Tarih boyunca İslam, güçlü bir inanç ve medeniyet hamlesi olarak dünyanın dört bir yanına yayıldı. Bu medeniyet, ilimle, ahlakla ve adaletle anıldı. Ancak düşmanları, İslam'ı yok edemeyeceklerini erken fark ettiler. Kılıçla savaştılar, topraklarımızı işgal ettiler, ama İslam'ın ruhunu söküp atamadılar. İşte bu noktada, zihinleri hedef almaya başladılar.
Zamanla gördüler ki balık, sudan çıkarılarak yok edilemez. Balığın yaşadığı suyun kimyasını bozdular. İslam’ın özüne doğrudan saldırmak yerine, inanç dünyamıza sahte fikirler ve yozlaşmış akımlar yerleştirdiler. Bu planların taşeronları olarak, içimizden bazılarını kullandılar. Tarikatlar, cemaatler, mezhepler, şeyhler ve şıhlar eliyle İslam coğrafyasında ayrılık tohumları ektirdiler. Bunu öyle bir günde, bir yılda değil; Selçuklu’yu, Osmanlı’yı çökertene kadar sabırla, adım adım uyguladılar.
Peki bu süreç nasıl işledi? Önce insanların zihinlerine şüphe tohumları ektiler. Bugün İslam’ın farklı coğrafyalarında birbirine düşman olan mezheplerin, tarikatların sayısına bir bakın. Her biri, “tek doğru biziz” diyor. Oysa İslam’ın özü olan Kur’an ve sünnet, insanlara birleştirici bir mesaj veriyor. Amaçları net: Müslümanları kendi özünden koparmak ve aralarına nifak sokmak.
Bugün Müslümanlar olarak bu oyunu görmek ve buna karşı durmak zorundayız. Çünkü mesele sadece dini bir mesele değil; ekonomik, siyasi ve toplumsal bir mücadele. Toplumlar, inançları zayıfladığında kolayca teslim alınır. Bugün İslam coğrafyasındaki geri kalmışlığın, fakirliğin ve çatışmaların temelinde bu kimya bozulması yatıyor.
Yapmamız gereken şey, İslam’ın özüne dönmek ve inanç değerlerimizi yeniden inşa etmektir. Sahte şeyhlere, uydurma mezheplere, İngiliz ve İsrail yapımı inanç oyunlarına kanmamak zorundayız. Zira unutmamalıyız ki İslam, tüm bu planların üstesinden gelebilecek kadar güçlüdür. Ancak bu güç, İslam’ı yaşayan ve yaşatanların iradesiyle ortaya çıkacaktır.
Selçuklu’yu, Osmanlı’yı bu oyunlarla çökerttiler; ancak aynı oyunun bugünkü versiyonlarına karşı durmak bizim elimizde. Çünkü asıl düşman, kılıcıyla değil, fitnesiyle gelir. Biz de bu fitneye karşı aklımızla, irfanımızla ve samimi inancımızla mücadele edeceğiz.
Artık balığın suyunu bozanları teşhis edip, kendi medeniyet havzamızı temizlemenin vakti gelmiştir. Eğer bunu başaramazsak, tarihin bize yazacağı hüküm, yalnızca bir kaybedişten ibaret olacaktır. Ama biz kazanacağız; çünkü hakikat her zaman galip gelir.