Eskiden simit fakirin yiyeceği, çayın yoldaşı, öğrencinin kahvaltısıydı. Bugün simit lüks oldu. 20 liraya dayandı. Yanına bir de çay içtin mi, küçük bir servet ödüyorsun. Üstelik bu ülke, "asgari ücretle geçinmek mümkün" diyenlerin yönettiği bir ülke. Gerçeklik algımızın yerle yeksan olduğu bu günlerde, ekonomiden bahsetmek neredeyse bir tür kara mizaha dönüştü.
İktidarın diline pelesenk olmuş bir cümle var: “Dünya krizde, biz elimizden geleni yapıyoruz.” Peki ama dünyanın başka hangi ülkesinde temel gıda ürünleri ayda 10 hatta 20 kere zamlanıyor? Hangi ülkede insanlar market arabasını değil, sepetini bile dolduramadan çıkıyor? “Enflasyonla mücadele ediyoruz” cümlesi artık kulağa “yağmurla mücadele eden bir şemsiye fabrikası” kadar trajikomik geliyor.
Sıfırdan Başlamak Mümkün Ama Eksiye Düşmek Nasıl Bir Başarıdır?
Ekonomiyi yönetmek bir sanattır, ama bizdeki tabloya bakarsan bu sanat “soyut” değil, “soydurulmuş” bir hal almış. Doları düşürmek için Merkez Bankası rezervleri eritildi, sonra o dolar yine yükseldi. Faiz düşürüldü, enflasyon fırladı. Sonra faiz tekrar artırıldı. Şimdi “istikrar” diyorlar ama milletin tek istikrarı cebinin boş kalması.
Gençlerin hayalleri artık Paris değil, Prag değil… Norveç bile değil. “Sadece kira ödemeden yaşamak” gibi mütevazı bir hayalleri var. Üniversite mezunu gençler kafelerde garsonluk yaparken, “ekonomi büyüyor” diyen ekran yüzlerine bakınca insan sormadan edemiyor: Kimin ekonomisi bu, kim büyüyor?
Yoksulluk Normalleşirse Zenginlik Ayıptır
Sokakta bir çocuk gördüğünüzde artık “Neden okulda değil?” diye sormuyorsunuz. Çünkü cevabını biliyorsunuz: Çalışmak zorunda. Ailesine destek olmak zorunda. Bazen simit satıyor, bazen mendil… Ama ne yaparsa yapsın, çocukluğunu yaşayamıyor. Ve biz buna “alıştık.” Yoksulluğa alıştık, geçinememeye alıştık, umut etmeyi bırakmaya alıştık. İşte tam da bu yüzden artık sadece ekonomi değil, toplumsal psikolojimiz de krizde.
Televizyonda bir yetkili çıkıp şöyle diyor: “Vatandaşımız alışverişini bilinçli yapmalı.” Ne demek bu? İnsanlar temel ihtiyaçlarını almadan önce üç kez düşünmek zorundaysa bu onların bilinçsizliği değil, sizin beceriksizliğinizdir. Etiketleri suçlayarak ekonomi yönetilemez. Enflasyonu "psikolojik" ilan edenler, halkın yaşadığı bunalımı gerçek sanmıyor olabilir; ama bu ülkenin çocukları açken psikolojik olan tek şey sizin algı yönetiminizdir.
İyi Ekonomi Rüya Gibi, Çünkü Gerçek Değil
Masallarda geçen "bir varmış, bir yokmuş" sözü, ekonomimizin en doğru tanımı olabilir. Bir gün indirim yapılır, ertesi gün fiyat iki katına çıkar. Bir sabah uyanırsınız, bir ürün ithalatına vergi gelmiştir. O ürün artık bir lüks tüketimdir. Çamaşır suyu bile “dikkatli kullanılmalı” tavsiyeleriyle satılır oldu. Süt ürünleri, yumurta, meyve… Artık alışveriş değil, matematik problemleri çözüyoruz markette: “Eğer bu hafta 2 litre süt almazsam, haftaya 1 kilo peynir alabilir miyim?”
Ülkenin ekonomisi de, siyaseti de simit gibi: Basit, sade ve herkesin ulaşabileceği bir şey olması gerekirken, artık erişilemez olmuş durumda. Ve ne yazık ki bu durumun tek açıklaması kötü yönetimdir. “Dış mihraklar” demek kolay, ama dış mihraklar gelip bizim maaşlarımızı mı eritti? Onlar mı her gün zam yapıyor, onlar mı kira fiyatlarını uçurdu?
Son Söz: Mizah da Yoksulun Sığınağıdır
Belki de bu yüzden gülüyoruz bazı şeylere. Çünkü gülmesek ağlayacağız. Çünkü “kriz yok” denilen bir yerde insanlar çöpten ekmek topluyor. Mizah da bir çeşit direniştir; tıpkı simit gibi sade ama tok tutan bir dil. Fakat bir ülkenin vatandaşları, geçim sıkıntısını gülerek anlatmaya çalışıyorsa, orada gülünecek değil, değiştirilecek çok şey var demektir.