Eluca Atalı

Tarih: 05.07.2024 08:22

Ağa Düşmeyen Balık

Facebook Twitter Linked-in

Eluca Atalı
Ağa Düşmeyen Balık
"İran zindanında" kitabından "Devrimin travması" bölümünden
Molla soyunmaya başladığında Fatma utanarak iki eli ile yüzünü sıkıca kapattı. O, ömründe ilk defa gördüğü çıplak insan vücudundan çekiniyor, utanıyordu. Eğer suyun şıpırtısı kulaklarına gelmeseydi belki de hâlâ uzun süre gözlerini açmayacaktı. Gözlerini açtığında Molla’yı karşısında göremedi ama evin döşemesinde su göllenip duruyordu ve kız dizine kadar suyun içindeydi. O, hızlıca dönüp ses gelen tarafa baktığında akvaryumda yüzen Molla onun sevimli kara balıklarını tutmaya gayret ediyordu. Balık, yaşlı adamı ustaca aldatıp ona yaklaşıyor, ama aniden çevik bir
hareketle yüzüp onun etrafından kaçıyordu. Molla inadından vazgeçeceğe benzemiyordu, iki elini yan yana tutup suyun altından ağ gibi süzüyordu. Balıksa kâh o ağın yukarısından kâh aşağısından yüzerek oradan çıkıyordu. Molla’nın sinirlerinin gerildiği uzun bıyıklarını dişlerinin arasına alıp sıkmasından belliydi. O, çiğnediği bıyıklarını ansızın bırakıp balığı tehdit etmeye başladı:
“Tutacağım! Deniz değil ki yüzüp dipsiz derinliğe dalasın.”
O, iki elini birbirinden ayırmadan parmaklarını birbirinden aralayarak ağın hacmini büyüttü.
“Nereye kaçacaksın? Görmüyor musun, şimdi denizin egemenliği benim elimde!”
Balık sessizce yüzüyordu, sanki bu sessizliği ile Molla’nın gerilen sinirlerini daha da germeye gayret ediyordu. Molla’nın bütün bedeninin akvaryuma zorla sığmasına rağmen hala elbisesinin etekleri cam kabın kenarından sallanıyordu. Ancak o büyük bir şevkle balığın peşi sıra sürünüyordu. Balık onun ayağının altındaki boşlukta durduğunda Fatma’nın yüreği ağzına gelecekti. Kız, Molla’nın ağır ayağının suyun dibine basıp bir anda balığın ödünü patlatarak onu kendi zehri ile öldüreceğini zannetti. Balık aniden bir manevra ile kızı sevindirdi, o, Molla’nın baldırlarının arasındaki boşluktan ustaca öne çıktı.
“Tutsam, bırakmayacağım!”
“Biliyorum…”
Suyun gerçek sahibi birden konuşmaya başladığında Molla çekinip yegâne silahı olan ağını kendi elleri ile söküp attı, elbette çok şaşırmıştı…
“Senin dilin de varmış…” diyen Molla şaşkınlığını gizlemedi. “Orada bir an yerinde dur da sohbet edelim!”
“Sohbet mi?”
“Evet, sana söyleyeceklerim var! Gel, şöyle yüz yüze konuşalım!”
Küçük varlığı yola getirmek amacıyla Molla yalvaran bir ses tonuyla fısıldadı:
“İnsaf et, ben koca adamım, yüzmeyi beceremiyorum…”
“Duramıyorum!”
“Niye?”
“Ben durup beklediğimde ölürüm.”
“Ben de suda çok kalırsam ölürüm.”
“O zaman niye suya girdin?”
“Seni yakından görmek için!”
“Yalan söylüyorsun, tutup yemek için!”
“Yanılıyorsun, yanılıyorsun, ey Allah’ın yarattığı küçük varlık!”
Molla ağ süzdüğünde suyun ekolojisi kirlenmişti. Balık canını inkâr edilemez yırtıcının elinden kurtarmak amacıyla doğrudan suyun dibine daldığında Molla da onun ardı sıra ağ süzüp akvaryumun dibine çöken canlıların dışkılarını yukarı kaldırarak yaşama elverişli olmayan bir ortam oluşturmuştu. Çünkü o, suyu bulandırarak kirli suda küçük balığı ele geçireceğine emindi. Balık nefessiz kalıp suyun üzerine çıktı, nefes alıp verdikçe ağzından çıkan hava kabarcıkları suyun üzerinde sıralanıp diziliyordu. Sonuncu su kabarcığı yuvarlanıp büyüdüğünde öncekilerden biri sessizce patlayıp dağılarak yok olup suda kayboluyordu.
Zavallı canlı, Molla’nın niyetini anlamayıp safçasına sordu:
“Eğer yemeyeceksen peki neden tutmak istiyorsun?”
Molla sakalına ve dudağına yapışan yosunu tükürerek uzaklaştıramadığından elini kaldırıp tutarak onu kendinden uzaklaştırdı. Elbette, dişlerinin arasında sıkıp tadı hoşuna gitmediği için karnına götürmeye yaramadığından onları tekrar suya atmıştı. Molla’nın habersizce onu tutacağından çekinen balık öne sıçradı. Çünkü Molla yosunu tutup attığında eli balığın arkasında göründü.
O, asıl niyetini itiraf etmekten çekinmeyerek içini dağıtan hikayesini bomba gibi patlattı:
“İdam edeceğim!”
Balık kahkaha atarak güldü. Molla, onu ahmak yerine koyan su varlığına nasıl öfkelendiyse ikiye bölünen ağının her iki tarafını yuvarlayıp var gücüyle suya iki yumruk çarptı.
“Yemediğin bir şeyi öldürmek neyine gerek?”
Molla elbisesini alıp deli bir çılgınlıkla akvaryumu süzmeye başladı. Fatma çekindi… Balık şimdi hiçbir yerde görünmüyordu, ancak Molla ne önceki inadından vazgeçiyordu ne de canlıyı avlamak ihtirasından. Sabır tası taşan Molla aniden sudan çıkarak dışarıya atladı. O, akvaryumdan kalkarken onun tüylü, şişman vücudu suda tayfun yaratıp suyun bir bölümünü de kendisi ile birlikte döşemeye döktü. Aynı anda onunla birlikte kara balık da sıçrayıp yere düştü. O, suya girerken akvaryumun yanı başına attığı sarığını alıp başına koydu. Adamın anadan doğma çıplak olduğunun farkına varan Fatma delicesine çığlık attı. Kız kendi sesine uykudan uyanıp karyoladan döşemeye atladı. Ayağının birini kaldırıp ötekini yere koydu. Döşemenin kupkuru
olduğuna inanamadığından bir eli ile gece elbisesinin eteğini kaldırdı. Olamaz, bu o Molla’ydı, geçen gün Ali Rıza Şükrü Afşar Öğretmen’in okuldan alındığı haberi yayıldıktan sonra kara naylona sarılan Kur’an’ı koltuğuna vurup okula gelen… Ve bundan sonra çocuklar arasında okula yeni gelen öğretmenin şeriat dersi vereceği hakkında fısıltı ile konuşmalar başladı. Ama bu öğretmenin sadece erkekler için gönderildiği fısıltılardan kısa süre sonra herkesçe anlaşıldı.
Ayaklarının suda ıslanmamasına rağmen kız yine suda geziniyormuş gibi gece elbisesinin eteklerini eline toplayarak kapıdan çıkıp doğrudan koridordaki akvaryumun yanına gitti. Gece rüyasına giren balıklar akvaryumun dibine yakın bir yerde yan yana durmuş uyuyorlardı. Ayın pencereden koridora süzülen ışığı altında balıkları saydı. Kara balığın erkeğine “Dokuz” adını vermişti, onun dişi olanını da “Altı” olarak adlandırmıştı. Akvaryumun adı ise “Buta” idi. Altı ile Dokuz birleştiğinde bir daireyi tamamlıyorlardı. Dokuz geceydi, Altı gündüz! Dokuz karanlığın işaretiydi, Altı ışığın! Birbirlerine yaklaştıklarında gün bitiyordu. Sese uyanan babası iç elbisesi ve gömlekle koridora çıktığında Fatma yeniden çığlık atmaya başladı.
“Korkma kızım, korkma, benim!”
Fatma, akvaryumu yerinden kaldırıp göğsüne basarak geri geri çekilip duvara yapıştı.
Allahkerim, kızını sakinleştirmek amacıyla ona seslendi:
“Dikkatli ol, kırarsın!”
O, kızının kaybetmekten korktuğu yegâne varlığın bu balıklar olduğunu iyi biliyordu.
“Yaklaşma! Balıklarımı çalamazsın!”
Allahkerim, yürümeyi bırakıp üzgün üzgün kızını süzdü.
“Güzel kızım, bu evimizin balıkları, onları niye çalayım?”
“Sen bu eve ait değilsin!”
“Kızım, ben senin babanım…”
Fatma duraksadı, kâbus uzaklaştı, az önce onun gözüne görünen Allahkerim’in üzerindeki elbise kendi kendine döşemeye düştü. Kız ise dengesini tutamayarak akvaryum elinde duvara sürünerek yere oturdu. Molla şeklinde gördüğü adamın kendi öz babası olduğunun farkına ancak şimdi vardı. Adam yakına gelip onun yanında oturarak kızının başını dizinin üstüne koydu. Kızının sakinleşmesi amacıyla dua okumaya başladı:
“Allah’ım sen bana yardım et, kızımın içine cin kaçmış!”
Fatma başını babasının dizi üzerinden alıp anlaşılmaz bir tarzda ona bakış attı:
“Hayır… Molla rüyama girdi…”
Bu hangi Molla’ydı? Onlar evcil hayvan dükkanından balık alırken karşılaştıkları Molla mı, yoksa gerçekten okula gelip Ali Rıza Şükrü Afşar’a vekalet eden Molla mı? Belki de çitin diğer tarafındaki? Komşuları Kör Molla’nın bu gece akvaryumda ağ süzdüğünü netleştiremediğini babasına hikâye ettiğinde babası Allahkerim her yönüyle kızını sakinleştirmeye gayret ediyordu:
“Rüya gerçek olmaz kızım, sakin ol!”
Fatma yeniden başını babasını dizinin üzerine koyarak üzgün bir şekilde fısıldadı:
“Ama Mollalar var…”
O, yeniden başını kaldırıp babasının yüzüne manalı manalı baktı.
“Emin ol kızım, ben rüyana giren değilim!”
Her ikisi gülümsedi, kız, babasını kucaklayarak;
“Onların üçü de aynı adamlar…” dedi.
“Neden böyle düşünüyorsun, sen de biliyorsun ki şimdi Mollaların sayısı gökteki yıldızların sayısından kat kat fazla. Niye sadece üç adamı karalıyorsun?”
Kız bir müddet sustuğunda babasını haklı bulup cevap vermek istemediği tahmin edilebilirdi. Ancak bu suskunluk çok sürmedi, yutkuna yutkuna konuşmaya başlarken babası yeniden seslendi:
“Dur! Doğrul, ben sana su getiririm.”
Allahkerim ayağa kalkıp su almaya gittiğinde Fatma, hâlâ balıkların sağ kalmasına inanmıyormuş gibi cam akvaryumun üzerinden balıkların olduğu yönde parmaklarını gezdirdi.
“Al, iç!” diyen Allahkerim bardakta getirdiği suyu kızına uzattı. O, bir yudum içip bardağı babasının eline vererek rahat oturdu.
“Okuldaki şeriat öğretmeni okula ayak bastığı ilk günden itibaren “Kara Balık’ın Masalı”nı yasakladı…
“Evet, ama bu onun evcil hayvan mağazasındaki adam olduğu anlamına gelmiyor.”
“Baba…” diyen kız sesini yükseltti: “Yani nasıl gelmiyor? Yani nasıl gelmiyor?”
“Sakin ol akıllı kızım!”
“Molla’nın satıcıya dediklerini unuttun mu? Bundan sonra Kara Balık satılmayacak! Satıcı; ‘Bize böyle bir talimat veren olmadı.’ dedi. O zaman Molla öfkeyle
bağırdı: ‘Bunu ben diyorum! Toplumun karnını doyurmak sevaptır…’”
Allahkerim onun söylediklerini onaylarken birkaç defa başını salladı.
“Haklısın kızım, onların hepsi aynı çeşit düşünüyorlar.”


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —