İran, bin yıldan fazla bir süre Farsların değil, Türklerin yurdu olmuş; büyük medeniyetlere ve imparatorluklara ev sahipliği yapmış kadim bir coğrafyadır. Büyük Selçuklu’dan Safevîlere, Afşarlardan Kaçarlar’a kadar birçok Türk hanedanı bu topraklarda hüküm sürmüş, İran’ı hem siyasi hem de kültürel olarak şekillendirmiştir.
11. yüzyıldan itibaren İran’ın kaderi, Türk komutanlar ve hanedanlarla birlikte yazılmıştır. Son bin yılın Türk hakimiyeti, İran nüfusunun yapısını da belirlemiş; bugün ülke nüfusunun yarısını Türkler oluşturmaktadır.
Selçuklular döneminde İran, İslam dünyasının ilim, kültür ve siyaset merkezi hâline gelmiş; Türkler sadece kılıçlarıyla değil, adalet anlayışları, teşkilatçılık kabiliyetleri ve hoşgörüleriyle de derin izler bırakmıştır.
Azerbaycan Türkleri başta olmak üzere, Kaşkaylar, Horasan Türkleri ve Türkmenler; İran’ın kültürel zenginliğinin temel taşları ve bu toprakların Türk yurdu olduğunun yaşayan kanıtlarıdır.
Türkler, İran’daki Kürt, Fars, Beluci ve diğer halklarla asırlardır omuz omuza yaşamış; savaşta birlikte direnmiş, barışta aynı sofrayı paylaşmıştır. Bu ortak yaşam, İran’ı güçlü ve zengin kılan en temel unsurlardan biri olmuştur.
Diller farklı olabilir; ama kader ortaktır. Bu coğrafyada Türkler hem kendi kimliğini korumuş hem de ortak İran medeniyetine büyük katkı sunmuştur.
________________________________________
İran’da Türk Varlığını Yok Saymak: Tehlikeli Bir Kurgu
Türk varlığına karşı yürütülen ideolojik baskı, sadece kültürel bir inkâr değil; tarihsel gerçekliğe karşı açılmış temelsiz bir savaştır. Bu sürecin temeli 1927’de Pehlevî rejimiyle atılmış ve o günden beri resmî politikalarla Türk kimliği dışlanmaya çalışılmıştır.
Eğitim müfredatından kamu söylemine kadar her alanda Türklerin tarihi, dili ve kültürel varlığı görmezden gelinmiştir. Oysa İran nüfusunun yarısını oluşturan Türkler, bu ülkenin asli kurucu unsurlarındandır.
Türkleri yok saymak, İran’ı inkâr etmektir. Bu yaklaşım, sadece adaletsiz değil; aynı zamanda tehlikelidir. Toplumsal barışı zedeler, ayrılıkçılığı tetikler, birlik duygusunu aşındırır.
Ancak hâlâ umut vardır. İran halkının ortak aklı ve demokratik duyarlılığı, bu temelsiz ideolojinin üstesinden gelecek güce sahiptir. Tarihi birlikte yazan halklar, geleceği de birlikte inşa edecektir.
________________________________________
Gerçeğin Kabulü, Tehdidin Sonu Olur
İran’ın bir Türk yurdu olduğu gerçeği kabul edildiğinde, iç ve dış tehditlerin en önemli dayanağı ortadan kalkacaktır. Türk varlığını inkâr etmek; sadece bir halkı değil, İran’ın tarihini ve toplumsal yapısını parçalamaktır.
Bu inkâr, Türkleri değil; İran’ın geleceğini hedef almaktadır.
Gerçeğin tanınması ise tam tersine, aidiyet duygusunu güçlendirir; ayrılıkçı eğilimleri zayıflatır. Türkler tarih boyunca İran için savaşmış, devlet kurmuş, ilim ve kültür üretmiştir. Bu katkının tanınması; yalnızca adalet değil, aynı zamanda istikrar ve güven demektir.
Bugün İran’ın ihtiyacı olan; ideolojik ayrımcılık değil, tarihsel gerçekliğe dayalı bir toplumsal uzlaşıdır. Türk kimliğinin tanınması, bu uzlaşının anahtarıdır.
________________________________________
⚖ İran Türklerinin Siyasetteki Yeri: Adaletin Gereğidir
İran’da bin yıldan uzun süredir var olan Türk milleti, bu ülkenin kurulmasında, savunulmasında ve kalkınmasında büyük rol oynamıştır. Böylesi köklü bir halkın siyasette baskı altında tutulması, ne adil ne de sürdürülebilirdir.
Gerçek bir millî birlik için; Türklerin siyasal temsiliyet hakkı sağlanmalı, kimlikleriyle görünür olmalarının önündeki engeller kaldırılmalıdır. Siyasette ve idari yapıda eşit vatandaşlık ilkesine dayalı katılım, İran’ın geleceği için sadece bir ideal değil; stratejik bir zorunluluktur.
Türkleri dışlamak değil, onlarla birlikte yürümek; İran’a barış, istikrar ve ortak bir gelecek sunacaktır.
________________________________________