Mesut Turan / Erzurumluyorum
SPORUMUZDA AHLAK MI KALDI?
Malumunuz son olimpiyat oyunlarını 40 yıl aradan sonra ilk defa altın madalya alamadan tamamladık. Gümüş ve bronz madalya sayımız ise maalesef 8 de kaldı. Ve ülke sıralamasında 64. sırada yer aldık. Bu tablonun en sevindirici yanı kadın sporcularımızın başarısıdır. Tabii ki olimpiyat ruhu denen bir olgu var. Mesele madalya almak değil, sportmenliğe yakışır bir şekilde yarışmaktır. Yani spor ile ahlakı harmanlayarak yarışabilme kabiliyetidir olimpiyatlar. Bu bakış açısıyla ülkemizi temsil eden tüm sporcularımızı tebrik ediyorum.
Hayal kırıklığı yaşadığımız spor branşları var. Erkekler güreşte Taha Akyol haricinde başarı yok. Merhum Naim Süleymanoğlu ile başlayan ve adeta “Türk gibi kuvvetli” sözünü perçinleyen halterde hüsran yaşadığımız bir diğer branş. Umarım ki bu iki branşta en kısa sürede toparlanır ve eski gücümüze kavuşuruz.
Bu süreçte beni ve inanıyorum ki tüm milletimizi derinden üzen olay hiç şüphesizdir ki altın madalya şansı olan en azından gümüşü garanti olan güreşçimiz Rıza Kayaalp’in bu olimpiyatlara katılamamasıdır. O kelimeyi zikretmekten bile tiksiniyorum. Ama asrın güreşçisi diyebileceğimiz bu kardeşimizin böyle bir sebeple olimpiyat oyunlarına gidememesi çok üzücüdür. Umarım bu konuda ihmali olan her kim var ise hesabını öder.
Spor denince akla gelen ilk branş hiç şüphe yoktur ki kitleleri peşinden sürükleyen futbol gelir. Seyir zevki ve sporcuların fiziki farklılıklarıyla oyunu zenginleştirmeleri bu dala olan ilgiyi zirveye taşımıştır. Kısa boylu bir basketçi, sprinter olmayan bir atlet, güç, kuvvet ve kas yapısı zayıf birisi boksör veya güreşçi olamaz. Ama bunların hepsi yetenekleri varsa futbolcu olabilirler. Dünyanın en büyük futbolcusu (bana göre) Armando Diego Maradona’dır. Ve lakabı “bücür” dür. Lakap demişken bazı futbolculara takılan lakaplar bile futbolun renk çeşitliliğini gösterir. Birkaç misal vermek isterim. Ordinaryüs, taçsız kral, sinyor, şeytan, dobi, kova, panter, imparator, atom karınca, kepçe, sarı fırtına… Bu lakapları tamamını yazsak sayfalar dolusu olur.
Futbol sahasının ölçüleri uluslararası futbol federasyonları birliği FİFA tarafından belirlenmiştir. Yine stadyumların yapısı belli başlı bazı kriterlere haiz olması gerekir. Ülkemizde de bu standart uygulanır. Fakat ülkemizde yönetmelikte yazılı olmayan bir kural vardır. O da her stadımızda cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün veciz bir sözü. Ne diyor “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim.”
Sporcunun zekâsı ve çevikliği müsabaka, ahlakı ise toplum içindir. Milyonları peşinden koşturan bu sporcuların her hareketi toplumda yansıma bulur. Sadece sporcuların mı? Kulüp yöneticilerin, teknik kadroların ve spor terimiyle söyleyeyim akreditasyon kartı olan her insanın ve dahi televizyon yorumcularının gazetecilerin bu bilinçte olması gerekir. Söyledikleri, yaptıkları örnek teşkil etmelidir. Bir atasözümüz ile perçinleyelim. “Eline, beline, diline sahip ol!” prensibiyle hareket etmelidirler. Aksi takdirde bahsettiğim yansıma tabanda ahlaki çöküşe dönüşebilir.
Bu çöküşlere sebep olabilecek birkaç davranışı yazmak isterim. Spora ve spor ahlakına uymayan bu davranışları tasvip etmek mümkün değildir. Yakın zamanda neler yaşadık neler?
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Lakin büyüklerimiz derler ki: “Kötü emsalden misal olmaz.” Şu ana kadar hep olumsuz örnekler verdim. Yok mu spor camiasında güzel örnekler? Elbette var. Bizden birkaç örneklerle bu haftaki yazımı tamamlamak istiyorum.
Biraz önce lakaplardan örnekler verdim. Futbolda en çok takılan lakaplardan birisi de “kaptan” dır. Kaptan demek abi demektir, büyük demektir. Yaşam tarzları ahlaki yapılarıyla örnek kişi demektir. Erzurum da bu lakap ile anılan birçok sporcu vardır. Yıllarca efsane Erzurum Sporumuzun formasını terleten Kaptan Sabo (Sebahattin Güneş), amatör kümenin yıldızı usta gol ayağı Kaptan Atilla (Atilla Çelenk), Orman Spor ve Belde Sporun saha içi hırçın saha dışında beyefendi kimliği ile Kaptan Sebahattin (Sebahattin Özcan). Bunlar her daim örnek yaşantılarıyla gençlere ve topluma örnek olmuşlardır. Kaptan abilerimin hepsine buradan selam olsun.
16-17 yaşındayım. Erzurum Yol Spor kulübünün lisanslı futbolcusuyum ve antrenmana çıkmak için hazırlık yapıyorum. Ayakkabılarımın bağcıkların bağlayıp doğrulunca bir an karşımda eski milli boksör, o dönem Yol Spor ve Boks Milli Takımımızın da antrenörü olan Nazif Kuran duruyor. “O ağzındaki ne?” Diye sordu. Hemen aklınıza sigara geldi değil mi? Yok, yok değil. “Sakız” dedim. “Ne işe yarar? Diye sordu, cevapladım. “Hocam antrenman sırasında susuzluğumu gideriyor” dedim. Şöyle bana bir bakıp elini omzuma koydu. “Sakız susuzluk gidermez. Tam tersine antrenmanda sana güç kaybettirir. Çünkü onu dişlerinin arasında her sıkıştırdığında 20 kg yük kaldırmışçasına bir enerjiyi senden alır.” Aslında söyledikleri bu kadar değildi. Devamında çok ta güzel bir veciz söz söyledi. Ben burada o sözü yazmayacağım. Ben o an sakızı çöpe attım. Ve bir daha ne antrenmanda ne sonrasında sakız çiğnemedim. Nazif Hocam bana çok güzel bir ders vermişti. Buradan selam ve saygılarımla ellerinden öpüyorum.
Evet ders dedim. Çünkü spor kulübü demek sadece sporcu yetiştiren yer demek değildir. Spor kulüpleri aynı zamanda birer mekteptir. Gençlerin toplumsal ahlak ile donatıldığı örnek kişilerin yetiştirildiği yerlerdir. Zafere giden yolda kardeşliğin, dostluğun, sevginin, saygının düstur olarak benimsetildiği kurumlardır.
Sporcu ahlaklı olursa spor yöneticileri ahlaklı olmak zorunda kalırlar. Bu durum taraftara da sirayet eder. Tersi durum vahimdir. Kaos doğurur, kavga doğurur. İnanç değerlerinden uzaklaştırır. Toplumun örf ve ananesini törpüler. Ve ahlaki deformasyona mihmandarlık eder.
Ezcümle ben de sporcunun “zeki, çevik ve ahlaklısını seviyorum.”