Ben devletime güveniyorum!
Dikkat ettim de geçenlerde Erzurum kamuoyunda bir saman alevi misali efeliktir aldı başını gitti.
Hop yandı ve hemencecik de, hop söndü…
Birileri malum gündeme dair klavye başına oturunca, ayarsız bir şekilde başladılar vatansever türkülerinin notalarını çığırmaya.
Ama ne gariptir ki bu şahlanış, karşılarına çıkan bir isim ile hemen son buldu.
O gün bu gündür, ses seda yok…
Hatırlar iseniz;
Danışmanın birisinin televizyonda yayımlanan bir programda yeniden oluşturulmaya başlanılan ikinci çözüm süreci benzeri bir gündemden dolayı, kullanmış olduğu ifadelerinde; yok bilmem hangi baş belası terör örgütü ile barış sağlanır iseymiş, farklı şeylerin yaşanabileceğini, Türkiye’miz de farklı durumların oluşabileceğini ve hatta konuyla alakalı olarak bir Erzurum’ lunun da bu terör örgütünün ele başısına evinde kahvaltı verebileceğini belirttiği günlerde başlamıştı bu alevlenme.
Hem de öyle bir alevlenmeydi ki, zannedersiniz ki ortalık ateş çemberine çevrilecekti.
Ayyuka çıkan bu seslendirmelerin kuru gürültüsü halen daha kulaklarımızda; az bir sayı farkıyla üç ilçesinin bu terör destekçisi partiye kaptırılmasının korkusunun yaşandığı ve hatta bir ilçesinin bu partiyle halkına hizmet sunumunu yaptığını, hatta ve hatta TBMM de o partiye ait bir vekillerinin olduğu gerçeğini unutarak nasıl da “aman efendim hiçbir Erzurumlunun böyle bir ifadeyi kullanamayacağını, kullanmayacağını ve hatta bu ifadeyi kullananın Erzurum’lu dahi olmayacağını” avaz avaz haykırarak dillendirmişlerdi.
Sonrasında ne oldu ise bu ifadeyi gerçekten de kullanan kişinin şehrin tanınmış bir ağır ceza avukatı çıkması sonrasında bütün ağızlar, bütün kalemler sus pus oldu…
İyi ama ne güzel gidiyorduk!
Ateşin sıcaklığı şu kış şartlarında sırtımızı henüz ısıtmıştı ki, birden bire sönüverdi.
Oldu mu şimdi?
Oysaki çok iyi biliyoruz ki; bu cümleyi kuran gariban birisi ve hatta sakallı bir lokantacı ve hatta bir memur veya bir bürokrat olsa idi, ortalık cehennem ateşiyle yakılacaktı ama muhatap tanınmış bir ağır ceza avukatı olunca, yelkenler hemencecik toparlandı ve sıkıca bağlanıldı.
Tabiri caiz ise bütün herkes değeneklerini sakladılar.
Hayırdır, kimselerin sesi çıkmıyor!
Gündem aynı, konulara her geçen gün daha bir derine inilerek yaklaşılıyor.
Hatta ve hatta ilk adımlar bile atılmaya başlanıldı.
Hatta ve hatta daha dün akşam bu terör belası olan üyelere “af” konusu bile gündeme geldi gibi…
Eğer bu coğrafya da gerçek anlamda kan dökülmeden, bir fidanımız daha kırılmadan barış gelecek ise ve bu sağlanılacak barışın temelleri ciddi manada sağlam olarak atılacak ise ve bu durumu sadece ve sadece kendi öz devletimizin garantörlüğünde devam edilecek konumda ise atılacak olan adımları görmemizde sakınca yok denilebilir.
Ancak;
Teröristle masaya oturan güç, elbet bir mantık yürütecektir; yoksa son yarım asrımıza mal olan ve maddi-manevi çok büyük kayıplar verdiğimiz bu sürecin bitmesinin bu kadar kolay olacağı hevesine saplanmak dahi, sakıncalı olarak rehavete kapılmaktan başka bir şey değildir.
Devletimiz elbette ki bildiği şeyi yapacaktır, yapmalıdır da.
Alacağı her karar; bu kadim halkların huzuru ve birlikteliğinin daha kalıcı olması için ve dahi yarınlarının daha güçlü ve ekonomik rahatlığı için olması gerektiğinden, sesimiz çıkmasa dahi; geçmişten gelen ve bir takım yaşanmışlıkların yüreğimizde oluşturduğu acı ve hüznün çevrelediği durumu unutturması da asla mümkün olmayacaktır.
Kaldı ki bu durumun sağlanmasını asırlardır istemeyen ve bu terör belasını başımıza musallat eden malum şer güçlerin yeniden devreye girerek, bugünlerde tıpkı eskiden olduğu gibi bir takım eylemlerle canımızı sıkacağı da, bu adımları sekteye uğratacağı da muhtemeldir.
Bu vatan bizim hepimizin ve çok iyi biliniyor ki, bizlere de hiç ama hiç kolay emanet edilmedi.
Saman alevi gibi olur olmaz yerlerde, sırf laf olsun diye kendimizi göstermek amacıyla reklam olsun desinlerine boş yere yanıp söneceğimize veya tam tersine orman yangını misali önüne kattığı her şeyi ama her şeyi yakıp yıkacak seviyeye geleceğimize, mantıklı ve usulünce kontrol altında tutulan mangal ateşi konumunda bir şeylerin pişmesini beklemek daha evladır.
Şart olan tek bir şey vardır o da devlete ve devleti yöneten akıla güvenmektir.
Devletine güvenmeyenler; başkasının elinde tuttuğu tokmağa ait kendi sırtlarındaki davulu ilelebet taşımaya mahkûmdurlar.