Filistin....
Ahlar, vahlar...
Feryatlar, figanlar...
Arş-ı âlayı titreten çığlıklar, dualar....
Neden bitmiyor bu zulüm?
Allah (CC) bu kadar zulme neden müsade ediyor?
Bu zulmün bir sebebi, bir hikmeti var mıdır?
Bu bir imtihan ise; kimin, kimlerin imtihânı?
Ne yapılmalı?
Evet dostlar;
Günümüz gecemiz, yüreğimizi dağlayan bu haberler ve ardından gelen bu soruları düşünmekle ile geçiyor...
Herkesin yapabildiği tek şey bu..
Çünkü bizler aciz kullarız.
Başımıza gelen musibetlerde, sorgulamalarımızın sebebi tam da bu, acziyet!
Acziyet; herhangi bir konuda en üst düzeyde hissedilen çaresizlik anlamındadır..
Ama acziyet "ACZ" kökünden türemiştir.
ACZ = Bedenî veya malî yetersizlik sebebiyle dinî, hukukî yükümlülükleri ve işlemleri yapamama veya eksik yapma hali.
Kelime kökündeki bu anlam ile "Acziyet" gerçek mânasını bulabilir!
Yani; biz unuttuklarımızla, yapmadıklarımızla! çaresiz kalırız.
Konuyu ayet ile açarak ilerleyelim..
"O'dur ki, O yüce Allah'tır ki bütün göklerde ve bütün arzlarda (hayat olan âlemlerde yarattığı) her şeyi katından sizlerin (insanların) emrine musahhar kıldı. Muhakkak ki bunda düşünen bir kavim için âyetler vardır." (Casiye, 45/13)
Bu ve benzer içerikte olan bir çok ayette kainattın biz insanlar için yaratıldığını îlan eder Rabbimiz!
Ancak bu kadar şeyi bahşettiği "İnsanı" da kendine kulluk etsin diye yaratmıştır!
İnsan kulluğunu bildiği ölçüde vardır!
Kulluğu sadece kendi nâmına değil, yaratılmış bütün mahlukat adına yaşayarak, Rabbine karşı görev ve sorumlulukları yerine getirerek hâlis kul olabilir!
İNSAN!
İnsan kelimesi de "nisyan" kökünden gelir!
NİSYAN=unutmak, ertelemek, bilerek veya bilmeden terketmek”
İNSAN NİSYANDIR!
UNUTKANDIR!
Unutkanlığımız ile unuttuğumuz şeyleri de Rabbimiz hatırlatıyor!
Güçsüzüz!
Aciziz!
Çaresiziz!
O zaman Rabbimize kulak vermeliyiz!
Okumalıyız!
Anlamalıyız!
“Onlara, kendilerinden evvelkilerin; Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin, İbrâhîm kavminin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Peygamberleri, onlara apaçık mûcizeler getirmişti.
Allâh onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler.” (TevbeSûresi- 9/70)
“Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı?
Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü işlemişler, onu, bunların îmâr ettiklerinden daha çok îmâr etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi.
Zâten Allâh, onlara zulmedecek değildi; fakat onlar, kendi kendilerine zulmetmekte idiler.” (Rûm Sûresi- 30/9)
Rabbimiz bu ayetler ile geçmişte helâk olan kavimleri anlatırken ders çıkararak yaşamamızı emrediyor!
Ama dedik ya" "İNSAN NİSYANDANDIR"!
Bu özelliğimizi de bilen yine Rabbimiz!
Yine, yeniden hatırlatıyor!
“İnsanların elleriyle kazandıkları (günahlar) dolayısıyla karada ve denizde fesat zuhûr etti.
Bu, onlara, yaptıklarından bâzısının acısını tattırmak içindir.
Umulur ki (tuttukları kötü yolu terkedip) Hakk’a dönerler.” (Rûm Sûresi- 30/41)
Sonra dönüp "ACZİYET" diyoruz!
"Acz" kelime mânasını düşünelim, dîni ve hukuki görevlerini eksik yapma ve bunun sonucunda karşılaştığı olaylara karşı çaresizliğin adı ACZİYET oluyordu değil mi?
“Eğer Allâh, insanları zulümleri yüzünden cezâlandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı…” (Nahl Sûresi- 16/ 61)
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "imân ettik" demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar?
And olsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir.
Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlakâ ortaya koyacaktır. Yoksa kötülük yapanlar, bizden kaçabileceklerini mi sandılar?
Ne kadar kötü (ne yanlış) hüküm veriyorlar!” (Ankebût Sûresi- 29/ 2-4)
Kânatta Allah'tan (CC) habersiz olan hiçbir şey yoktur!
Bunu bilip imân etmiş olsak da, yine acziyetimizle sorguluyoruz!
Hatta bazen haddimizi aşarak!
"ALLAH'IM YETMEZ Mİ, BU ZULMÜ NEDEN DURDURMUYORSUN!?"
GAYRETULLAH'A DOKUNMADI MI HÂLA?
Gerçekte olan Acz sebeplerini görmezden gelerek; unutarak, haddi aşan hâlimiz de, çaresizliğimizden elbet...
Ama unutmayalım ki; sebepsiz hiç bir şey olmaz!
Bu konuda Mevlâna Hazretlerinin bir dörtlüğü vardır:
KULA BELA GELMEZ HAK YAZMAYINCA!
HAK BELÂ YAZMAZ KUL AZMAYINCA!
HAK BELÂYI KULUNA KUL İLE VERİR!
HAK EMRİNİ BİLMEYEN BUNU KUL ETTİ SANIR!
HALBU Kİ; HAK İSTEMEZSE YAPRAK MI KIPRANIR?
Bu dörtlükten;
"FİLİSTİN HALKI AZGINDI DA, O YÜZDEN Mİ MUSİBETE UĞRADILAR?"
sonucu çıkmaz!
Bu onların imtihânı olduğu kadar bizlerin, tüm Müslüman toplumunun, hattâ insanlığın imtihânıdır!
İmtihan 2 türlüdür!
Birincisi cezâ hükmünde iken, ikincisi mükâfat hükmündedir!
Filistin halkı bu zulmü iliklerine kadar yaşayan, ızdırabını canlarında, mallarında, evlatlarında bulan kullar...
Onların bu yaşadıkları zahîren (dışarıdan)
çok zor elbet, ama imtihanları onları mükâfatın en büyüğüne ulaştırıyor!
Ebedî hayatta cennete!
Bizlerin izlerken içimizin parçalandığı o görüntülerin muhatabı kadınlar, çocuklar; resmen soykırıma uğrayan ailelerin, o toplumun her bir ferdi "şehit" ya da "mazlum" hükmünde ahîretini kazanıyor!
Bu gözle bakabilirsek aslında onlar bu ağır imtihan ile mükafatlandırılıyor..
Peki ya biz?
Bu işin neresindeyiz?
Asıl belâ ve musibete uğrayan bizleriz!
Her gün her gece, gördüklerimiz karşısında çektiğimiz ızdırap da bizim musîbetimiz!
Konuyu özetleyecek olursak;
Ayetlerle sabit, helâk olan kavimlerin ortak özellikleri neydi?
*Allah'ın varlığını birliğini inkâr etmek! *O'nun emir ve yasaklarına uymamak!
*Gönderdiği peygamberlere itaat etmemek!
*Azgınlığa düşmek!
*Hayâsız ve edepsiz yaşamak!
*Sapkın ilişkilerde olmak!
*Adaletsiz davranmak
Bunlar ve daha fazlasını bizler yani "Müslümanlar(!) yaşıyor muyuz?
Bu şekilde yaşanmasına, yaşatılmasına müsade ediyor muyuz?
Ya da bu şekilde yaşayan; kulluğunu, acziyetini unutan kullar mıyız?
Bizim bu dünyadan hiç gitmeyecekmişcesine edindiğimiz hırslar..
Dünya malı sevdalarımız..
Makamlar, mevkîler..
Girdiğimiz haklar..
Unuttuğumuz kulluk..
Normal(!) olarak gördüğümüz sapkınlıklar..
Ses kestiğimiz zulümler..
En yakından en uzağa, adalet yerine güttüğümüz çıkarlar..
Tüm bunlar zulmün başımıza sağnak olarak yağmasına yetmez mi?
Velhâsıl...
Filistin halkı zahîren (dıştan görünüşte) zulmün en uç hâlini yaşıyor evet..
İmtihânları çok büyük evet..
Yürek dayanmıyor evet..
Ama...
Dönüp kendimize bakmak gerek diye düşünüyorum..
Bu zulüm, bu musîbet tüm Müslümanların hattâ tüm insanlığın imtihânıdır!
İmtihanın fiîli muhatabı mazlum Filistin halkı, bu sınavın sonunda "mazlum" sıfatı ile mükâfatını ebedi âlemde alacak dedik...
Ya biz?
Hem bu dünyada görüp ızdırabını yaşayarak, hemde ötelerde hesabını vererek ne kazanabiliriz?
Sıradan bir vatandaşız, ne yapabiliriz ki?
Evet şahsımız adına yapabikeceklerimiz sınırlı belki..
Ama en azından kendi hayatımıza, yakın çevremize bakalım..
Musîbeti kendimize veya topluma çeken bir hâlimiz var mı?
Varsa düzeltelim!
Bu şekilde bir farkındalık ile; hal ve hareketlerin, yaşam standartlarının düzeltilmeye çalışılması ile edilen dua "fiîli duadır"!
Fiîli duaya ihtiyacımız var!
Tövbeye ihtiyacımız var!
Günahlardan arınmaya, tekrarından korunmaya, bizim yüzümüzden yağan musibetler varsa, bu şekilde durdurmaya, en azından bu niyete ihtiyacımız var!
İllâ bir insan veya vatandaş olarak, bu dünyada hesap soracak isek de şunu soralım..
"Müsüman Ülkeler" ismi adı altında olan ülkelerde, devlet nezdinde neler yapılıyor?
Kim neyi, hangi locadan izliyor?
Sözleri ile yaptıkları birbirini tutuyor mu?
Bizler sıradan vatandaş olarak elimizden geleni yapıyoruz diyelim, yapalım tamam..
Ama unutmayalım!
Hayatta en çok korkulan ve ilâhî bir uyarı niteliğinde olan olaylar, yani; tusunamiler, kasırgalar, seller, depremler, kıtlık, düşman işgalleri ve bulaşıcı hastalıklar vs hepsi büyük bir gazabın habercileridir!
Uyarıdır!
Rabbimiz tarafından "uyanın" demektir!
Altındaki uyarıyı, hikmeti görmeden, kendimizi sorgulama gereği dahî hissetmeden "Onun sebebi bu, bunun sebebi o" ya da "Neden Allah'ım nedeen!!" diye haykırışlar, deve kuşu modeli olmakla eş değerdir!
Kafamızı kuma gömerek saklanamayacağımızı anlamak için geç kalmayalım!
Tüm İslâm Âleminin, tüm Müslüman ülkelerin; gerek devlet yönetimi bazında, gerekse halk olarak kişisel yaşam standartlarımızdaki eksikleri hatâları bulmamız düzeltmemiz gerekiyor!
Biz bize düşeni; en küçükten en büyük halkaya doğrultalım, sonra soralım "NEDEN BİTMİYOR BU ZULÜM" diye..
Yâ Rabbî!
Bizlerin eksikleri, kusurları, günahları yüzünden..
Dünyevî güç ve etkinin sahibi devletler olarak yapabileceklerimizi yapmadığımızdan...
Hakkıyla tövbe edemediğimizden..
Doğru yolda sabit kalamadığımızdan..
Dünyevî hırslarımızdan..
Sürekli şikâyet eden olarak eksik kalan şükrümüzden dolayı gelen musibetleri bertarâf eyle..
Bütün bunları kendinde aramayacak, kendine sormayacak kadar azgınlaşmış nefsimizden, hayâsızlıktan, sapkınlıktan, ben demekten, benim demekten, kendini kusursuz görmekten bizleri kurtar..
Bizlerin eksikleri gelen bir zulüm varsa, bizi affet...
O kardeşlerimizi selâmete ulaştır..
SEN Kİ HERŞEYE GÜCÜ YETENSİN!
YALNIZ SANA KULLUK EDER, YALNIZ SENDEN YARDIM İSTERİZ!
MEDET YÂ RAB!
Zulümlerden kurtulmak, bunu anlamak veya düzeltmek için ebâbil kuşlarını mı bekliyoruz?
Eğer o zamânı bekliyorsak vay hâlimize!
VESSELÂM....