Türk siyasetinin uçsuz bucaksız düzlüklerinde bir "yanaşma" kültürü var ki, her seçim döneminde tazeleniyor, her iktidar değişiminde yeni bir isimle arz-ı endam ediyor. Tıpkı eski köy düzeninde ağanın yanında çalışan, toprağı olmayan yanaşmalar gibi, siyasi yanaşmalar da kendi fikirleriyle değil, biat ettikleri güç sahiplerinin gölgesinde varlık buluyor.
Peki, kimdir bu siyasi yanaşmalar? Onları tanımak aslında zor değil. Nerede bir liderin arkasında "evet efendimci" bir grup varsa, nerede her türlü kararı alkışlayan bir topluluk görürseniz, bilin ki orada siyasi yanaşmalar boy gösteriyor. Dün başka bir partide övgüler düzen, bugün yeni bir liderin eteklerini öpüyor; yarın ise farklı bir güç odağının hizmetkârı olmaktan hiç gocunmayacaklar. Yeter ki konfor alanları bozulmasın, "sofradan bir lokma ekmek" eksilmesin.
Eski feodal düzenin ağası toprak sahibiydi, siyasi feodalitede ise "oy" sahibi. Yanaşmanın köydeki karşılığı neyse, siyasetteki karşılığı da odur: Söyleyecek sözü olmayan ama her söyleneni "can-ı gönülden" tekrarlayan bir sadakat yığını. Hangi görüşte olursa olsun, bu yanaşmaların değişmeyen iki özelliği var: İlkesizlik ve kişisel çıkar. Bir gün şiddetle eleştirdikleri politikaları, ertesi gün "asrın en büyük icraatı" diye savunmaya başlarlar. Yeter ki bir "tencere kaynasın."
Bu yanaşmaların en çarpıcı örneklerinden biri, siyasetteki "dönme dolap" tutumudur. Dün "kutsal davamız" diye bağıranlar, bugün tam zıddı bir siyasi akımın bayrağını taşırken, yüzlerinde en ufak bir mahcubiyet belirtisi görülmez. Bu, modern zamanların "amele pazarıdır." En yüksek ücreti verenin yanında saf tutan bir grup insan... Üstelik bu yanaşmalar sadece bireylerden ibaret değil; medya kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve hatta akademik camia bile bu döngünün bir parçası olabiliyor.
Ancak asıl trajikomik olan, siyasi yanaşmaların kendilerini bağımsız bireyler olarak lanse etme çabasıdır. Her sabah bir liderin açıklamalarını kopyalayıp "tarihe geçecek sözler" diye pazarlayanlar, bu bağımsızlık iddialarıyla yalnızca kendilerini kandırıyorlar. Çünkü özgürlüğün ilk şartı, bir fikrin olmasıdır; siyasi yanaşmaların ise fikri yoktur, sadece efendileri vardır.
Siyasi yanaşmaların bu ülkede neden bitmediği sorusuna gelince, cevap basit: Çünkü biz onları besliyoruz. Alkışla, ilkesiz övgüyle, onlara tahsis ettiğimiz makam ve mevkiyle bu düzenin devam etmesine katkı sağlıyoruz. Ama unutmayalım, yanaşma kültürü sadece efendisine değil, topluma da zarar verir. İlkesizliğin kök saldığı bir yerde, hiçbir ideoloji gerçek anlamda gelişemez; siyaset bir fikir yarışından çok, çıkar çatışmasına dönüşür.
Sözün özü, eğer bu modern feodal düzeni değiştirmek istiyorsak, önce siyasi yanaşma kültüründen kurtulmamız gerekiyor. Çünkü bir ülkenin geleceği, sadece liderlerinin değil, liderlerine yanaşmadan dik durabilen bireylerin ellerindedir.