Bu ülkede yıllardır bize sağcı-solcu, muhafazakâr-laik diye bir kutuplaşma pompaladılar. Oysa işin özü hiç bu kadar karmaşık değil. Türkiye’de iki tür insan var: Namuslu insanlar ve namussuzlar.
Namuslu insanlar, adaletin, liyakatin, hakkın, hukukun yanında duranlardır. Emeğin hakkını gözetir, kul hakkından sakınır, devleti baba ocağı gibi görür; korur, kollar, sahip çıkar. Namussuzlar ise işi gücü bırakmış, rakip gördüğünü hapse attırır, makam peşinde koşar, yandaşı kadrolara doldurur, milletin alın teriyle beslenir, bir de üstüne utanmadan din ve iman edebiyatı yapar. Allah’ın adını dilinden düşürmez ama kalbinde Allah korkusu yoktur. Kimisi de Atatürk’ü pazarlık malzemesi yapar, onun adını kullanarak menfaat devşirir.
Bu ülkede ne çekiyorsak, bu namussuzların arsızlığından çekiyoruz. Çünkü bunlar güçlü görünür, kalabalık görünür, hatta kimi zaman iktidar olur, ama aslında içleri boştur. Bunlar menfaat bitince sırtını döner, dava deyip kendini yüceltir, millet deyip cebini doldurur. İşte bizim kavgamız bu yüzden.
Biz namuslular bu çürümüş düzene karşıyız. Evet, belki sürünüp gitmek kolay, yanlışla uzlaşmak kolay, başını eğip yol almak kolay… Ama doğru bildiğin yolda dimdik yürümek, bedel ödemeyi göze almak omurga ister. Omurga iyidir, insanı ayakta tutar. Bizim kavgamız budur: Eğilmeden, bükülmeden, susmadan, korkmadan yürümek.
Bugün bu ülkede namuslu kalmak, yalnız kalmayı göze almak demektir. Ama unutmayın, doğru yolda savaşarak ölmek, yanlış yolda sürünerek yaşamaktan evladır. Biz de bu bayrakla yürüyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki bir milletin geleceği, namuslu insanların direnişine bağlıdır.