Vicdanı susturup lüks içinde yaşayanlar, acaba neyi ne karşılığında sattı da bu kadar konforlu oldular? Bazıları var bu memlekette… Ne dert görüyorlar ne utanç. Vicdanları sıfır, yüzleri tok. O kadar rahatsızlar ki, insan ister istemez soruyor: Kime ne sattın da bu kadar rahatsın? Dün mazlum gibi dolanıyordun, bugün plazada penthouse... Dün “halk” diyordun, bugün halkla aynı asansöre binmiyorsun. Demek ki bir şey değişti. Ama değişen sen değilsin sadece, sen bir şeyleri sattın. Belki kalemini, belki suskunluğunu, belki dostunu... Belki de kendi onurunu. Bir bakıyorsun dün yoksulluk hikâyeleriyle ağlayan gözler, bugün lüks arabaların buğusunu siliyor. Dün “hakkaniyet” nutukları atan diller, bugün haksızlığın sponsoru olmuş. Dün “adalet” diye haykıran yumruklar, bugün holding sofralarında çatal bıçakla süslenmiş. Ne oldu? Kim kimi kandırıyor? Sattığın şey sadece senin değil, bu milletin geleceği. Çünkü bir ihale için susuyorsun, bir terfi için görmezden geliyorsun, bir davetiye için “haklı” olanı terk ediyorsun. Sen satarken sadece kendini ucuzlatmıyorsun; güveni, umudu, hatta çocukların yarınını da peşkeş çekiyorsun. Ve sonra karşımıza dikilip “çok çalıştım” diyorsun. Hadi oradan! Çok çalışmadın, çok satıldın. İnsanlığını dilim dilim pazarladın. Vicdanın yerine kredi kartı limitini koydun. Onurun yerine imza attığın ihale tutanaklarını astın. İşte bu yüzden rahatsın. Çünkü ne utanacak bir yerin kaldı, ne de geceyi bölen bir vicdan sesin. Konforun kaynağı ne zekâ, ne emek… Sadece iyi fiyatla satılmış bir suskunluk. Ama unutma: Rahatın hep kısa sürer. Çünkü sattığın şey, dönüp bir gün kapına dayanır. Senin unuttuğun utancı, bu millet unutmaz. Senin üstünü örttüğün rezilliği, hayat bir gün suratına çarpar. O zaman anlarız: Asıl pazarlık masasında oturan, senin değil, senin sattığın değerlermiş. “Kime ne sattın da bu kadar rahatsın? Boş ver, yakında sen de aldığın fiyatı öğrenirsin.”