Mesut TuranErzurumluyorum
EĞİTİM SİSTEMİMİZ
18. yüzyılın sonlarında gerçekleşen Fransız İhtilali sadece Fransa’yı değil dalgalar halinde tüm Avrupa’yı ve Dünya’yı etkisi altına almış önemli bir halk harekâtı ve siyasi olaydır. Ulusçuluk, liberalizm, sekülerizm, radikalizm gibi birçok fikir akımının toplumlar üzerindeki etkisi özellikle Avrupa’nın yeniden şekillenmesine yol açmıştır. Bu nedenledir ki etkileri ve sonuçları itibariyle yeniçağı kapatıp yakınçağı başlatmıştır.
Bugünkü yazımın konusu Fransız İhtilali değil tabii ki. Asıl maksat bu olayın Avrupa’da ki eğitim yapılanması üzerinden kendi eğitim sistemimize bir bakış açısı oluşturmaktır.
“Türk eğitim tarihini kapsamayan bir dünya eğitim tarihinden söz edilemez.” Bu söz ünlü Alman eğitimci ve eğitim düşünürü Prof. Dr. G. Haussman’a ait. Profesör Haussman Avrupa’nın yeniden yapılanma sürecinde Alman eğitim ekolünü hazırlamış olan komisyona başkanlık etmiş ve hazırladıkları sistem sadece Almanya da değil birçok Avrupa ülkesinde de kabul görmüşlerdir. Günümüzde halen daha o komisyonun görüşleri doğrultusunda eğitim yapılmaktadır.
Profesör Haussman’ın bir ifadesi daha var ki bizi asıl ilgilendiren işin bu tarafı. Diyor ki: Türk eğitim tarihini incelerken Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig”, Ali Bin Hüseyin el Amasî’nin “Kitab-ı Tariku’l Edeb” ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın “Marifetname” ile “Tertibü’l Ulûm” isimli eserlerinden istifade ettik.
Sözün özü el âlemin bilim insanları oturmuş benim tarihimi, eğitim sistemimi incelemiş kendisine bir yol haritası çizmiş. Ve sabırla sebatla o istikamette yürümeye başlamış. Peki biz, biz ne yapmışız? İşte bu sorunun cevabı meşakkatli uzun bir yol gibi. Sefere çıkmak bir bela, çıkmamak ise bambaşka bir şey…
Harf inkılâbı: Osmanlı eğitim sisteminde medreselerde okutulan Osmanlıca Alfabeden vazgeçip, Latin Alfabesini kabul etmişiz. Daha ilk günden başlayıp günümüzde dahi tartışılan bu devrim, inanıyorum ki önümüzdeki yıllarda da tartışılmaya devam edecek. Osmanlıca Alfabesi Arapça ağırlıklı, Farsça harf destekli bir alfabedir. Yani o da özünde bizim değildir. Bizler tarih boyunca birkaç defa alfabe değişikliğine gitmişiz. Latin, Arap, Fars, Göktürk, Kiril Alfabesi bunlardan aklıma gelenler. Mesele okumak değil okuduğunu anlayabilmektir. Bugün Osmanlıca bir metni okuyabilsek bile ne kadar anlayabiliyoruz? İşte bu sorunun cevabını verebiliyorsak ne ala. Burada kıyım dilde olmuş. Kısırlaştırılmaya çalışılan bir kelime dağarcığıyla dile en büyük ihaneti yapmışız. Burada sebep tek başına harf inkılâbı değildir. Sadece sebeplerden birisidir.
Fulbright anlaşması: Harf inkılâbıyla birlikte yeniden bir eğitim yapılanması yapmak elzem olmuştur. Uzun çalışmalar sonrası Amerikan eğitim sistemi benimsenmiş ve bu işi Amerika Birleşik Devletleri üstlenmek istemiştir. Fakat M. Kemal Atatürk sistemin alınıp, yapılanmanın Türk uzmanlar tarafından gerçekleştirilmesi konusunda ayak diremiştir. Dolayısıyla onun ölümüne kadar bu iş adeta askıda kalmıştır. 1947 senesinde ise anlaşma sağlanmıştır. Bu anlaşmanın en sıkıntılı maddesi hiç şüphe yok ki 5. Maddesidir. Çünkü bu madde der ki: “Kurulacak olan eğitim komisyonu sekiz üyeden oluşacaktır. Bunlardan dördü Amerikalı, diğer dördü ise Türk olacaktır. Komisyonun fahri başkanlığını ise Amerika Birleşik Devletleri Ankara Büyükelçisi yapacaktır.” Bu madde ile maalesef başında milli kelimesi olan eğitimimiz Amerikalılara teslim edilmiştir. Bu Amerikalılar kimlerdir? Gerçekten eğitimci mi yoksa CIA ya hizmet eden ajanlar mı?
Köy Enstitüleri: Hiç şüphe yok ki Köy Enstitüleri cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yetiştirdiği çok kıymetli öğretmenlerle Anadolu insanına koşmuş, okuryazarlığın yanı sıra birçok sosyal ve içtimai meselede köylü ile birlikte yürümüştür. Türk insanının aydınlanması bilinçli birer birey olarak yetişmesinde etkin rol oynamıştır. Ta ki bu eğitim kurumlarına siyaset bulaşıncaya kadar. Siyasallaşan eğitim kurumlarının akıbeti kapılarına kilit vurulmasıyla nihayetlenir. Köy Enstitüleri de bu acı akıbeti yaşamıştır. 1950 de iktidara gelen Demokrat Parti siyasi yapıya bürünen Köy Enstitülerini kapatma kararı almıştır.
1960 sonrası eğitim: Maalesef 1960 lı yıllardan sonra eğitim sürekli siyasetin güdümünde olmuştur. Çok defalar keyfi uygulamalarla sekteye uğramıştır. Anarşi okullarda kol gezmiş. Bazı eğitim kurumları adeta terör yuvasına dönmüştür. Sonuç kaos, muhtıra, ihtilal…
Son 20 yılda eğitim: Son 20 yıl içerisinde eğitim içerisinde bir şeyleri düzeltmek adına o kadar çok şey yapıldı ki öğretmen, öğrenci, veli adeta ne gibi bir değişiklik ile başlayacağını bilmeden okulun yolunu tutuyor. Şöyle sıralamaya çalışalım.
Listeyi uzatmak mümkün. Fakat akla şöyle bir soru geliyor. Tüm bu yapılanlardan sonra ne değişti? Söyleyeyim, 2024-25 eğitim öğretim yılında 1-5-9. Sınıflarda müfredat değişti. Şimdi bekliyorum bu değişiklik ne getirecek?
Çocuklarımız, gençlerimiz sanal otizm hastalığından kurtulacak mı?
Türkçeyi güzel konuşup kendilerini ifade edebilecekler mi?
Bilime merak saracaklar mı?
Güzel sesli çocuklara müsamerelerde şarkı türkü söylettirilecek mi?
Resim yeteneği olan çocuklarımız okullarında sergi açabilecek mi?
Edepli ahlaklı birer birey olarak ve özgüvenleri gelişmiş bir halde toplumdaki yerlerini alabilecekler mi?
Ezbere dayalı şıklı sorulardan geçip öğrencinin belleğine bilgi yüklenecek mi?
Okuduğunu anlayabilecek, anladığını kâğıdı yazabilecek mi?
Öğretmenin saygınlığı geri gelecek mi?
Öğrenci büyüklerini sayacak, küçüklerini sevecek mi?
Ne bileyim aklımda onlarca firari soru var işte! Saygılarımla…