Yıl 1916… Osmanlı ordusu, Çanakkale’de gösterdiği direnişten sonra şimdi de Irak’ın tozlu çöllerinde İngiliz İmparatorluğu’na tarihinin en büyük askeri tokatlarından birini indiriyor. Kut kasabasında sıkışan koca İngiliz ordusu, Halit Paşa’nın “İngilizler artık bizim misafirimizdir” deyişiyle birlikte kımıldayamaz hale geliyor. Öyle böyle değil; tam 13.309 İngiliz askeri, paşasıyla, generaliyle, subayıyla esir ediliyor. İngilizler o güne dek alışık oldukları “gelir, görür, işgal eder, döneriz” hikâyesine burada virgül bile koyamadan noktayı yiyor.
Ve biz ne yapıyoruz? Bu büyük zaferi, yıllarca bayram havasında kutluyoruz. Çocuklara şeker dağıtılıyor mu bilinmez ama milletin göğsü kabarıyor, yürekler şükürle doluyor. Halil Paşa’nın emri net: “Bu zaferi her yıl bayram gibi kutlayınız!” Peki sonra ne oluyor? Gel zaman git zaman, 1952 yılı geliyor. Türkiye NATO’ya giriyor. Ve birdenbire bu zaferin hatırlanması, sanki komşunun bulaşık teliyle çay demlemişiz gibi tatsız bir hal alıyor. Kutlamalar kaldırılıyor. Sessizce, hiçbir resmi açıklama yapılmadan. Ne bir basın bildirisi, ne bir kamuoyu bilgilendirmesi… Sanki Halil Paşa hiç “kutlayınız” dememiş gibi.
Tarih, Siyasetin Dolabına Asılan Ceket Midir?
Bu mudur yani? Tarih, çıkarların rüzgârında savrulan bir yelken midir? Bugün dost olduk diye, dün mağlup ettiğimiz devletlerin hatırasından utanmak mıdır siyasetin gereği? Kut’ül Amare Zaferi’nin bayram olarak kutlanmasının kaldırılması, sadece bir kutlamanın iptal edilmesi değil, aynı zamanda tarihimize, öz güvenimize ve gelecek nesillere verilen zarif bir çelmedir. Çünkü bu zafer, bir halkın sömürgecilere karşı dimdik duruşunun belgesidir. Ve bu belgenin altına sadece Halil Paşa değil, Mehmetçik’in alnından damlayan ter, kalbinden akan cesaret de imza atmıştır.
Mizahıyla Ağlatan Gerçekler
Hadi biraz mizahi düşünelim… Bugün İngiliz tarih kitaplarında Kut’ül Amare sayfası nerededir biliyor musunuz? Genellikle “Sayfa bulunamadı – 404 Hatası” diye geçer. İngilizler bu yenilgiyi öyle bir unutmak istemiştir ki, General Townshend’i eve döndüğünde Londra’da çayla değil, soğuk bakışlarla karşılamışlardır. Adam resmen “Çaya süt koyduk, ama sen esareti koymuşsun” muamelesi görmüştür. Bizdeki hal mi? Zaferin üstüne çizik çekmişiz. Sanki tarihi kalemle değil, silgiyle yazıyoruz!
Tarihi Bayram Gibi Sahiplenmek
Tarihle olan bağımızı sadece törenlerde hatırlamak, bayrak sallayıp sonra unutuşa gömmekle olmaz. Kut’ül Amare gibi zaferler, sadece geçmişin değil, geleceğin de ruhunu şekillendirir. Eğer çocuklarımıza bu tür zaferleri anlatmazsak, onların zihinlerinde yalnızca yenilgiler kalır. “Biz de bir zamanlar böyle bir şeyi başarmışız” diyebilmek bile, bir milletin hafızasını tazeler, ruhunu yükseltir.
Bugün bu zaferin yıldönümünde hâlâ bir resmi tören düzenlenmiyor oluşu, sadece tarihî bir gaflet değil, aynı zamanda siyasi bir körlüktür. Her yıl “Kut Bayramı” olarak bu günü andığımızda, aslında İngilizlere nispet değil; kendi tarihimize, kendi kimliğimize selam dururuz. Bunun nesi yanlış olabilir?
Telafi Zamanı
Yapılacak olan nettir: Kut’ül Amare tekrar resmi bayram statüsüne alınmalı, okullarda çocuklara anlatılmalı, tarih kitaplarında sadece dipnot değil, ana başlık haline getirilmelidir. Halit Paşa’nın vasiyetini yerine getirmek, sadece bir askerî zaferi kutlamak değil; aynı zamanda o dönemde verilen bağımsızlık mücadelesine saygı duruşudur.
Çünkü zaferler unutuldukça milletin ruhu zayıflar. Hafıza silindikçe kimlik erir. Ve eğer biz, kendi zaferimizi kendimize hatırlatmazsak, başkaları bize kendi yenilgilerini bile zafer gibi yutturmaya kalkar.
Kut’ül Amare, sadece İngiliz’in kaybettiği bir savaş değil; Türk’ün yeniden ayağa kalktığı, “Ben buradayım” dediği gündür. Ve bu gün, hatırlanmayı değil; yaşatılmayı hak ediyor.
“Zaferi unutmak, geleceği unutmaya başlamak demektir.”
N. KACAN
Necat KACAN
Eğitimci Araştırmacı Yazar