Siyaset sosyolojisi ve gerçek hayat
Elif Lale Kırcaoğlu
Kafam zonkluyor..Kelimeler beynimi kemiriyor. Bir sosyolog olarak bazen kendimden utanıyorum. Bugünlerde kafamı biraz ekonomi ve siyaset kavramlarına taktım. Bu yüzden diyorum ki, ülkemdeki siyaset sahnesine bakınca üzülüyorum. Tüm irtibat telleri kopartılacak kadar kutuplaştırılan toplumlar gizli veya aşikâr "operasyona" maruz kalıyor demektir.
Bu her yerde böyledir. Kin ve nefretle malul hale getirilen sosyolojilere bakmak kafidir. Son günlerde yaşadığımız hadiseler tam da bu değil mi? İktidarıyla muhalefetiyle toplum geriliyor ve bir kutuplaşma operasyonuna tabi tutuluyor.
İtiraf etmeliyim ki bugüne kadar siyaset kavramını hep, seyis; insan idare etme sanatı olarak biliyordum. Gerçek de öyledir. Hz. Peygamber ve sahabe dönemi hariç; Emevi,Abbasi,Osmanlı ve de günümüzde demokrasi adı altında uygulanan tüm sistemlerin hepsi de saltanattır. Zaten hilafet saltanata dönüşünce siyaset yozlaştı, bulandı, bir türlü de durulmuyor.
Ne demek istediğimi biraz açayım: Ben emek ve alın terinden yana olan bir insanım. Sözü dinlerim lakin doğrusuna tabi olurum. Benim için sözü kimin söylediği önemli değildir. Yeterli omurgası doğru olsun. Franz Oppenheimer der ki: "
İnsanın, ihtiyaçlarını karşılamak ve arzularını tatmin etmek için başvurmak zorunda olduğu temelde zıt iki araç vardır. Ya çalışacak-üretecek ya da çalacak; yani kişi ya kendi emeği ile kazanacak ya da başkalarının emeğine zorla el koyacak, onlara çökecek. İlkine ekonomi, ikincisine ise siyaset diyoruz."
Peki, ekonomi ile siyaset arasındaki bu fay hatlarını kim tetikledi? Siyaset sosyolojisi üzerinde konuşmak konusunda iddialı değilim ama bir şeyler söylemeden de edemeyeceğim. Türkiye'de yaşayıp da sosyolojinin hangi alanı ile ilgilenirseniz ilgilenin bir şekilde siyaset kurumunun da ilişkilendirildiği bir yapı ile karşı karşıya kalmamanız mümkün değildir. Yahu Allah aşkına, çalışıp didinen bir öğrencinin hakkını çalmak ve hak ettiği yerlere gelmesini engellemekle siyasetin ne alakası var? Bir okula dahi hademe atarken siyaset karışacaksa, sormazlar mı adama: Nerdesin, ey adalet? Pişkinlik ve gerçekleri perdelemekte de üstümüze yok yani. Gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlar. Adam çalıyor, hırsızlık yapıyor, biz onun bu ayıbını örtbas etmek için, " ama aynı zamanda çalışıyor canım" diyoruz. Canı cehenneme! Çalarak çalışan, tüy bitmemiş yetimin hakkını çalarken, onun çalışması yerin dibine batsın!
Rus yazar Soljenitsin'in dediği gibi;
"Yalan söylediklerini biliyoruz, yalan söylediklerini biliyorlar, yalan söylediklerini bildiğimizi biliyorlar, yalan söylediklerini bildiğimizi bildiklerini biliyoruz, ama hâlâ yalan söylüyorlar."
Siyaset dahil her şeyi politize ettik. Siyasetin amacı iktidara gelmek ve iktidara geldikten sonra da elindeki gücü korumak için her türlü yapıyı kendi lehine dönüştürmek olmamalıdır. Muhalefet de iktidara gelmek için fırıldak olmak durumunda değildir. Proje diye bir şey var. Toplum sizin aynanızdır. Bizim Türk toplumu ariftir. Kimin ne yaptığını, ne işle meşgul olduğunu çok iyi biliyor. Demokrasi dışındaki yol ve yöntemleri onaylamıyorum. Kim, hangi düşünceye mensup olursa olsun, sandıkla gelip sandıkla gitmelidir. Lakin bu böyle olmuyor işte..
Derin eşitsizliklerle dolu bir dünya ve bu dünyaya eşlik eden yeni kriz halleri ile karşı karşıyayız. Trump gibi dengesiz yaşlı bir bunağı başına başkan seçen Amerika, Mahsuni Şerif'in yıllar önce dediği gibi katil ve canidir. 21 yüzyılda hala dünyanın jandarmalığına soyunan bir Amerika ile karşı karşıyayız. Zâlim Putin ile birlikte hareket ederek Ukrayna savaşını körüklüyor. İsrail denilen terör devleti ise Gazze'de taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadı. Gazze ölüyor.. Suriye'de yeni bir yapı oluştu. Umarım yüzümüze gözümüze bulaştırmadan Ortadoğu'dan alnımızın akıyla çıkarız.
Toparlayayım. İster Türkiye'de, isterse uluslararası ülkelerde olsun, siyaset aktörleri hayatın tüm evresine karışmamalı
Eğer öyle olursa, siyasetçi; bilim ve teoriden, bilim insanları ise gerçek hayat ve güncel konulardan kopar ve uzaklaşır. mesela ben diyorum ki İstanbul Sözleşmesi gibi iklim sözleşmesi de bir felakettir. Bu konunun uzmanları konuşmalı ve onlardan alınan fikir ve düşüncelerden sonra konuyu masaya yatırmalıyız. İhtisas ve uzmanlık konusu diye bir şey var. Bizim siyasetçilerimiz de; akademisyen ve entellektüellerimiz de Fildişi kulelerinde yaşıyor.
Siyasetçi teorik bakış açısına yönelmeli, bilim insanları da teori kulelerinden dışarı çıkıp hayatı bizzat tecrübe etmelidirler.
Bazı siyaset bilimciler çağdaş kutuplaşmanın sol ve sağ ölçeğindeki politika farklılıklarından ziyade dini-seküler, milliyetçi-küreselci, geleneksel-modern veya kırsal-kentsel gibi diğer ayrışmalara bağlı olarak arttığını iddia etmektedir. Kutuplaşma, siyasileştirme süreciyle ilişkilidir."
Siyasetin aktörleri ülkedeki tansiyonu yükseltirse, toplum gerilir ve sonuçta iktidar da muhalefet de kaybeder. Yüksek tansiyon, dikkat edilmediği takdirde nasıl ki insanı ölüme götürürse, siyasetteki ve ülkedeki tansiyon da düşürülmediği takdirde, kaybeden ülkem insanı değil, siyasi aktörler olur.