Bütün hazırlıkları bitmişti. Pazenden çift taraflı bir kundak yapmıştım. Bir tarafı pembe diğer tarafı mavi; o zamanlar o modaydı. Kenarlarında tığ ile güzel motifler yapmiştım. Bir tane beyaz yelek ve kazak da örmüştüm. Vakit yaklaştıkça benim korkularım da artarak devam ediyordu. Aslında kimse bana bir yardımda bulunmamıştı. Yardım edecek kimsem de yoktu. Zaten kimseyi tanımadığım bir ülkedeydim. Bu ülke benim ülkemden çok farklıydı. Aynı dile ve dine mensup olsakta yine çok şeyimiz farklıydı. İlk bebeğimi kucağıma alacaktım. Bir sürü hayallerim ve korkularım vardı. En önemlisi de bu ülkede hiç kimsem yoktu. Annem çok uzaktaydı. Yaşınız kaç olursa olsun her zaman anneye ihtiyacın vardır. Annem bana gelemiyorsa ben anneme giderdim.
Bebeğimin gelmesine kısa bir süre kala özlediğim ve güvende olduğum memleketime gittim.
Herşey olması gerektiği gibi gidiyordu. Beklenen gün gelmiş ve oğlumu kucağıma almıştım. Minik ve uzun parmakları yumuk elleri o kadar güzel görünüyordu ki Tanrım bu nasıl bir sevgidi böyle!....
İpek gibi yumuşacık sarı saçlarıyla, kalemle çizilmiş kaşları ve yanağına kadar uzanan kirpikleri vardı. Tanrı özenmiş de yaratmış denir ya işte öyle bir bebekti. Cennet nasıl kokar bilmiyorum ama oğlumun kokusunu tarifini ancak böyle ifade edebiliyorum. Bana göre etrafına cennet kokusu saçıyordu.
Yirmi gün olmuştu dünyaya merhaba diyeli: Yeni doğan sarılığı denilin bir rahatsızlığa yakalanmıştı. Bu yeni doğan bebeklerde sıkça görülürdü. Doktorlar öyle söylemişti ama bu oğlum için geçerli değildi. Tedavi süreci başladı. Ters giden bir şeyler vardı. Tedaviye yanıt vermiyordu. Hastane sürecinde ikinci bir rahatsızlık tanısı daha konuldu ve ilk defa duyduğum bir hastalıktı. Doktor Hemofili demişti rahatsızlığına, doktora göre çok şanslıydım ki kız değil erkekti. Yaşamına çok dikkat etmem gerekiyordu. En küçük bir çizik bile oğlumun hayatını kaybetmesine sebeb olabilirdi. Oğlumun kanı pıhtılaşma işlevini gerçeklestiremiyordu. Bunun için özel ilaçlar ve iğneler kullanması gerekiyordu. Bunun bir çözümü vardı evet ama diğer hastalığı bir türlü geçmiyordu.
Bulunduğumuz ilde ki hastane yetersiz görüldü ve daha iyi bir hastaneye sevkimiz yapıldı. Halk arasında yeni doğan sarılığı denilen hastalık ta en üst noktaya gelmişti. Tedavi için büyük şehir Hastanesi'ne vardığınızda sabah olmak üzereydi.
Hastanede tahlilleri ve yatış işlemimiz yapıldı, oğlumu kucağından genç bir hemşire aldı götürdü ve tekrar yanıma geldi ve dedi ki "Siz girebilirsiniz"
Anlamadım ben nereye gidecektim ki oğlum yanlız mı kalacaktı.
Benim kalmama izin yoktu. Bana düşen görev günde dört defa gelip oğlumu beslemekti.
İstemesemde kurallarla uymak zorundaydım. Üç gün bu şekilde hastanenin avlusunda gece yarısına kadar bekleyin sadece bir kaç saat uyku için akrabanın evine gidiyordum. Sabah hastaneye geldiğimde artık bebeğime sütümü veremeyeceğim aksi taktirde oğlumu kaybedebileceğim söylendi. Yeterki oğlum iyileşsin buna da razıydım. Aradan iki gün geçmişti ki doktorum oğlumun hastalığına bir tanı konulamadığını o yüzden ameliyattan başka çare kalmadığını söylemişti. Sıkıntı ya safra kanallarında yada karaciğerindeydi ama elle tutulur somut bir kanıt bulamamıştı.
Ameliyat günü geldi ve çok uzun bir operasyon için ameliyat hanenin önünde beklemeye başladık. Oğlumu içeriye aldılar, yarım saat geçmemişti ki oğlumu yeşil beze sarılmış hemşirenin kucağında yoğun bakıma götürülürken gördüm
Bir terslik vardı. Oğlum içerde olmalıydı, bu kadar kısa sürede çıkamazdı.
Tanrım yardım et.
Kısa bir beklemenin ardından doktor bizi odasına götürdü. Oğlumun yaşama şansı yok olduğunu yaşımın genç olduğunu, Allah'a dua etmem gerektiğini ve evladının çok acı çekmesini istememi nasihat etti.
Ne diyordu ki bu adam !...
Annenin cennet kokulu oğluna nasıl da yakıştırıyordu bunu. Ben hiç doktora inanmadım. Zaten bir hafta sonra taburcu olduk. Ben yaşadığım ülkeye oğlumla birlikte geri döndüm. Ameliyat yaradı da iyileşti ve oğlum her gün daha iyiye gidiyordu. Boyu uzanmıştı ama hiç kilo alamıyordu. Aradan aylar geçti ve bir yıl olmuştu anne diyordu. Daha da bir yakışıklı olmuştu oğlum.
Benim hiç oğluma yakıştıramadığım o gün gelmiş ve oğlum kollarımda melek olup gitmişti.
Dünya yıkıldı, zaman durdu ve ben öldüm.
Tarifi imkansız bir acı. Gerçek anlamda ölümü tatmadım ama sanırım bu ondan da acı. Sanki narkoz vermeden seni ameliyata alıp iç organlarınızın dışarı çıkarıldığını düşünün işte öyle bir şey.
Ben öldüm dedim hem de defalarca ve hala yaşıyorum. " Aşağılık insan oğlu önce biraz ağlayıp sonra alışıyor" diyordu bir kitapta.
Evet aynen öyleydi. Yıllarca hep sorular sordum kendime bu nasıl bir döngü, nasıl bir sistem? Kim neden bunları yaşıyordu. Yada benim ne günahım vardı. Elbette hiç cevap bulamadım. Evet aşağılık insan oğlu öldüm diye diye yıllarca yaşıyordu. Çok kitap okudum, hiç bir kitapta sorularımın bir açıklamasını bir cevabını bulamadım. Benim oğlumun ne günahı vardı. Hani biz insanlar günahının bedelini ödüyor deriz ya, küçük bebeğin ne günahı olabilirdi ki? Bir günahı yoktu. Bir açıklaması da yoktu ve mantıklı bir cevabı da.
Tek bildiğim bir şey vardı, bazı insanlar diğerlerine göre daha özel oldukları. Belki de bazı insanların acılara dayanma kapasitesi fazlaydı. O kadar çelişkilerle dolu bir hayat ki mantıklı cevaplar bulamıyorum.Sevdiğini kaybetmeyen kişi mezarlıktan korkarmış. Ben mezarlıktan korkmuyorum. Bazı insanların da küçük şeylerden hayatı kendilerine zehir etmelerini de anlamıyorum. Yüzlerine geçirdikleri onlarca maskelerle nasıl yaşanır bilmiyorum. Senin hayat hikayen doğum ile ölüm arasındaki o kısacık çizgi. İşte hepsi bu kardeşim. Yalanlar ihanetler kandirmalarla nasıl bu güzel hayatı bu kadar aşağılık yaşaya biliyorsunuz. Bu işten kârınız ne ?
İnsan olmak bu kadar ucuz olmamalı. Para sevgiden insanlıktan daha mı önemli?
Bir araba bir ev güzel eşyalar için gece gündüz çalışıp sevdiğinin yanında olduğunu unutanlar. Evet hayatımızı devam ettirmek zorundayız. Bu dünyadan ayrılırken neleri götüreceğini bir kez daha düşünün, ona göre davranın. Götüremeyeceginiz şeyler için kendinizi yıpratmayın. Gülümseyin ,sevin insan olmanın güzelliğini yaşayın.
Bu gün sevdiğinize sarıldınız mı?
Bu gün evladınıza vakit ayırdınız mı?
Bu gün siz öldünüzmü? ..
Serpil TEKİN