Bazı şeylerin yokluğunu hissetmek…
Bizim en büyük sıkıntımız; hizmetsizlik değil, hizmete sahip çıkamamaktır.
Bizim en büyük eksiğimiz; ne istediğimizi değil, istediğimiz şeyde samimi olmamaktır.
Bizim en büyük derdimiz; problem çözmek değil, problem çıkarmaktır.
Bu maddeleri onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce sıralayabiliriz.
Çünkü özelliğimizde var.
Elimizde mevcut, uygulamamızda ve görünür yerlerimizde, sanki de alnımıza yapışmış bir vaziyette…
Maalesef ki en büyük sıkıntımız da eğitimsizliğimizdir.
Konuştuğumuzu zannettiğimiz 3-5 kelimeden yarısından çoğu küfür içerikli olup, bu sıralar aile kavramını da ortadan kaldırmış bulunmaktayız. Bilhassa bazı gençlerimiz bu tür kelimeleri sarf ederken, ulu orta ve kimselere aldırış etmeden ve umursamadan çok rahat bir pervasızlık örneği içerisinde kullanmaktadırlar.
Büyüğe saygı, hürmet ise hak getire; çoktan kaybolmuş gitmiş…
Tıpkı toplu taşıma araçlarında yaptıkları gibi.
Tıpkı kamuya açık alanlarda yaptıkları gibi.
Tıpkı evlerinde, vatandaşlarımızın ortamlarında ve hatta okullarında yaptıkları gibi.
Her gün binlerce insanımızın kullandığı yollara tükürenler gibi, hatta ve hatta burnunu temizleyip elini ilk rastladığı ağacın gövdesine temizleyenlerimizin olduğu gibi. Yanı başında çöp kovası var iken, elindeki çöpünü yerlere atanlarımız gibi. Hatta ve hatta toplu taşıt araç duraklarında sigara içenlerimizin olduğu gibi. Hani bu ülkede bazı bölgelerde, özel alanlarda ve hatta kamuya ait yerlerde sigara içmek yasaktı?
Ya bu yasak kaldırıldı bizim haberimiz yok, ya da birileri bu kanunu artık “ti” ye bile almıyor.
Öyle ya hastane girişleri bile açık hava kahvesine çevrilmişken, durağa kim bakar der geçeriz.
Trafik bilgimiz yok denecek kadar zayıf ama cadde ve sokaklarımızda taşıt yoğunluğundan adım atacak yer bulamayız. Her üç vatandaşımızdan ikisinin ehliyeti var. Ama ne yazıktır ki bu şehirde yaya geçiş üstünlüğü kuralını, park yapma ve bilhassa özel ayrımcılıklı bireylerimizin özel araçları için ayrılmış olan alan ve yollara park yapma kuralını bilen sayısı parmakla gösterilecek kadar az. Maalesef ki direksiyon koltuğuna oturduğumuzda dünyadan bihaber yaşamaktayız, ne yazıktır ki çoğumuz insanlıktan çıkıyor, kuralı kim takar!
Bu işi halka anlatacak, eğitimini verecek olan kurumlarımız ise ne yazıktır ki kapsama alanımız dışına çoktan çıkmış bulunmaktadırlar.
Ulaşmak mümkün değil.
Eğitim için, okul diye gittiğimiz alanlarda; görevli eğitmenlerimizin büyük bir çoğunluğu kendi canlarından endişe duyarak, sadece işime bakarım/yoluma giderim mantığını çoktan şiar edinmişler bile.
Yüreği yeten var ise doğruluktan bahsetsin, soluğu savcı karşısında alır.
İbadet için kendimizi zor attığımız başka bir eğitim yerinde, camilerimizde ise olayın başka bir boyutuyla karşılaşmaktayız.
Camiye göre ve cemaate göre şerbet.
Yani söylem, vaaz…
Öncelerden öğrendiklerimiz ve hatta uyguladıklarımız konusunda dahi şüpheye düşmemek elde değil. Kimin ve hangi söylemin doğru olduğu ise muamma.
Az biraz sözde beynimiz, idrakimiz ve mantığımız vardı zannediyorduk onu da sağ olsunlar din görevlilerimiz hallettiler gibi…
Yıllardır değişmeyen tek şey “camimize yardım” anonslarıdır.
Ama bu yaşıma kadar her hangi bir caminin küçük bir tas çorba dağıttığını, yanı başında aşevi açarak kimsesizlere yemek yedirdiğini, abdesthanelerinde sıcak su bulundurarak ihtiyacı olanların boy abdesti almalarını sağladığını, hatta ve hatta küçük bir örnek olarak gerçekten ihtiyacı olan bir eve yakacak yardımı yaptığını duymadım, işitmedim.
Hem neden yapsınlar ki?
Bu yardımları yapan kurumlar zaten vardı ya…
Bahanemiz hazır.
Yardımdan geçtim, cemaatine “mahallenizde hırsız var ise suçlu sizsiniz” diyene de rastlamadım…
Oysaki;
Bizim en büyük düşmanımız, kendimizdir.
Samimiyetimizi kaybettik fakında değiliz.
Bir takım esnafımız, paranın para olduğu dönemlerde kendileri için kazanıp yıllarca bedava çalıştırdığı çocuklarımıza; gerçek manada ahilik standartlarında ustalık öğretmek yerine, tekme-tokat para kazanma hırsını aşıladığı için bu günlerde ne çırak, ne de bir kalfa bulmanın mümkün olmadığı gerçeğiyle karşı karşıya kaldığımızın farkında dahi değiliz.
Kim ne derse desin, o yüzdendir; bir çok el sanatları, iş sektörleri yok olup gitmiştir.
Teknolojiye yenik düştü yalanı ise sadece bir avuntudur.
İş insanlarımızın aynı tutumunun yüzünden, uzun zamandır süre gelen ve bugünlere ulaşan kalifiye eleman bulmayı zorlaştırdığı gibi. Aylardır maaş alamayan elemanlarımız var bu şehirde.
Bedava işçi çalıştırmanın tek adresi maalesef ki bu şehirdir.
Ücret ödemelerinde samimi davranmayarak, “yarın/olmazsa yarın” mantığı inanın başka bir şehirde yok.
İş bitene kadar, yani gece yarılarına kadar babasının kesesinden bedava çalışma mantığının olmadığı gibi.
Mesai kavramı denilen bir kavram var batıda. Mesai bitiminde iş hangi aşamada olur ise olsun masada kalır ve personel sosyal hayatını yaşar. Hafta sonu tatilini yapar, bayram tatilini yapar. Her türlü sosyal haklarını bilir ve alır.
İnsan gibi çalışıp, insan gibi de ücretini alır.
Ücret bir gün geciktiği vakit ertesi gün makineler çalışmaz. Oysa ki benim kadim şehrimde aylar sonra maaş alan gariban işçim var.
Hatta alamayan…
Tıpkı beyin göçlerimizin yaşandığı gibi.
Hakkını alamayan ve birilerinin egoları yüzünden küstürülerek, tehdit edilerek ve hakaret edilerek bu şehirden kaçırtılan beyinlerimizin olduğu gibi.
Sermaye göçlerimizin yaşandığı gibi.
Yatırım için harekete geçenlerimizle, gizli pazarlıklarla mal ortağı olunmaya çalışılarak, yerine getirilmesi mümkün olmayan birçok mevzuatlarla engel olunduğu gibi.
Sporda, sanatta, kültürde ve birçok dalda mevcut değil mi bu göçlerimiz? Hep birilerinin ego doyumsuzluğu yüzünden yaşandı, yaşanıyor ve ne yazıktır ki bu gidişle de yaşanmaya devam edilecek.
Bu şehir müdahale edilmez ise daha çok şey kaybedecek.
Yukarıda bahse konuda geçen kurumlarımızın ve adı geçenlerimizin büyük bir çoğunluğu mevcutta olup, elbette ki istisna olanlarımız, yani gerçekten insanlık için, bu şehir için çırpınan ve o yönde uğraş verenlerimiz de var, yok değil. Ama ne yazıktır ki onlarda birkaç damla kalmış vaziyetteler, çoğunluğun içerisinde zaten görünemedikleri gibi kaybolmaları da an meselesi.
Bir şeylerin yokluğunu hissederek bari onlara sahip çıkalım.
Belki kurtuluruz.