Hayat, bize daha en baştan birtakım roller, etiketler ve beklentilerle kimlikler sunar. Fakat insanın gerçek benliği, çoğu zaman bu kimliklerin ardında unutulmaya yüz tutar. Toplumun kalıpları içinde sıkışmış birey, bir gün kendini sorgulamaya başlar: “Ben kimim?”
İşte o an, içimizde bir kıvılcım yanar. Bu kıvılcım bazen bastırılmış bir hayal, bazen unutulmuş bir tutku, bazen de kendi sesimizi duyamadığımız bir sessizlikten doğar. Ancak hayatın gürültüsü çoğu zaman bu kıvılcımı bastırır. İnsan, başkalarının gözünde var olmaya çalışırken, kendinden silinir gider.
Silikleşmek, Kendi Rengini Yitirmektir
Silikleşmek, kendi rengini yitirip başkalarının suretine bürünmektir. Kendini ifade edemeyen birey, yalnızca etrafındakilerin beklentilerini karşılamaya çalışır. Zamanla içsel ışığını kaybeder. Oysa her insan bir cevherdir ve bu cevher, dış koşullar ne kadar zor olursa olsun parlamayı bekler.
Parlamak İçsel Bir Uyanıştır
Parlamak, içsel bir uyanıştır. Bu uyanış kolay olmaz. Belki bir kayıpla, belki bir kırılma anıyla gelir. Bazen bir satırda, bazen bir sükûnetin içinde, bazen de bir çocuğun gözlerinde saklıdır. Ama bir kere kendine dönmeyi başaran insan, kendi cevherini bulmaya başlar.
Kimlik Giyilir, Benlik İnşa Edilir
Unutulmamalıdır: Kimlikler giyilir, ama benlik inşa edilir. Toplumun bize sunduğu kimlikler gelip geçicidir. Oysa benlik, bireyin hayat yolculuğu boyunca inşa ettiği en sağlam temeldir. Bu yüzden insan, kendi özünü tanımaya ve onu yaşatmaya çalışmalıdır.
Işığını Yak, Kendin Ol
Hayat, kim olduğumuzu unutmadan yaşandığında anlam kazanır. Silikleşen bir kimlikten parlayan bir benliğe ulaşmak, içsel bir cesaretin ürünüdür. Başkalarının gölgesinden çıkıp, kendi ışığımızı yakmak zorundayız. Ancak o zaman kendimiz olabilir, kendimiz oldukça da başkalarına gerçek anlamda ışık olabiliriz.
“Kendini bulmak, kalabalıklar içinde kaybolmadan yürüyebilmektir.”
N. KACAN
Necat KACAN
Eğitimci Yazar