Çocuklar, Oyun Bilinci ve Futbol… (1)
Bu haftaki köşe yazımın konusu her zaman olduğu gibi tabii ki futbol…
Futbol dünyanın en yaygın ve en popüler sporudur, ama her şeyden önce bir oyun olduğunu herkesin bilmesi gerekir. Her spor gibi futbolda içinde hayata ve kişiye dair birçok kavram barındırır.
Arkadaşlığı pekiştiren bir oyun olan futbol; rakibine saygı, centilmenlik, iş birliği gibi kavramlarının işlendiği, kaybetmeye dayalı olarak öfke ve üzüntü duygusuyla baş edebilme becerisinin geliştirildiği bir temsil alanı olarak ta tanımlanabilir.
Spor yapan çocuklar rekabeti, azmi, arkadaşlığı, cesareti, dayanışmayı, bir amaç uğruna işbirliği yapmayı, dolayısıyla takım oyununu, iyi bir antrenöre denk gelmişlerse oyuna ve daha önemlisi rakibe saygıyı öğrenirler, karşı takım olmadan oyun olmayacağını anlarlar.
Kendilerini ve sınırlarını tanırlar. Sınırlarının ve yapabildiklerinin zamanla geliştiğini öğrenirler. Yetenek denen ve yücelttiğimiz motor becerilerin, ancak çalışmayla geliştiğini görürler. “Çalışmak yeteneği yener, eğer ki yetenek çalışmazsa” kavramında olduğu gibi neyin neden önce geldiğini anlarlar.
Çocuklar doğaları gereği rekabetçi olsalar da, sporu ve özellikle futbolu belli bir yaşa kadar kazanmakla değil, eğlenmekle özdeşleştirmek gerektiğini de bir eğitimci olarak öğretmemiz gerektiğini düşünüyorum…
Futbol oynayarak büyüyen çocuklar, maç kaybettiklerinde veya kazandıkların da aslında hayatla ilgili de çok büyük bir ders alıyorlar; her zaman kazanamazsınız ama kazanmak için mücadele etmeye devam edersiniz. Hayat da aynı bu şekilde işte, henüz maçın beşinci dakikasında kırmızı kartla on kişi kalıp bir de penaltıdan gol yiyen takımın futbolcusu ya da taraftarı küsüp gidiyor mu?
Hayır.
Kaybetmek ve her mağlubiyetin ardından ayağa kalkıp yeniden mücadele etmek zorunda olan sporcuların bunu küçük yaşta öğrenmesi gerekir.
Kaybetmek ya da kazanmak!
Bütün mesele bu ise Dünyanın sonu olmadığını herkesin bilmesi gerekir…
Kalın sağlıcakla…