1984 yılının Aralık ayı, Bulgaristan Türkleri için yalnızca bir tarih değil, bir halkın kimliğini savunma mücadelesinin bedelini ödediği bir dönemin başlangıcıdır. Bu süreç, yalnızca bir halkın zorla susturulmaya çalışıldığı bir dönem olarak değil, aynı zamanda insan haklarının sistematik bir şekilde ihlal edildiği ve evrensel değerlerin ayaklar altına alındığı bir trajedi olarak kayıtlara geçti.
Kimlik Savaşının Perde Arkası
Bulgaristan Türklerinin varlığı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’daki tarihsel mirasının bir parçasıdır. Ancak bu topluluk, 20. yüzyıl boyunca Bulgaristan’ın milliyetçi politikaları nedeniyle hedef haline geldi. 1980’lerin ortalarına gelindiğinde, komünist rejim "yeniden doğuş süreci" adı altında bir kimlik yok etme kampanyası başlattı. Bu kampanya, yalnızca Türkçe isimlerin zorla Bulgar isimleriyle değiştirilmesiyle sınırlı değildi:
Türk kültürü ve dili yasaklandı.
Camiler kapatıldı, dini ibadetler engellendi.
Eğitim ve sosyal hayat Türk kimliğini tamamen dışlayan bir yapı haline getirildi.
Bu baskı, bir halkın kimliğini yok etme çabasının ötesine geçerek, insanların fiziksel ve ruhsal varlıklarına yönelik bir saldırıya dönüştü.
Aralık 1984: Direnişin Bedeli
1984 yılının Aralık ayında, Kırcaali ve çevresinde yaşayan Türkler, bu zorbalıklara karşı barışçıl bir şekilde direnişe geçti. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar, meydanlara çıkarak rejimin kimliklerini ellerinden alma girişimine karşı tepkilerini dile getirdiler. Ancak bu barışçıl direniş, rejimin vahşi müdahalesiyle karşılaştı:
Gösterilere katılanlar üzerine ateş açıldı.
Protestolara katılan birçok kişi öldürüldü ya da ağır şekilde yaralandı.
İnsanlar, korku yaymak için toplu halde tutuklandı.
Bu dönemde yaşanan en trajik olaylardan biri, Türkan Bebek’in ölümüydü. Henüz 17 aylık olan Türkan Feyzullah, annesinin kucağında kurşunların hedefi oldu. Onun masum bedeni, yalnızca bir çocuğun değil, bir halkın kimlik mücadelesinin sembolü haline geldi.
Sessiz Soykırımın İzleri
Aralık 1984’te yaşananlar, yalnızca birkaç olayın değil, uzun vadeli bir baskı ve soykırım girişiminin yansımasıdır. İnsanlar yalnızca fiziksel değil, ruhsal ve kültürel olarak da yok edilmek istendi. Bu süreçte:
On binlerce insan baskı ve korku altında yaşamak zorunda kaldı.
Binlerce aile, kimliklerini korumak için Bulgaristan’dan göç etmek zorunda bırakıldı.
Göç edenler, yeni bir hayata başlamanın zorluklarıyla boğuşurken, geride kalanlar sistematik bir baskının ağırlığını taşımaya devam etti.
Bu sistematik baskı, Bulgaristan Türklerinin kolektif hafızasında derin bir yara bıraktı.
Uluslararası Sessizlik ve Vicdanın Yükü
Aralık 1984'te yaşanan trajedi, insan hakları ihlallerinin doruk noktasına ulaştığı bir dönemdi. Ancak dünya, bu zulmü görmezden geldi. Soğuk Savaş’ın sert atmosferinde, Bulgaristan’daki komünist rejimin insan haklarını ihlal eden politikaları yeterince gündeme getirilmedi. Oysa ki, bu olaylar yalnızca bir halkın kimlik mücadelesi değil, evrensel insan hakları değerlerinin açıkça ihlal edilmesiydi.
Uluslararası toplumun bu sessizliği, Bulgaristan Türklerinin yalnızlığını derinleştirdi. Ancak bu yalnızlık, onların mücadele azmini asla kırmadı.
Bir Halkın Hafızası ve Direnişi
Aralık 1984, Türk halkının hafızasında yalnızca bir trajedi değil, aynı zamanda bir direnişin başlangıcıdır. O dönem yaşananlar, bir halkın kimlik mücadelesinde ödediği ağır bedeli simgeler. Türkan Bebek gibi semboller, bu mücadelenin unutulmamasını sağlar.
Bugün, bu acılı tarih, Bulgaristan Türklerinin kimliklerine, kültürlerine ve haklarına duyduğu bağlılığı ve direniş ruhunu hatırlatıyor. Onların hikayesi, yalnızca geçmişin değil, geleceğin de bir dersidir: Kimlikleri yok etmeye yönelik her girişim, halkların direnme gücüyle karşılaşır.
Hatırlamak ve Yaşatmak
Aralık 1984’te yaşananlar, unutmamız gereken değil, her zaman hatırlamamız gereken bir tarihtir. Bu trajediyi unutmamak, yalnızca geçmişte yaşanan acıları anlamak için değil, gelecekte benzer zulümlerin yaşanmasını önlemek için de önemlidir. Türkan Bebek’in masumiyeti ve o dönemde hayatını kaybedenlerin fedakarlıkları, bir halkın özgürlük ve kimlik mücadelesinin en güçlü sembolleridir.
Onları unutmayacağız. Çünkü unutmak, yeniden aynı acılara kapı aralamaktır. Aralık 1984, yalnızca Bulgaristan Türklerinin değil, insanlık vicdanının bir sınavıdır. Bu sınavda başarısız olan dünya, bugün bu acıyı hatırlayarak yeniden düşünmelidir: İnsanlık ne kadar güçlü, adalet ne kadar kalıcı?
Strateji Uzmanı
Gazeteci Yazar
Gökalp Şentürk