak işlev görmektedir.

BM ve NATO: Egemen Güçlerin Gölgesinde Adalet Arayışı

Birleşmiş Milletler (BM) ve NATO gibi kurumlar, kurulu düzeni korumaktan başka bir işe yaramıyor. BM Güvenlik Konseyi’nin yapısına baktığımızda, veto hakkına sahip beş daimi üyenin (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa) küresel adaletin önünde nasıl bir engel teşkil ettiğini görürüz. Bu ülkelerin çıkarlarına aykırı herhangi bir kararın alınması mümkün değildir.

NATO ise, barış gücü olarak tanımlanmasına rağmen, çoğu zaman bir savaş mekanizması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kurumların bağımsız ve tarafsız bir adalet anlayışıyla hareket ettiğini savunmak, ne yazık ki mümkün değildir. İsrail’in Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını tanımaması ya da Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırıları gibi örneklerde, bu kurumların etkisizliği açıkça görülmektedir.

Devletlerin Çifte Standartları ve Mütekabiliyet İlkesi

Uluslararası ilişkilerde sıkça duyduğumuz "mütekabiliyet ilkesi," adeta bir söylemden ibarettir. Teoride, bir devletin başka bir devlete yönelik muamelesi, karşılıklı eşitlik ilkesine dayanır. Ancak pratikte, bu ilke güç dengelerine göre şekillenir. İsrail’in Filistin halkına yönelik politikaları ya da Çin’in Doğu Türkistan’daki uygulamaları karşısında büyük devletler sessiz kalırken, daha zayıf devletlere yönelik yaptırımlar hızla devreye girer.

Bu çifte standart, uluslararası hukukun neden güvenilir bir sistem olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Güçlü devletlerin hukuk ihlalleri göz ardı edilirken, zayıf devletler üzerinde baskı ve yaptırımlar eksik olmaz.

Hukukun Üstünlüğü mü, Üstünlerin Hukuku mu?

Uluslararası sistemin temel sorunu, adaleti sağlamak için bir "yargı mecrisi" ve "ceza infaz kurumu" bulunmamasıdır. Hukuka aykırı hareket eden devletlere karşı yaptırımlar uygulanmasını sağlayacak bir otoritenin yokluğu, sistemi etkisiz kılmaktadır. Bugün dünyada "hukukun üstünlüğü" değil, "üstünlerin hukuku" egemendir.

Bu durum sadece devletler arasında değil, uluslararası toplumun vicdanında da derin yaralar açmaktadır. İsrail’in insan hakları ihlallerine yönelik kararları tanımaması, Rusya’nın Ukrayna’daki ihlalleri ya da Çin’in Uygur Türklerine yönelik politikaları, hukukun üstünlüğü ilkesinin hiçe sayıldığını gösteriyor.

Sonuç: Bir Adalet Sistemi Mümkün mü?

Uluslararası hukukun işlevsel ve adil bir sistem haline gelmesi için öncelikle bağımsız bir yargı mekanizması oluşturulması gerekmektedir. Ancak bunun gerçekleşmesi, mevcut güç dengeleriyle neredeyse imkânsızdır. Bugün dünya sahnesinde hukuk, bir adalet aracı olmaktan çok, güçlü devletlerin çıkarlarını meşrulaştırma aracıdır.

Eğer gerçekten adaletin sağlanacağı bir uluslararası sistem inşa edilmek isteniyorsa, öncelikle mevcut kurumların yapısal reformlarla bağımsızlaştırılması ve hukukun üstünlüğünün sağlanması gerekir. Aksi halde, uluslararası hukuk, üstünlerin hukukundan ibaret olmaya devam edecek ve dünya halkları bu adaletsizlik içinde kaybolacaktır.

Küresel sistemin bu çarpıklığına karşı sessiz kalmak, adaletin sesi olmak isteyenlerin omuzlarına ağır bir sorumluluk yüklemektedir. Ancak tarih, adaletsiz düzenlerin uzun süre ayakta kalamayacağını da defalarca göstermiştir. Belki de en büyük umut, halkların bu adaletsizliğe karşı ortak bir ses oluşturmasında saklıdır.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —