Cehalet Cephesinde değişen hiçbir şey yok!
24 Kasım Öğretmenler Gününü anlamak…
Öğretmenlik mesleğinin kutsallığında yola çıkan ve bu kutsallık ışığı altında toplanmış olan bir grup cehalet savaşçısının, sözde her yönüyle ele alınıp, hatırlandığı ve yapmacık duygularla sahnelendiği bir gün. Tıpkı diğer özel günler gibi; mesela anneler günü gibi, doktorlar veya hemşireler günü gibi, engelliler günü gibi daha sayalım desem vs, vs, gibi.
Bizde gün çok!
Sevgililer günü en yapmacık olduğumuz günlerin başında gelir.
Seni deliler gibi seviyorum diye diz çöküp, sırf sevgimize karşılık bulamadık diye sonra gerçekten de deliler gibi diz çöktürüp sevdiğini “ya benimsin, ya kara toprağın” diyerek katleden tek milletiz.
Hayatımızın bir gerçeği olmasına rağmen, aldığımız nefesin bir parçaları olmalarına rağmen gözlerinin içine bakarak dışladığımız o kadar çok şeyimiz var ki. Pozitif ayrımcılık adı altında ayaklar altında negatife attığımız çocuklarımız, engellilerimiz, yaşlılarımız ve sayamadığımız onlarca değerimiz var.
Sırf menfaatlerimize ters geldikleri için umursamadığımız.
Öğretmenlerimiz de bunlardan sadece birisidir.
“Oku” diye emreden bir yaratıcımız, ilim için en uzak noktayı emreden bir peygamberimiz var iken, bizim nefis duyguları içerisinde kibir deryasında boğularak tersine hareket etmemizin en büyük göstergesidir bu cahilliğimiz.
Öğretmenler veya öğretmenlik kutsallığını anlayamamak işte bu kibrin altında yatan tek egodur.
Sonuç; her şeyin en iyisini ben bilirim ve bugün ki gelinen noktada ki dünyamız…
Öğretmenlik, özverinin ve feda olmanın en basit halidir. Kara kışın ortasında eksi bilmem kaç derecede, olmayan güneşten önce sıcacık yatağından kalkıp ısınmamak için direnen ve yanmamak için isyan bayrağını açan birkaç nemli odunun dumanında yarınlar için umut beslemektir. Yolu olmayan, unutulmuş dağ köylerinde yolu beklemektir. Aranıp, sorulmayan kenar mahallelerde yolcu beklemektir.
Sonrasında, sonrasında ise sahte bir ideoloji uğruna katledilerek “Aybüke” olabilmektir.
Nefes alınamayacak derecede kalabalıklaşmış şehirlerde kaybolmamaya çalışmaktır.
Yokluğun türküleri içerisinde varlığı notalandırmaktır. Huzursuzluğun kirli penceresinden cennet bahçelerinin hayal görüntüsünü görebilmektir.
Öğretmenlik; her ortamda örneği verilen mum olup yanabilmektir.
Yanıp, yanıp bitip tükenebilmektir.
Öğretmenlik; mum olup, yanabilmeyi göze alabilmektir.
“güz gülleri” misali, hiç baharı yaşayamamaktır. Yaz mevsiminin özlemiyle, kışın ayazında zemheri gecelerinde şafaksız bahar sabahlarını özlemektir.
Biz filmlerde olduğu gibi “senede bir gün” gelsek ne olur, gelmesek ne olur.
Senede bir gün hatırladıklarımıza yaptıklarımız ortada iken Allah aşkına biz kimseleri sevmeyelim, yâd etmeyelim “haklarını verelim” yeter…
Geçen yıl Öğretmenler Gününde kaleme almıştık bu duygularımızı ve umut etmiştik “belki” diye; ama aradan koskocaman 12 ay, yani 365 gün, yani 8760 saat, yani 525.600 dakika, yani 31.536.000 saniye geçmesine rağmen gördük ki cehalet ile savaş cephesinde kazanım için değişen hiçbir şey ama hiçbir şey yok.
Ve
Gördük ki geçen her saniye de cehalet çeviriyor etrafımızı,
Ve
Kendisini mum olarak yakacak, ışığını çevresini aydınlatmak için kullanacak Aybüke’ lerimiz düşecek bu gelip geçen her saniye, toprağa…
Ne diyelim, umudumuz kaldı başka bahara.