Bu hafta da yine sizden gelen sorularla başlayalım dilimiz döndünce anlatmaya, yazmaya...
Bâtıl inançlar ve hurafeler..
Öncelikle bu konularda sorular sıklıkla geliyor ancak son dönemde sorular tarz değiştirip daha da ilginç hale gelmeye başladı..
Bu tarz değişikliğinin altında yatan sebep aslında, güncel hayatımızda "modernleşme" adı altında; batıl inanç veya hurafelerin şekil değiştirmesi, "sözde" bilimsel yaklaşımlarla(!) konuların bağlanması diyebiliriz.
Bu konu bağlanması, ya da bağdaştırılması; dîni hassasiyeti olan insanlarda ise, aynı zamanda "günah-sevap" sorgulamasına ve dîni dayanağını araştırmasına yol açıyor doğal olarak..
Sorularda bu sebeple şekil değiştiriyor..
En çok sorulanlar itibari ile, soruların içeriklerini kapsayacak şekilde başlıklar yazalım..
*Taşların enerjisine inanmak..
*Meditasyon yapmak..
*Burçlar ve özellikleri veya astrolojinin gerçekliği..
*Uğurlu ve uğursuz sayılan (denenmiş!) şeyler..
*Lohusalıkla ilgili durumlar...
*40'lı tabirli bebeklerin halleri..
Bu ve benzer başlıklardaki batıl inanışlar ve hurafeler ile ilgili, özelde bir çok soru cevapladığım oldu zaman içinde..
Ancak geçen hafta bir soru aldım ve bunu ilk defa duydum..
*Eskiyen giysinin toz bezi yapılması veya saklanması uğursuzluğu!
*Bunun o evin bereketini kaçırdığı!
*Fakirliğe, borca vesile olduğu!
*Onu zamanında giyindiğimizde, bizde olabilecek kötü enerjinin ona da bulaştığı ve sildiğimiz her yere o kötü enerjinin bulaştığı!
*Tersi olarak da; o giysi eskimiş olsada hâlihazırda bizim enerjimizle yüklü olduğundan, birine verildiğinde enerjinin bir alış-veriş hâli ile o kişiden bize, bizden ona geçeceği..
*Evdeki toza-kire sürüldüğü an; o toz ve kir eş zamanlı ve yine enerji geçişi ile(!) bizim ruhumuza sirayet ettiği, ruhumuzu kirlettiği!
Ve soran kişi; bu soruların kaynağı olarak da İbrahim Hakkı Hz'nin MARİFETNÂME isimli kitabının göstererek, o kitapta "KIYÂFETNÂME" isimli bir bölüm olduğu, bu konunun o bölümde yazılı olduğunu söyledi..
Açıkçası, okurumuzun işaret ettiği kaynak Marifetnâme kitabı olunca; baştan sona okumuş olarak ben de "acaba" dedim!
Atladım, unutum diye düşünerek tekrar açtım, baktım.."Kıyafetnâme" olarak adlandırılan bölüm adı gibi, ya da bizim bildiğimiz anladığımız şekliyle giydiğimiz kıyafetlerden bahsetmiyor ki!
Uzuvların, yani organlarımızın ruhumuza giydirilmiş bir "kıyafet" hükmünde olduğundan bahsediyor!
Ayrıca İbrahim Hakkı Hz, kendisi bu bölüme "KIYAFETNÂME" demiyor!
Tariflerinden dolayı diğer âlimler bu ismi veriyor!
Vücudumuzdaki kılcal damarlardan tutun, tüm organlar, kan hücreleri dâhil, derimize varana kadar hepsinin özelliklerini, vazifelerini, yaratılış mucizeleri şekliyle anlatıyor!
Kendisi tüm bilim dallarını; (fizik kimya, biyoloji, anatomi, geometri, astroloji) inceleyen, sosyolog sıfatlı bir İslâm Âlimi, bir bilim insanıdır..
Bu kadar açıklamayı yazma sebebim şu:
Adı değişken İnternet arama motorlarına; bir konu yazdığınızda, bazen kamyon arkası yazıların bile "Mevlâna" "Yunus Emre" imzalı, hattâ "Hadis" olduğu bile yazıyor..
Ve maalesef bu metinleri yazanlar çok güvenilir siteler bile olabiliyor..
Dolayısıyla bu konu gibi herhangi bir şey ile ilgili de yazıp arattığınızda karşınıza çıkan metinleri hemen ciddiye almayın lütfen!
Gerçekliğini araştırın!
Marifetnâme isimli kitabın en eski, orjinal basımlarından biri evimde!
Yok böyle bir bölüm NET!
Yani sorunun cevabı:
*Eski elbiselerinizi kullanılabilecek durumda ise başkasına vermekle bir enerji alış-verişi söz konusu olamaz!
*Geri dönüştürüp, meselâ bir kazağı kesip uç uca ekleyip atkı yapsam, sırtımdaki ağrı enerji alış-verişi ile boynuma geçmez!
*Verilecek veya geri dönüştürülemeyecek halde ve toz bezi yaptığımda, ne toz-kir bana geçer, ne kötü enerjim(!) sehpaya!
Aksine; bir İslâm Âlimine atfedilerek dîni açıdan insanı şüpheye düşürenlere şunu sormak lazım:
Diyelim ki çocuğumuzun küçülen yeni bir kıyafeti var herhangi bir yerde değerlendirmeden çöpe mi atmalıyız?
Cevabını hemen verelim..
Bu o suistimâl ettiğiniz dînimizde zaten yasaktır!
Çünkü israftır!
Yine bu o atfettiğiniz bilimde de yersizdir, çünkü bir kumaşın doğada çözülümü; açıkta 15 yıl, toprak altında ise araştırmalara göre en az 6 ay!
Ayrıca o alış-verişin olduğunu iddia ettiğiniz enerjimiz(!) o kıyafetimizle toprak altında bir yılana denk gelirse ne olur halimiz! :)
Batıl inançlar mantıksal temeli olmayan inançlar bütünüdür.
Dilimize Arapçadan geçen “hurafe” kelimesi de “akıl ve gerçekliğe aykırı olan söz” anlamına gelir.
Hurafeler; akıl, mantık ve bilime uyma- dığı gibi çoğu zaman din adına, bir hadismiş gibi, bir âlimin sözüymüş gibi ileri sürülen ama dinde de yeri olmayan inançlardır!
Bu soru vesilesi ile yazı başında başlıklar halinde yazdığım, ve daha öncesinde özelde cevapladığım soruları da, yine emsal olması adına, kısa kısa cevaplayarak bitirelim..
*Taşların enerjisine inanmak..
Kâinatta hiçbir taş, hiçbir böcek, hiçbir çiçek; uğurlu, uğursuz, pozitif-negatif enerjili(!) değildir!
"EFENDİMİZ (SAV) AKİK YÜZÜK TAKARMIŞ, AKİK ÖZELDİR, ŞİFÂDIR" vs söylemlerin hiçbir kaynakta yeri yoktur!
*Meditasyon yapmak günah mı?
Ruhu dinlendirmek, zihni boşaltmak, yine o "negatif enerji(!)"den arınmak vs gibi açıklamalar ile yapılan bir çalışma..
Ancak bunu kişi bedensel ve ruhsal rahatlama için yapıyor ya, meditasyon yerine dua ederek, ibadetlerini yaparak, Allah (CC) ile kendini bütünleyerek yapınca da aynı şey olmuyor mu?
Böyle yapınca "gerici" adı MEDİTASYON olunca modern mi oluyor?
Günah mı, değil!
Farkı inancımıza uygun yaptığımızda; iç muhasebe, dua, tefekkür vs gibi sebeplerle alacağımız sevapları elimizin tersi ile itmiş, rahatlamamızı yaptığımız o "modern" uygulamaya bağlamış oluyoruz..
Tercih sizin...
*Burçlar ve yorumları veya astrolojinin gerçekliği..
Bu da yine "MARİFETNÂME"ye dayandırılan bir konu..
Evet o kitapta yıldızlar, gezegenler ve hareketleri ile insanın doğum günü ve zamanına göre kişiliğini etkilediği vs yazıyor..
Ama!
"Burç" adı yok
Dolayısıyla; kova burcu Venüs'ün etkisinde şunları yaşar, balık burcu hep ağlar, bu haftalık yaşayacağı olaylar şunlardır vs yok!
Haftalık burç yorumları "modern falcılıktır!"
Gaybı(geleceği) bildiğini iddia etmektir!
Haramdır!
İnanmak da ortaklıktır!
*Uğurlu ve uğursuz sayılan (denenmiş!) şeyler..
İlk bölümde de yazmıştık, uğurlu-uğursuz diye ayrıştırılan şey denildiği gibi bilimsel(!) değildir!
Hiçbir dayanağı yoktur!
Dinde de yeri yoktur!
Aksine "yön tutmak" yasaklanmıştır.
Cahiliye devrinde Araplar kuşları ve geyikleri ürkütürler, hayvan sağ tarafa giderse işlerine güçlerine veya yollarına devam ederler, sol tarafa giderse yapacakları şeyden dönerler, uğursuzluk yorumunda bulunurlarmış..
Efendimiz (SAV), Araplar tarafından bu gibi kabul edilen, hertürlü boş ve mânâsız alışkanlık ve inançlarla mücadele etmiş, insanları onlardan vazgeçirmeye çalışmıştır!
“Yön tutma yasaklanmıştır" ifadesinin hadisesi budur…
Bir şeye uğur ya da uğursuzluk atfetmekte benzer şekilde “yön tutmadır” farkedelim!
Ve sahih bir hadiste:
“İslâmda teşeüm yoktur, en hayırlısı tefeüldür.” (Buhâri-Tıp/43) buyurmuştur..
Teşeüm: Uğursuzluğa inanmak.
Tefeül: Olanı hayra yormak demektir
Yani İslâm'da "Uğursuzluğa" inanmak yoktur!
İslâm'a mensup Müslüman ise her şeyi hayra yormalıdır...
*Lohusalıkla ilgili durumlar...
*40'lı tabirli bebeklerin halleri..
40-40'lı- gibi ifadelerle başlayan; bebek ve anne için halk arasında bilinen, yapılan, yapılması tavsiye edilen her türlü; örf, adet, gelenek TÜMÜYLE hurafedir, bâtıl inançtır!
Bu konuda bize bakan yönünde, yani dîni anlamdaki tek karşılığı; doğum yapan annenin "lohusa" oluşudur!
Lohusalık ise, hanımların özel durumlarından biridir.
40 gün sürer..
Bu süreçte diğer özel günlerle aynı hükümleri taşır.
Fiili olarak sadece ibadetleri sınırlanır!
40 gün bitince, yani halk tabiri ile "40'ı çıkınca" yapılacak tek şey; yine diğer özel durumları ile aynı şekilde, hiç bir fark olmaksızın sadece gusül abdesti alıp yapması ve sınırlanan ibadetlerini yapmaya başlamasıdır!
Bebeğe dair ise yapılacak hiç bir şey yoktur..
Yine yeni hâli ile "bilimsel"e(!) dayandırılan saçmalıklarla; tuzlamak, banyo suyuna bilmem ne taşı koymak, okumak üflemek vs nin de hiç bir dayanağı yoktur!
Ama!
Sadece 40 güne özel değil, her yıkadığımızda, bebek uyuduğunda; Kuran'dan ayetler okunabilir, dinletilebilir, dualar edilebilir..
Bunun tabii ki yararı vardır, ancak o güne özel bir dua, bir eylem yoktur!
Bu sorulara bu şekilde cevap verirken amacımız bilimi reddetmek değil..
Her dönemde insanların dîni noktalardada hassasiyetleri olmuştur..
"batıl inanç" veya "hurafe" ler de bu hassâsiyetlerin suistimâl edilmesine yol açmıştır..
Günümüz suistimalcileri ise; artık din adına yapılınca "yobazlık, gericilik" gibi karşılandığından, "bilimsel" başlığı altında şekil değiştirip "enerji" söylemleriyle süsleyerek sunuyorlar..
Günümüzde bilimsel(!) yaklaşımlarla desteklenen, adına "iyi-kötü enerji" denen kavramlar, dînimizde zaten var, hep vardı!
Dînimizde olan; her daim iyiyi beklemek, istemek, kötüyü düşünerek kendimizi kötü hissetmekten korumak, ağzımızdan çıkan şeylerin dua hükmünde olabileceğini düşünerek hep iyi konuşmayı tavsiye etmek bu bilimsel(!) dayanaklı olduğu söylenen "enerji" ile aynı değil mi?
Ancak günümüzde maalesef "Allahım işimi hayra çıkar, beni koru, muhafaza et"
demek ya da düşünmek GERİCİLİK(!) olarak görülürken:
7777 demek!
Elleri birleştirip, bağdaş kurup, gözleri kapatarak "oommm" demek..
Kötü enerjilere "kış kış" demek...
Ve son zamanda en güncel ama en cahilce olan şekliyle "ENERCİİİ" diye bağırmak..
Veya bir hata yaptığında "Tövbe Estağfurullah" yerine "İPTAL, İPTAL, İPTAL" demek!
ÇAĞDAŞLIK(!) BİLİMSELLİK(!) olarak görülüyor!
İşte; taşa, çiçeğe, böceğe, aya, yıldıza, gezegene veya bir eşyaya yüklenen anlamlarda bunların yansımasıdır..
VELHASIL...
Eski tâbirle BÂTIL-HURÂFE..
Yeni adıyla ENERJİ, TOTEM..
Hepsi için söylenebilecek tek cümle var..
Bu cümle ise, Kur'an'da bir çok sûrede geçen bir ayet..
Buyrun:
"AKLETMEZ MİSİNİZ?"
Rabbim verdiği "akıl" nimetini; hak ile bâtılı ayırt edebilmek adına kullanmayı nasip etsin cümlemize...
VESSELÂM....