Türkiye’de uzun zamandır dile getirilen “faiz sebep, enflasyon sonuç” tezi, ekonomik tabloyu yönetmekten ziyade derinleştiren bir politik araç hâline dönüştü. Ekonomi yönetiminde bilimsel gerçekliklerden uzaklaşmanın faturası ise ne yazık ki toplumun en kırılgan kesimlerine kesiliyor. Zenginler, ekonomik sarsıntılardan etkilenmek bir yana, bu kriz dönemlerinde daha da zenginleşirken; emekliler, asgari ücretle geçinmeye çalışanlar ve yoksul vatandaşlar vergi yükü altında eziliyor.
Bugün ülkede yaşanan ekonomik krizin bedelini kim ödüyor? En düşük emekli maaşı alanlar, temel gıdaya ulaşmakta zorlanan aileler, kış mevsiminde doğalgaz faturasını ödeyemeyen milyonlar… Vergi sistemi, güçlüden değil güçsüzden almaya odaklanmış durumda. Dolaylı vergilerin ağırlığıyla, vatandaş her alışverişinde devletin açığını kapatma görevini üstleniyor. Zenginlere sağlanan teşvikler, devasa vergi afları, varlık vergileri gibi adımlar bir yana, yoksulların üzerine bindirilen yük adeta bir ekonomik soykırıma dönüşüyor.
Peki, bu tabloda hukukun rolü nedir? Türkiye, hukukun üstünlüğünü esas alan bir devlet olmaktan uzaklaştıkça, üstünlerin hukukuyla yönetilen bir düzene doğru savruluyor. Devletin asli görevi, vatandaşını korumak ve ona adil bir yaşam alanı sunmaktır. Ancak mevcut düzende hukukun, güçlülerin çıkarlarını koruyan bir araç hâline getirildiğine tanık oluyoruz. Adalet terazisi kırılmış, haklı olanın değil güçlü olanın kazandığı bir sisteme geçilmiştir.
Emekliler, yıllarca bu ülke için çalıştı, üretti, emek verdi. Bugün onların karşı karşıya kaldığı durum, sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal bir ayıptır. Bir devlet, emeklisine ikinci baharını sunamıyorsa, sosyal devlet olma iddiasını da kaybetmiş demektir. Bu ülkede milyonlarca insan, temel ihtiyaçlarını karşılamak için çırpınırken, lüks içinde yaşayanların bu adaletsizliğe kayıtsız kalması, toplumdaki uçurumu her geçen gün derinleştiriyor.
Unutulmamalıdır ki toplumsal barış, ekonomik adaletle mümkündür. Ekonomi bilimi, dogmatik inançlarla değil, akıl ve bilimle yönetilir. Adaletsizlik üzerine kurulu hiçbir sistem ayakta kalamaz. Yoksulların sırtına yüklenen bu ağır ekonomik fatura, sadece bir ekonomik çöküş değil, aynı zamanda bir toplumsal çöküş tehdididir.
Sonuç olarak, bu düzen değişmelidir. Vergi adaleti sağlanmalı, emeklinin, asgari ücretlinin, esnafın yükü hafifletilmelidir. Hukuk, güçlülerin değil, herkesin hakkını koruyan bir sistem hâline getirilmelidir. Bu topraklarda adaleti, hukuku ve refahı hâkim kılmak, sadece bir siyasi tercih değil, tarihî bir sorumluluktur. Türkiye’nin yeniden ayağa kalkabilmesi için önce adaleti tesis etmemiz gerekiyor. Çünkü adaletin olmadığı yerde ne ekonomi olur, ne de toplumsal huzur.