“Ortadoğu'da kurşunlar bedenleri, kelimeler ise hakikati öldürüyor.”
Savaş artık sadece tanklarla, roketlerle, insansız hava araçlarıyla yapılmıyor. Günümüzün en büyük cephesi; zihinler. Savaş uçakları kadar etkili olan ise kelimeler, kavramlar ve görüntüler. İsrail ve İran arasında süren çatışmalar, bu yeni çağın algı savaşlarının, hakikatin şekillendirilmiş bir halini pazarlayan psikolojik harp mekanizmalarının en bariz örneği oldu.
Ama bu defa işin içinde sıradışı bir aktör daha vardı: Türkiye. Sessiz çoğunluğun sesi oldu. Dünyanın hakikat körlüğüne karşı bir dürtü, vicdanın son parıltısı gibi durdu. Sadece diplomasiyi değil, anlam savaşını da yönetti.
İsrail, İran’a SALDIRISINA “Yükselen Aslan” (Rising Lion) adını verdi. Ne büyük ironi!
Ama unutuyorlar:
“Aslan olmak kükremek değil, adaletle hükmetmektir.”
İsrail’in aslanlığı, bombaların gölgesinde korkuya dönüşürken; Türkiye'nin sessiz ama sarsıcı haykırışı dünyayı sarsmaya başladı.
İran, İsrail’in saldırılarına, yıllardır uyguladığı ambargoya, hedef aldığı bilim insanlarına ve suikastlara karşılık verdiğinde dünya basını birden tek ses oldu:
Oysa İran, uluslararası hukuka göre, orantılı bir meşru müdafaa hakkını kullandı. Ama psikolojik harp şöyle işler:
“Gerçeği değiştiremezsen, algıyı değiştir. Saldırganı mağdur, mağduru tehdit göster.”
İşte tam bu noktada Türkiye devreye girdi. “Hakikat bir gün mutlaka ortaya çıkar” diyenler değil, onu ortaya çıkaranlar kazandı. Türkiye, bu algı cenderesinin dışında kalarak vicdanı merkeze aldı.
Ortadoğu artık askeri değil, anlamsal işgale uğruyor. İşte örnekleri:
Batı'nın medyası, olguları değil, algıları üretir.
“Gerçeği anlatmazlar; çünkü kendi kurgularına ihanet etmiş olurlar.”
ABD, dünya kamuoyunu “iyi çocuk” - “kötü çocuk” formatında büyüttü.
İngiltere ise “akademik soğukkanlılık” kisvesiyle kirli diplomasiye makyaj yaptı.
Türkiye'nin tavrı, klasik anlamda "denge politikası" değildi. Bu sefer denge değil, doğru taraf seçildi.
Sadece söylemler değil, semboller de bu savaşın parçasıydı:
Bu kelimeler bile hangi tarafın neyi inşa ettiğini gösteriyor. Türkiye kelimelerle değil, kavramlarla savaştı.
“Mazlumu savunmak taraf olmak değil, insan olmaktır.”
Modern savaşların en büyük tehlikesi nedir biliyor musunuz?
Artık herkes kendi gerçekliğini yaratıyor.
İşte tam bu noktada hakikat pusulasını kaybetmiş bir dünyada, Türkiye, “vicdanla inşa edilmiş hakikat”i yeniden tarif etti.
Bu savaşta, kimin güçlü olduğu değil, kimin haklı olduğu önemlidir.
Ama haklı olmanın bir önemi kalmaz eğer anlatamazsan.
İşte o yüzden bugün susmak değil, konuşmak; beklemek değil, anlatmak gerekir.
“Hakikati haykırmayanlar, yalanı duymazdan gelenlerin safına geçer.”
Ve unutma dostum:
“Tankların sustuğu gün savaş bitmez; ama yalanların sustuğu gün barış başlar.”
Gürkan KARAÇAM