9 saatlik uzun bir yoldan sonra Konya-Kadınhanı’na uğraştım. Uzun bir beklemeden sonra köye arabasıyla Yağlıca Köyü’ne gelmiştim.
Etrafı çevreleyen taş duvarların tam ortasındaki demir kapıyı açtım içeri girince; okulun içinde yoğun çalışmanın olduğunu farkettim; okul yeni eğitim öğretim yılına hazırlanıyor, okula boya yapılıyordu.
Öğle molası vermişler, solda bir kaç adam kümelenmiş oturuyordu. En yaşlı üzerindeki elbisesinin birçok yerinde ba olan herhalde patronları olsa gerek diyerek; ne yalan söyleyeyim yeni edindiğim konumumun verdiği biraz da havalı ve egolu bir ses tonuyla;
“Ben bu okulun öğretmeni olarak atandım, okul Müdürü ile görüşecektim” dedim.
Ben boylarındaki üstü boyadan kirlenmiş adam; ego kokan cümlemi duyunca gülümseyip doğruldu;
“Benim, hoşgeldiniz” dedi.
İşte, önce sizli-bizli başlayan, Yağlıca Köyü’nden tayinim çıkınca da devam eden baba-oğul ilişkimiz böyle başladı.
İki sene önce kaybettiğim hakkını hiçbir zaman ödeyemeyeceğim, bana müdür olan öğretmenliği, disiplini öğreten Fevzi YAVUZ, ne kahrımı çekti!
Ne günlerdi ama;
Konya, şimdiki zamana göre çok soğuk olur; o soğuk mevsimin derecesine göre aylarca sürerdi. Hatta birinde, karanlıkta kar yolu öyle bir örtmüş ki yolumu şaşırmıştım önüme geçen köylüler çevirdi.
Bak şimdi kar deyince aklıma ne geldi;
Kar yağınca yerler buz tutardı. Akşam vakti kahveden çıktım yürürken öyle bir güzel kaydım ki ben bile beğendim, bir baktım gökyüzündeki yıldızlar gözümün önünde. Hemen kalkıp üstümü başımı temizleyip diye ayağa kalkıp, üstümü başımı temizledim. Sanatsal düşüşümü kimse gördü mü diye etrafıma baktım, kimsenin olmadığının verdiği rahatlıkla oramı buramı tuta tuta eve doğru yöneldim.
Bir gün sonraki akşam kahveye gittiğimde kapıdan girer girmez kahvedekilerin bana bakarak kıs kıs güldüklerinde, beğenme konusunda yalnız olmadığımı, birinin de en az benim beğendiğim kadar beğendiğini, işin kötüsü boşboğazlık yapıp başkalarına da beğendirdiğini hemencecik anlamam zor olmadı.
Soğuk havalarda iki saat önceden kalkar, üç tane soba yakar, ders saatine kadar sopaları kontrol ve üstüne kömür atmak için üç defa da okula gider gelirdim. Hele kar yağmışsa üzerimi sağlam giyinir, elimde kürekle evden çıkar okul yolunu açardım.
köy yolu kapandığından 15 gün maaş alamadığımı, çayı kahveyi kahveciye yazdırdığımı, komşularımın evime ekmek getirdiğini bile hatırlarım.
Ama;
O karlı havalarda, sıcak sobanın başındayken dışarıdan umudu olmayan çocukların ve benim sınıfta işlediğimiz dersin tadının verdiği doyumunu iç çekerek hala hatırlıyorum.
Göreve geldiğimizde gün, benim ögretmen olarak atandığımı öğrenen başka bir köyde yaşayan Ahmet Amca;
“Çocuğa bak ya, okumuşta öğretmen olmuş” dediğini bana söyleyince özellikle de bana çocuk demesi, o zamanlar ki memur olmamın verdiği yüksek egomu fena zedelemiş çok ağrıma gitmişti.
“git oğlum şuradan iki çay kap gel” dense ayıp olmayacak, yüzündeki üç beş tüyü sakaldan sayılmayacak kadar yumurta gibi çocuktum.
Sonra yaş ilerlediğinde kendi köylerinde kırk kişiyi bulamadıkları için Yağlıca’ya gelen Ahmet Amca’ya,
“beni görünce ne dediydin? der, o söylediği cümlenin noktasını koymadan geçmişe dokunmanın verdiği mutlulukla kahkayı basardım.
Aradan yıllar geçti, törpülene törpülene ne ego kaldı, ne egomu pohpohlayacak Ahmet Amca!
Keşke Ahmet Amcam yaşasa da bir zamanlar cok ağrım giden o cümleyi tekrardan söyletip kahkaha atsam!
Cumartesi günleri Kadınhanı'na gidip alışveriş yapma günüydü, meşhur bir kahvemizi vardı gelir gelmez orada buluşturduk. O kadar ògreymenlik hastasi öğretmenlerdi ki Fevzi Hocam'dan bir hafta ders alırken, ayrıca Ahmet Eriş, Ali Yaşar kahvede bana en az dersleri nasıl işlememem gerektiği konusunda ders verirdi.
Ne mutlu ki, aralarında en genç olanı ben olduğumdan; beni, öğretmenliği öğrenen öğretmen gözüyle gördüler ve ona göre de eğitildiğimden öğretmen oldum
Her zaman söylerim:
Eğitimin gizli kahramanları, Fevzi YAVUZ, Ahmet ERİŞ Ali YAŞAR’ın cebine taş koysanız en az Hasan BARIN olurdu.
Hepsinden Allah razı olsun!
Yanlış anlaşılmasın;
Yazdığım bazı zahmet gibi görünenleri zahmet olarak algılanıyor diye değil; o anlar çok büyük zevkti güzel günlerdi diye vurgulamak amaçlı anlatıyorum ki, mağduriyetler içinde görev yapan bütün ògretmenler de o günlerini gözleri parlayarak ağızları kulaklarında anlatır.
Ama, ne yalan söyleyeyim;
Mesleğimin ilk beş senesinde öğretmenliği tam olarak sevemedim;
Ben merdivenim, birileri üzerime çıkıp yükseliyor ben aynı boyda kalıyorum gibi gelirdi; yıllar sonra benim üstüme çıkıp yükselenlerin sayesinde benim de yükseldiğimi yıllar geçtikçe anladım.
24 Kasım Öğretmenler Günü’nde;
Bu yazımda, doğaçlama olarak birkaç eğitim neferinden örnekler vererek, Vatanının her yerinde olan eğitim neferlerini anmak istedim.
Başta Şehit Öğretmenlerimiz olmak üzere, öğretmenim müdürüm Fevzi YAVUZ’a Allah’tan rahmet diler; öğreymenlik görevini yapmış, yapan bütün öğretmenlerin, büyük-küçük demeden, bilim, ilim kokan ellerinden öperim!
Sağlık, Huzur, saygıyla kalın!