Anladınız mı şimdi, Suriye’de ne işimiz var bizim…
Oyun asıl şimdi başlıyor.
Şu anda her ne kadar adlarına Suriyeli veya Irak’lı denilse de; hatta ve hatta Avrupa’da, Afrika’da, Asya’da bulunan ve isim verilerek ayrıştırılmış birçok millet gibi sonrasında yine kendi elemanlarının idareci olarak başlarında bulunduğu, isim verilerek yine ayrıştırılmış devlet gibi pek çok yerler, daha çok değil bundan birkaç onlarca yıl öncesine kadar yanı başımızdaydı, bizimle beraberdi, bizdendi, bizimdi…
Birlikte idik.
İşte “siz” bu durumu göremiyordunuz.
Veya görmek istemiyordunuz.
Hatta şu anda dahi, son birkaç on saat içerisinde değişen ve gelişen durumlar hakkında içimizde sözde vatan savunuculuğu yaparak, sırf mevcut iktidarın bu siyasi başarısına gölge düşürmek amacıyla son bir çırpınış, son bir çamur atma fikrinde olanları nasıl göremiyoruz ki?
Bu durumun ifade edilecek tek bir adı vardır; o da gerek masada ve gerekse sahada yaşanılan uygulamalı satrancın başarısının ta kendisidir.
Bunun adı; bütün enstrümanların masada ve sahada aleni olarak cirit attığı, bir siyasi hamle matıdır.
İşte görülmek istenmeyen ve hatta masa altına atılarak, saklanılan gerçek bu…
Dışarıda, dışımızda olanları anlıyoruz da; ya içimizde, bizden birisi gibi görünüp de bizden olmayanlara ne demeli…
Lafımız elbette ki pirincimizin içerisindeki beyaz taşlara…
Sadece ve sadece sırf kendileri bu sisteme dâhil olamadıkları için, büyük bir kıskançlık krizi içerisinde AK Parti iktidarına ve kabul edilsin-edilmesin bu siyasi başarının baş mimarı olan Recep Tayyip Erdoğan’a ve dava arkadaşlarına olan kıskançlık kinlerinden kaynaklanan öfkelerinden dolayı, sarf ettikleri sözlerin hangisine inanalım ki?
Üstelik
Kiminiz arkadaş, kiminiz komşu veya bir tanıdık olarak…
Veya acı ama gerçek bu kadim ülkeyi yönetmek ve yüzlerce yıldır bir arada her hangi bir problem yaşamadan; yaşamış olan, bu kadim halkların yaşantısında söz sahibi olmak için çırpınan, sözüm ona idareci olma niyetinde olan (!) siyaset zırhının altında saklanan şövalyeler (!) olarak…
Dürüstlük her yerde ve her insanda olmayan bir meziyettir biliriz.
O yüzden süslü kelimeler ile olmayan kıt akılları bulandırmanın anlamı olmadığından dolayı; konuya direkt girip, belki dürüstçe bir cevap alırım umuduyla sormak isterim. İçimizde kaç kişi komşu evinin umumhane, kumarhane, meyhane olmasını ister!
Veya başka bir deyişle; çocuk katillerinin istirahat ettiği, kadın tecavüzcülerinin cirit attığı, soyguncuların ve hırsızların kol gezdiği bir mekân olmasını ister!
Veya daha başka bir deyişle; soruyu değiştirerek kapı komşusunun her an kendisine, çoluk-çocuğuna, malına ve mülküne zarar vereceği endişesiyle yaşamak ister!
Üstelik bu durum karşısında, arka mahalleden tuzu kuru birilerinin size parmak sallayıp; dokunma bırak, ne yapıyorlarsa yapsınlar şartlandırmasına ses çıkarmadan.
Hatta ve hatta başka bir şehrin taaa sınır başından oralardan bir yerlerden de birilerinin gelip o evi bir hücre evi konumunda dizayn ederek, hal ve hareketlerinin büyük bir şımarıklık serbestîsi içerisinde olması açısından maddi ve manevi her türlü ihtiyacını karşılayarak, ardında da sözde size de hak verdiğini beyan etmesine rağmen…
Kuzuyu çalarak yiyen, sizinle beraber arayan ve hatta sizinle birlikte üzülen kıssa misali…
Dürüstçe ben varım diyenin alnından öperim.
Bin kilometre sınır komşuluğu içerisinde yaşananları, yaşanabilecekleri ve hatta yaşanması olası sıkıntıları görmeden, sınır içerisinde kurulması muhtemel hücre evini ve hatta olası bir terör devleti ihtimalini dahi aklından geçirebilecek olan her kıt akıl ve destekçisi; bu şerefli bayrağın, bu kadim halkların, bu vatanın tek düşmanıdır.
Başka düşmana gerek kalmaz.
Oysaki biz, sonralarda birilerinin kadeh elinde çizdiği bu ve buna benzer sınırların bedelini, daha önceden çok ağır bir şekilde ödemiştik.
Çıkabilecek bir bedelin ödenmesi açısından da şüpheniz sakın olmasın!
Kaldı ki diğer sebeplerin hiç birisine girmeden kestik konuyu.
Beklenilen olduğumuzu ifade etmeden, istenilen olduğumuzu ifade etmeden, bize ait olanları listelemeden…
Hatta ve hatta o bize ait olanların başkalarına nasıl verildiğini de irdelemeden!