Fakir Yılmaz

Tarih: 23.11.2024 23:38

Çerkez’e pandemi platini.., Ardahan’ın Ankara’da ki Kayıpları!

Facebook Twitter Linked-in

YAZIYORSAM SEBEBİ VAR/Fakir Yılmaz
**”Özel Hayat Anlatılır mı 4″

Istırapların başlangıcıydı!
Üç gündür ele aldığım yazılarımdan sonra gelmeye başlayan yorum ve maillerde kimi, özel sırların açıklanmasının günah olduğunu söylerken, kimi bunun ne gibi kabus olduğunu sorar?
Kimi, anlattıklarımın kısa dan bir aşk hikayesi olduğunu belirtirken, kimileri, belki de bana acıyarak, aynı duygular içinde ve de yanımda olduklarını ve en iyisini yaptığımı söyleyip, özel hayatımı anlatmaya ve mutlaka anlatmaya devam etmemi istiyorlar.
Hele bir mail var ki; Beni çok uzaklara, üvey annemin tokadını yiyip, sağ kulağımın ağır işitmesine neden olduğu günlere götürdü…
Babam Diyarbakır’da tutuklu, biz daha çocuk yaşlarda yetim denecek bir durumdayız…
Gerçi bu yetimlik hayat boyu sürmeye devam ediyor ya neyse, onu da açıp sizi daha fazla yormayayım diye burayı geçmek istiyorum.
İşten, siyasetten, ekonomik sıkıntıdan, alt yapı, ailevi, fertleri unutan bir yönetim anlayışından ve de olmayan düzenli bir aile ortamından dolayı çocuklarımıza, baba-anne duygusunu yaşatamadığımız bu toplumda hepimiz zaten birer yetim değil miyiz?..
Bilmem hatırlarmısınız?
Hikayeler, romanlar, şarkılar, şiirler ve türküler söyleyen bugün unuttuğumuz radyoları…
Ve; O radyolarda her gün heyecanla anlatılan ve bizleri bizlerden alıp, kendi küçük dünyamızın dışına götürerek, uzaklara atan romanları, hikayeleri…
İnsanı derinlere daldıran “Ne olacak sonu?” diye tırnaklarını yedirten hikayeleri, masalları ve de romanları heyecanla anlatan o büyük, bir o kadar da güzel
radyolar vardı, hatırlarımsınız?..
İşte, bana gelen bir mailde de aynı istek, aynı dilek vardı.
Anlattıklarımın sonunun ne olacağını büyük merakla beklerken, “Anlat, lütfen ama sakın bitirme!” diyordu adeta…
Ama okurumun bir çoğumuzun unutmaya başladığı radyoyu bana hatırlatan maili nedeniyle bir an daldığım o eski günlerde yaşadıklarımı yeniden hissettim.
Yıllar önce daldığım ve kulağımı verdiğim radyonun dibin de üvey annemin tokadını yeniden yemişçesine uyandım, kendime geldim, suyu olmayan köyde evden bir km uzaklıktaki kuyulara, biz insanlar gibi su ihtiyacını karşılamak için giden hayvanları geri getirmemi çıplak ayaklarımla isteyen, o yüksek ses tonlu Bedabla dediğimiz üvey annemin bana ve bize yaptıklarını bir anda yeniden hissettim…
Ve ardından bugüne kadar yaşadıklarımı…
O günleri yaşayan biri olarak; “Bugün çok mu zordayım?” diye düşünmedim değil…
Evet, o günleri hatırlarken saçlarımın diken diken oluşu bile bugün yaşadıklarımın yanında hafif kalıyordu adeta.
Çünkü o günlerin ne kadar zor ve çileli olduğunu hatırlasam da, bugünki gibi yorgun bir vücuda, karamsarlık dolu bir düşünceye sahip değildim, çocuktum, tazeydim, bir anlık sıkıntı karşısında dakikalarca ağlayıp, içimi boşaltma fırsatım vardı…
Ama ya bugün?
Yaşadıklarımı anlatmak isteyişim gibi, ağlamak istesem de göğsümün ortasını yarıp, orada kalan sıkıntılar gibi iki göz yaşı damlası dışında yaş dökemiyorum, o kapıya bakarak, “her an gelecek” diye bekleyen ve uykuyu unutan gözlerimle…
Evet, ıstıraplı günlerin hiç bitmeyeceğini ve hep bunu yaşayarak hayata son vereceğimizi uzun uzun Kuran sureleri ile anlatan, fikir ve yorumlarını Kuran’a dayandırdığı için dinci olmadığını, Atatürkçü olduğunu da özellikle anlatan Amerika’daki okurum Sosyoloji Doktoru Gökalp gibi okurlarımın, insanların bu tür sıkıntılarda tek başvuracakları yollarının Allah olduğunu belirtirken, diğer bazı okurlarım ise “senin ki ne ki; benim sevgilim trafik kazasında daha iki ay önce öldü” diye kendilerinin benden daha beter olduğunu anlatmaya çalışır ve benim anlatmaya çalıştığım özel hayatı bir sevgili meselesi sananlar …
Gelen yorum ve de mailleri okudukça, “okurumu yanlış düşüncelere mi yönlendiriyorum?” diye düşünüp, üç gündür yazdığım yazılarımı yeniden gözden geçirdim, kelime hatalarını görüp, düzelterek…
Hayır.
Üç gündür ele aldığım yazılarımda, kelime hatalarının dışında gördüm ki daha bir şey anlatmamıştım ki…
Okurlarımın, Özel hayatım dediğim yazdıklarımı okuduktan sonra bana attıkları mail vede yorumları, “Neden bu tez canlılık?” diye sorarken kendime, hukukçu bir dostumun kapıdan içeri girip, beni ziyarete geldiğini gördüm.
Burada oturmayan, ama sık sık Ardahan’a gelen ve sağ olsun beni dost bilip ziyaret eden bayan hukukçu dostuma okudum yazdıklarımı…
O da önce bir iki kelime hatasını düzelttirdikten sonra anlatmak istediğimin üzerinde yorum yapmaya başladı, bilgisayardan ayrılıp, çay içmek için
dinlenmeye geçtiğimiz anda..
Hukukçu dostum kaçıncıydı, özel hayatımı anlatmak istediğim, ama anlamak istemeyenler arasında?
Bilmem ama o da beni anlamak istemeyenlerin arasında süratle yer almıştı, okuduğu yazıyı ve anlatmak istediklerimi es geçip, Ardahan Devlet Hastanesinin Doğum Servisinde yaşanan rezaletleri anlatmaya başlarken…
Beni unutmuş, içinde bulunduğum durumu, çektiğim ıstıırapı o da görmemişti dakikalarca konuşup ardından ayağa kalkarak, sanki biliyormuşum gibi “Ben nereye gidecektim?” sorusunu bana sorarken uzattığı eliyle…
Onu yolcu ederken gideceği yere, yine kalmıştım kendimle baş başa ve yeniden döndüm bilgisayarım da ki yazılarıma, özel hayatıma, yaşadığım ve yaşadıklarıma ve de anlatacaklarıma..
Peki ben bunları anlatırken, bunları anlatmaya, özel hayatımı açmama neden olan, bu ıstırapları başlatan SEBEP neydi, neredeydi?
Kim bilir, belki de tahrip edip gittiği kalenin yıkılmasını dört gözle bekliyordu, benden her dakika düşen, kaleyi ayakta tutan toprak ve taşlara benzeyen düşüncelerimi şimdi okurken…


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —