Böylesine yağan bir yağmurun altında ıslanmaya ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Gökten kovayla boşaltılırcasına bir yağmur ve her boşaltılan kova, sanki de başımdan aşağıya geliyor gibi.
Kar tanelerinin gözüme doluştukları yetmezmiş gibi, beni nefessiz bırakıp boğmak için yarışırcasına ara vermeksizin, tokat misali yüzüme yüzüme hamle yapmaları ise bu dondurucu soğukta katlanılacak veya dayanılacak bir şey değildi.
Birkaç saniye daha durabilsem erimeden bu güneşin altında ve güç bulabilsem ayağa kalkmaya, hemen gölge bir yer arayacağım kendime ama nafile.
Kaçabileceğim,
Sığınabileceğim bir yer, hatta ve hatta çalabileceğim bir kapı nerede bulabilirim ki?
Ölümden asla korkmazdım ben, hatta kıyısından geçmişliğim dahi vardır. Umursamazdım bile bana dirsek atacak hamleleri karşısında. Neyim var ki? Neyi kaybedeceğim, şımarıklığı hep benimle birlikte yaşamıştır.
Attığım her adımın hovardalığı da bu rahatlığımdan gelmekteydi oysa…
Kimi zaman yalnız kalmak için bahaneler ormanına kaçan ben, bu sıralar kendimce bir takım kalabalıklar oluşturmaya başladım. Bahanem ne olur bilmem ama hep birileri olsun yanı başımda demek için gözlerimi dolaştırır dururum, hiçbir anlam ifade etmeyen sahnemde.
O yüzdendir giriş yaptığım değişik iklim olumsuzluklarından esinlenerek konu açmaya çalıştığım. Hemen hepimizin hayatında böyle bir iklim karmaşamız olmuştur. Konfor yaşamımızdan kopup, yabancısı olduğumuz birçok ortamlarda nefessiz kaldığımız anlarımız vardır birçoğumuzun.
Çaresizliğimizin paçalarımızdan akıp gitti ortamlarımız.
Beyhude çırpınışlarla doludur o anlarımız.
Ve mecburen yaşanılacaktır başa gelen.
Hep merak etmişimdir oysa zenginlik nedir? Nasıl bir duygudur diye…
Canın çektiği her nesneye fiyat kondurarak veya umursamadan alıp kullanabilmek midir?
Yoksa; yoksa, aklından geçenlerin bir bir yerine getirilmesi olayı mıdır?
Mesela zengin olan birisi, konu başlangıcında yaşanılan doğa olayları karşısında ne kadar bir varlığın altında korumaya alabilir ki kendisini?
Evet, belki birkaç yıldızlı otellerin konfor zengini odalarına atabilir umutsuz bedenini ama bu yeterli olur mu acaba, demeden de kendimi alamıyorum!
Zenginlik kaç yudum mutluluğu satın alabilir ki?
Veya huzurun hangi demini?
Dostluğun ve aile ortamının gerçek birlikteliğinin hangi anına, kaç lira bedel biçebilir ki?
İşte o yağmur bulutu üzerimde dolaşırken, kar fırtınasının kara düzen hoyratlığı dolaşırken etrafımda ve deli divane ben bir yudum nefes daha fazla almak hevesine düşmüşken hissettim bu duyguyu.
Babamı gördüm karşımda bir an, yanı başımda.
Nasıl da özlemişim…
Elimden tutan, korkma; ben yanındayım diyen ve benimle beraber o yağmur bulutlarına, kar fırtınası kabadayılığına ve güneşin pervasızlığına karşı durarak perde olan, kol kanat geren.
Korkma sakın (!) ifadesiyle adım attığım her anımda, benden beni koruyan.
İşte o yağmur bulutu üzerimde dolaşmaya başladığı zaman; ne kadar zengin olduğumu gördüm, yaşadım ben.
Her ne durumda olur ise olsun, kaç yaşında olur ise olsun, hangi şartlarda yaşar ise yaşasın bir abisi olmalı insanın. Dağ gibi ardında duran, sırtını güvenle dayayabileceği ve korkmadan hem de hiç bir şeyden korkmadan “benim abim var” diyebileceği bir abisi olmalı insanın.
“Adam” gibi bir abisi olmalı ki; kara bulutların ardındaki güneş misali doğabilme umudunu yaşatmalı insan.
“Oğul” gibi bir abisi olmalı ki; kafa atabilsin dünyanın gelmişine-geçmişine umursamadan. Endişe edip de, korkmadan…
“Can” gibi bir abisi olmalı ki; can bulsun her cansız kaldığında. Hayat bulsun, tükenip-yıkılıp kaldığında. Ömür katsın yarınlara, umudun aşılarını zerk ederken bedenine, her diriliş anında haykırabilesin tüm dünyaya “benim ardımda dağ gibi bir abim var”…
Sizin sözde güç dediğiniz, sözde zenginlik dediğiniz, sözde varlık dediğiniz sanal âleminiz, benim gerçek olan abimin yanında bir hiç kalır… Diyebileceğiniz, bir baba yarısı abiniz olmalı!
Ne kadar zengin olduğumu düşündüm bir an.
Birazdan özel aracım gelip beni alacak ve arada sırada gelip bir kaç gün kaldığım cennet köşkümden havaalanına doğru götürecek beni. Birilerinin binlerce liraya satın aldığı yıldızlı ve cafcaflı yağmur sığınağı otel odası yerine, sıcaklığını dahi bir servet ile alınamayacağını bildiğim, baba ocağı hissine kapıldığım ve “meğerse” annemin diğer yarısıymış diyebildiğim, abimle yengemin yanından yeniden doğmuş bir vaziyette, gülümün ve tomurcuklarımın bulunduğu kendi bahçeme gideceğim.
Umurumda mı sanki kara bulutlar, kar fırtınalarının acımasız hovardalığı ve güneşin orantısız yakmaları!
Ne kadar zengin olduğumu düşündüm bir an. Belki banka hesaplarımda bol sıfırlı rakamlardan oluşan sanal bir varlığım yoktu ama yanlarında huzurun ve mutluluğun hazzını doyumsuzca hissettiğim bir eşim, çocuklarım ve bir ailem vardı. Babamın kokusunu duyduğum, annemin sıcaklığını yaşadığım ve çocuklaşarak bir kez daha şımardığım bir anım vardı.
Hiç kimse bana bol çeşitli sofra edebiyatı yapmasın sakın!
Ben feleğin çemberinden geçerek, onun sofrasında kuru ekmek ve bir soğan ile doyurmuşum karnımı, hiçbir zenginlik sofrasının baklava-böreği beni kandırmaz…
Dedim ya bir abisi olmalı insanın, bir de yanında çocuklaşıp şımarabileceği anne yarısı bir yengesi.
Ne kadar zenginmişim de farkında değilim!
Uzm.Hakan Dikmen