Bir hikâye anlatılır belki duymuşsunuzdur..
Zamanın birinde bir papaz varmış...
Allah'a inancı tam, çok îtikatli, herşeyi O'ndan bekleyen, O'ndan gelene sabır gösteren...
Her olayda tevekkül sahibi..
Ve günlerden bir gün; bulunduğu şehirde sel uyarısı yapılmış.
Bulunduğu kilise sel olabilecek bölgede olduğundan, uyarmışlar papazı da..
"Sel ihtimali var, tedbiren çıkmalıyız buradan" demişler..
Ama pazaz îtikadinden ödün vermemiş..
"ÇIKMAM! ALLAH BENİ KURTARIR!" demiş..
Uyarılara uygun, şiddetli yağmur yağmış ve sel olmaya başlamış...
Kilisedeki herkes çıkmış, papaz yine aynı cümlelerle kalmış..
Sular yükselmiş, kayıkla gelmişler papazı almaya.
Ama nafile...
Yine gitmemiş!
"ALLAH BENİ KURTARIR!" diyerek...
Sular yükseldikçe papaz efendi de 2 katlı kilisenin katlarında, bir bir yükselmiş..
En üstte, artık kilisenin kubbesindeymiş...
Bu kez onu kurtarmaya helikopterle gelmişler!
Megafonla seslenip, ip uzatmışlar..
Ama yine aynı cümle!
"ALLAH BENİ KURTARIR" demiş ve ipi de itmiş!
Gelenler çaresiz geri dönmüşler ve beklenen son!
Papaz efendi, kilise kubbesinden sel sularına kapılmış ve boğularak ölmüş..
Hikaye bu ya; ölünce sorgu melekleri gelmiş ve onlar sormadan aceleyle hemen, o sormuş onlara..
"Allah'a o kadar güvendim ve bekledim, beni neden kurtarmadı!?
Sorgu meleğinden cevap gelmiş:
Allah seni kurtarmak için öncesinde haber verdi; sonra olacağını hissettirdi, olunca kayık gönderdi, onu beğenmedin son dakika helikopter bile gönderdi!
Sana ip uzattırdı, o ipi de ittin!
Daha ne yapsaydı kurtarmak için?
Ayrıca burada soruları biz sorarız!
Şimdi sen cevap ver bakalım..
Tüm bunlar olurken; Allah'ın sana düşünesin, düşünerek doğruyu bulasın, doğru karar veresin diye verdiği aklın neredeydi?
Neden onu kullanmadın papaz efendi!!"
O anda "aklı" devreye giren papaz şok!
Ama ne çâre........
Bu bir hikaye..
Bir temsil..
Ve "Temsilde hata olmaz"atasözünü kullanarak yazdım bunu..
Gelin şimdi bu temsîli; kendi şahsî hayatımıza, topumsal hayatımıza, verdiğimiz kararlara veya verdiğimiz kararların devamındaki ısrarımıza yönelik değerlendirelim..
Kişisel hayatımızla başlayalım..
Bize gelen sel uyarılarına; kayıklara vs ye rağmen,
can havli ve eş zamanlı huzursuzlukla, hâlen nefes almak için bir kat daha yukarı çıkmayı seçiyorsak biz(!)...
Hiçbir şey yapmıyorsak kurtulmak için, çabalamıyorsak..
Ve sonrasında "Allah'ım beni neden görmüyorsun" diyorsak, temsil hikayedeki papaz gelsin aklımıza..
Hani Rabbimizin düşünelim diye, doğruyu seçmek için verdiği, karar verme yetisine sahip olan aklımıza!
Düşünelim, hiç mi uyarı yapılmadı?
Kayık gelmedi mi bize?
Ya da kayık biraz uzakta, yüzme mesafesinde de olsa gözümüze görünmedi mi?
Kayığı uzakta görünce yüzme bilmesek dahî, ulaşmak için çabaladık mı?
Hiç mi ip uzatılmadı?
Bakalım etrafımıza; standartları veya gelişimlerinin iyi olduğununu düşündüğümüz insanlara!
O standarlara veya gelişime ulaşırken hangi zorlu yolda, ne kadar mücadele etmiş?
Hangi uyarıyı aklıyla düşünmüş?
Hangi kayığı kovalamış?
Hangi ipi tutmuş?
"Zorlayınca olmaz nasipse olur, Zorlamadan da nasip olmaz! Çünkü kader gayrete aşıktır" diye bir cümle vardır..
Bir rivayet Mevlâna'nın, bir rivayet de Yunus Emre'nindir denir..
İmrendiklerimizin gayreti ne âlemde meselâ?
Geçelim toplumsal hayatımıza..
Şahsımızdan sonra toplumsal hayatta yaşanılan sıkıntılar?
Başımızdan tıpkı sele götüren yağmur gibi yağan musibetler, kötülükler…
Onlar ne âlemde?
Artık uyarı seviyesini geçti sanki..
Sel suları yükseliyor!
Sel yükseldikçe bir kat yukarı kaçarak mı kurtulmayı düşünüyoruz?
Papazın kilisesi 2 katlıymış..
Ya bizim binamız?
10 mu, 15 mi?
50 mi?
Yakarı doğru çıktıkça korkudan gözlerimiz mi kapanıyor, basınçtan kulaklarımız mı tıkanıyor?
Peki hikayedeki papaz Allah'a inancına güvenmiş ve beklemiş; biz neye, kime inanıp güveniyoruz?
Allah'a güveniyorsak sorun yok..
O zaman uyarıyı duyar, kayığı görür, zorlu olsa da güvendiğimiz Rab olduğundan O'nun yardımıyla gerekirse çırpınarak, boğulma tehlikesi atlata atlata, kayığa ulaşırız..
Ulaşamasak da bir dal parçası buluruz, belki ipi tutar kurtuluruz...
Ama....!
Güvendiğimiz falancalar filacalar ise..
Yani bir insan ise yardım beklediğimiz, vay halimize!!
Yine dönelim papaza...
Papaz meleklere sormuştu..
Allah'a olan imanından dolayı beklemişti..
Belki çabasız(!) olduğundan tevekkülü işe yaramamıştı..
Ya biz?
Biz kime, ne soracağız o selde boğulursak?
Güvendiklerimiz?
Ya onlar?
Onlar şu an olduğu gibi, yine o zamanda kendilerini düşünüyor olacak!
Bizi o çook yükseklerdeki yerlerinden duyacaklar mı acaba?
Şu an biz bin türlü sıkıntı ile, musibetler ile boğuşurken; sebep olanlar, göz yumanlar duyuyor mu sesimizi?
Artık son katımıza geldiğimizde ipi uzaktan gösterip:
AZ KALDI!
HA GAYRET!
SEN HARİKASIN!
BAŞARACAKSIN!
BİRLİKTE GÜÇLÜYÜZ!
ETRAFINDAKİ BOĞULANLARA BAKMA!
ONLAR BİZİ DİNLEMEYENLER!
BİZDEN OLMAYANLAR!
BİZ BURADAYIZ!
SENİN YANINDAYIZ!
AZ KALDI!
BİTECEK!
Diyerek sağ elleri ile; kan ter içinde kalan bize, uzakta ama hedefte olan ipi işaret ediyorlar!
Ama sanki sol elleri de arkadan helikopter pilotuna uzaklaş emri veriyorlar!
Çünkü “bizi kurtaracağı” söylenen o ip, yani hedefler yaklaşmak yerine hep uzaklaşıyor!
Bu çok garip değil mi?
Bu arada yağmurda durmuyor, şiddetleniyor ve sular yükseliyor!
Boğulmak üzereyiz!
Allah bizi kurtarır diyoruz, AMENNÂ!!
Ama Allah'ın bizi kurtarmak için yaptığı en büyük şey, verdiği akıldır!
Kayıkla, helikopterle kandıranları farketmeyenler, hâlen güvenmeye devam edenler!
Aklı kullanmayana ne kayık, ne helikopter...
Haa belki kimileri için sel suları tehlikeli boyutta yükselmemiştir henüz..
Bulundukları katlar çok yüksekse demek..
Onlar yüksekte olduklarından bulundukları yere göre konuşuyor herhalde..
Pembe, toz pembe, en toz toz pembe tablolar çiziyorlar!
Ee ya biz?
Bir tarafta o yüksekte olanların verdikleri tablolar, istatistikler, araştırmalar..
Bir tarafta ise, gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu, bizzat içinde yaşadıklarımız!
Ve tüm bunların tezatlığında aklımız; hâlen o falancalar, filancalar "KURTARIRLAR BİZİ" diyorsa, papaz gibi o gün geldiğinde sele kapılmak müstehak bize!
Tabii henüz kapılmadıysak!
Kurtulmak için "az kaldı" diyerek, sürekli ve bilinçli uzaklaştırılan ipi kovalamak tercihtir!
Tercih ise akılla yapılır!
Sezen Aksu'nun çok bilindik bir şarkısı vardır..
"Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece" diye başlar..
Ve nakaratı şöyledir:
Eller günahkar,
Diller günahkar,
Bir çağ yangını bu!
Bütün dünya günahkar!
Masum değiliz,
Hiçbirimiz!
Evet her ne kadar adı "iyiniyet" olsa da, gerek şahsî, gerek toplumsal anlamda tercihlerimiz bizi delide edebilir, velî de...
Son bir kez daha papazı hatırlayarak bitirelim...
Hani uyarı, kayık, helikopter, ip...
Herşeyi reddetmişti ya!
Şimdi bizde armutun sapı, üzümün çöpü demeden bir kayık, olmadı dikenli bir dal bile olsa tutunmalıyız sanki...
En azından sel boğazımıza dayanmışken nefes alacak, önümüzü görecek, belki sağlıklı düşünecek vaktimiz olur kimbilir?
Peki o ipi gösterenler?
"Hedef" diyerek su boğazımıza dayanmışken bizi sürekli oyalayanlar?
Size neden bir şey olmuyor?
Unutmayın; her gecenin sabahı olduğu gibi, her günün de bir gecesi vardır!
Bu yağmur bu şiddetle yağmaya devam ettikçe, bu sel coştukça; çook yüksekte olsada sizin de katınıza ulaşacaktır elbet..
Ya sele tedbir alın, ya ipi gerçekten(!) uzatın artık!
Bizden söylemesi....
Temsilde hata olmazmış..
Sürçülisan ettiysek affola...
Günün birinde bizede "Aklın nerdeydi?" diye sorulursa diye düşünmeye, yahut kıssadan hisseye niyetle diyelim...
VESSELÂM...