Geçen haftalarda sorular üzerine; batıl inançlar, totemler, Kur'a'na ve hadislere dayandırılan felaket senaryoları, yatırlar, türbeler vs, konularını "gerçek" dayanakları ile anlatmaya çalıştık..
Aslında bu köşede "genel bilgiler" amaçlı yazmayı istiyorum..
Ancak sorular beni yönlendiriyor.
Bu şikayet değil asla..
Bana ulaşıp merak ettiklerinizi sormanızdan, yazmamı istemenizden dolayı çok mutluyum..
Ve bu hafta da yine birikmiş sorular arasından bir kaçını seçip, birbirine bağlayarak anlatmaya çalışalım dilimiz döndüğünce...
TARİKATLER?
Bir çok sorunun özünde bu var..
*"Tarikat" kelime ve mâna olarak Kur'an'da varmış doğru mu?
*Filanca tarikatte bu böyleymiş, bizde böyle değil, hangisi doğru?
*Tarikat şeyhlerinin şâşalı hayatları, bindikleri arabalar, yaptıkları düğünler din ile bağdaşıyor mu?
*Kur'an kursları neden tarikatlerin tekelinde? Güncelde bu kurslarda yaşananlar..
*Tarikatler neden kadının eğitimine, hayatın içinde olmasına karşı?
*İslâmiyet kadınlar için evinde oturmasını mı emrediyor?
*Tarikat mensubu kadınların tesettür şekilleri, başörtü bağlamaları neden farklı? Hangisi doğru olan?
*Neden tarikatler eğitime karşı veya tarikatlerin önde gelenleri neden hep eğitimsiz? Fennî eğitim dinde sakıncalı mı?
*Etek öpmek, el tutmak, tövbe almak vs dinde var mı?
Bunlar ve benzer soruların cevaplarına geçmeden önce, TARİKAT nedir, ne demektir ona bakalım..
TARİKAT: Sözlük mânasında "Allah'ın (C.C) lûtfunu ve ihsânını kazanmak için, dîne yönelen kişinin uyduğu kurallar bütünüdür..(Yollardır)
Arapçada ise tarikat (Darîgat) "tarik" yani "yol" kök kelimesinin çoğulu olarak "yollar" anlamındadır..
Bu anlam bilgisi sonrası sorular üzerinden gidersek:
Kur'an'da "tarikat" (Darîgat) kelimesi ile vardır..
Cin Sûresi'nde geçer ve aynı kendi, asıl mânasındadır (Yol, yollar)
“Eğer tarikat üzere olsalar (dosdoğru yolda olsalar), onlara bolca yağmur yağdırırız.'' (Cin Sûresi-72/16)
Bu ayetin tefsirlerindeki ortak görüş "tarikat" kelimesindeki "üzere" vurgusuyla yol manâsının, "doğru yol" manâsına ulaştığıdır.
"Doğru yolda olunursa …….." şeklinde açıklanır..
Yani Kur'an'da geçen "tarikat" günümüzde vâr olan "tarikat" manâsında değildir!
Dolayısıyla "Kur'an'da "tarikat" geçiyor" ifadesini bu şekilde, doğru anlamak gerekir...
Günümüzde tarikat; hak yolda, dîni tam anlamıyla yaşamaya çalışan, bir şeyhî veya mürşîdi bulunan ve onları tâbi topluluklara verilen addır..
Ve verdiğimiz ayet öne sürülerek "TARİKAT MENSUBU olmak Kur'an'da var" sonucu çıkarılamaz!
Tarikat yol demektir dedik..
İslâm dîninde esas, ve tek ulaşılması hedeflenen yol, Allah'a (CC) dosdoğru îmandır..
Ve bu hedefe yönelik her yol haktır..
Şöyle düşünelim;
Günümüzde teknolojinin gelişimi ile birlikte navigasyon uygulamalarını hepimiz kullanıyoruz..
Bir hedef giriyoruz uygulamaya, bize alternatif 3-4 rota oluşturuyor..
Biri biraz uzun, biri belki tâli yol, biri ücretli yol vs..
Ama hepsi bizi hedef noktamıza götürüyor mu?
Götürüyor.
Hangi yolu seçeceğimiz bize kalmış...
Sorulardan biri olan " filanca tarikatte böyle, bizde şöyle hangisi doğru" sorusuna da bu navigasyon örneğini kullanabiliriz..
Hedef A
Ulaşacak yolların rotaları X-Y-Z
Taşlı yol, uzun yol, ormanlık yol..
Ya da navigasyon kullanmayıp bildiğimiz yoldan giderek tecrübe etmek istemek..
Tercih bizim..
Tarikatlerde böyledir hedef "Allah rızasına ulaşmak"
Ya da hedefleri bu olmalıdır!
Tarikatlerdeki farklar; mesela giyim kuşam farkları, yeme içme, oturma kalkma şekilleri, ibadetlerdeki farklı yaklaşımları hedefe, yani "ALLAH RIZASI"na, emirlerine "aykırı değilse" seçilen yol tercihtir..
Tesettür ile ilgili farklılıklarda bu bağlamdadır..
Ancak; onlarınki yanlış bizimki doğru, ya da neden böyle ki vs tartışmasına girilmeden önce, tesettürün gerçekte ne olduğu, nasıl olması gerektiği düşünülmeli, ayetler ve sahih hadislerle değerlendirilmelidir..
Tesettür şeklinin, gerçeğine aykırılığı yoksa yine zararsız bir tercihtir!
Soruların devamında tarikatlerin şâşalı hayatları, dillere destan düğünleri vs sorulmuştu.
Bu sorunun cevabı aslında net!
Olmaz, olmamalı, doğru değil tabii ki!
Bizi hak yola ileteceğine, yönlendireceğine, örnek olacağına inandığımız insanların bu şekilde olan yaşamları doğru değil!
Bu insanlar eğer peygamber yolunu takip ediyorsa ki, ettiklerini düşündüğümüzden onları takip ediyoruz..
Sormak lazım onlara:
*Efendimiz (SAV) nasıl yaşamış?
*Hangi çocuğuna nasıl düğün yapmış?
??
Bu sorular ile, sorunuza kendi akıl süzgecinizden geçirerek cevap bulabilirsiniz..
Ama olması gerekeni yine yazalım..
Bir kaç ay önce (isim vermeden) bir tarikatin şeyhinin çok lüks bir aracının olduğu, önünde arkasında da yine benzer nitelikte lüks koruma araçlarıyla gezdiği vs tepkiler eşliğinde haber olmuştu..
Tepkiler; "bu lüks dinde var mı?" " bu kadar parayı nereden buluyorlar?" şeklindeydi..
Ve tarikatten bu tepkilere cevap niteliğinde bir açıklama gelmişti:
"Bu araçların tarikat mensubu Trabzon'lu bir iş adamının hediyesi olduğu, ve hediye edildiği için geri çevrilemediğinden kullanıldığı!?"
Aynı benzer açıklamalar yine bir tarikat şeyhinin oğluna yaptığı milyonluk düğün içinde yapılmıştı hatırlarsınız..
Yani demek istemişlerdi ki; bizim böyle bir varlığımız yok, lükste yaşamıyoruz..
Müritlerimiz hediye ediyor ve kullanıyoruz!
Doğrudur da Allahuâlem..
Peki yine sorularla cevap bulalım..
Hani "yol" yani tarikat sünnet yolu ya...
Efendimiz (SAV) zengin miydi?
Hayır..
Zengin olan bir hanımla evlendi mi?(Hz. Hatice)
Evet..
Peki evlilik vesilesi ile sahip olduğu mal varlığını "bana geldi" diyerek kendi şahsına, rahatına kullanmışlığı var mıdır?
Asla!!
Nerede kullanmıştır?
Din adına tebliğde!
Fakir fukaraya yardımda!
Arkadaşların en sâdığı olan, "sıddık" lakaplı Hz. Ebu Bekir zengin miydi?
Evet!
Malını mülkünü Efendimiz'in (SAV) kullanımına sunmuş mudur?
Evet!
Peki "hediye" benzeri bu paylaşımdaki mal mülk nerede kullanılmıştır?
Şahsının rahatında, sefahatinde mi?
Hayır!
Yine aynı yolda, İslâm'ın tebliği yolunda..
Tebliğ amaçlı Kur'an kursları, yurtlar vs yapımında, kişileri dîne ısındırma amaçlı yemekler, organizasyonlarda kullanılabilir elbet bu "hediyeler"...
Bu şekli ile sünnettir de evet!
Ama o şahsın, yani şeyhin rahat ve sefahatinde kullanmasının "SÜNNET" ile ilgisi var mı?
Yazdığımız örnekler ışığında MALESEF YOK!
Diğer sorulardan biri olan "el, etek öpmek, tövbe almak"..
Bunlara da aynı şekilde sorarak bulalım cevabı..
Efendimiz (SAV) el öptürmüş mü?
Eteğine, tesbihine sarılttırarak baş okşamış mı?
Başını okşadığını kutsamış mı?
Kişinin tövbesini almış mı?
Bunlar net akıl tutulmasıdır!!
Tepki göreceğimi bile bile yazıyorum..
Doğruyu yazmakla mükelkefim çünkü..
Peygamber dahî olsa; hiç bir kul bir kulun tövbesini alamaz, yapamaz, elini tutturarak eteğini öptürerek o kişiyi günahlarından arındıramaz!!!
Tövbe kul ile Rabbi arasındadır!
Özeldir!
Her günahın ardından tövbe gerekir evet..
Ama bunu o zât-ı muhteremin eteğinin dışında, halis duygularla, içten pişmanlığımız ile, bizzat ve ARACISIZ Rabbimize yapabiliriz!
Bu konuda onlarca ayet, yüzlerce hadis var!
Tarikatler ve şeyhleri, mürşitleri reddetmek değildir bu!
Hüsnüzanla bakarak hak dostudurlar eyvallah..
Ama Allah'ı (CC) bilen, O'nu kendine dost edinen bir zâtın; bunun doğru olmadığını, eteğinin, tesbihinin, elinin "mübarek" şekilde sıfatlandırılmasının bid'at olduğunu ve müsade etmemesi gerektiğini de bilmesi gerekir değil mi?
Gelelim Kur'an kurslarına..
Kur'an kurslarını tarikatler yapar, yapmalı diye bir kural kâide yoktur!
Sadece tarikatler kendini dîni eğitimde geliştirdiği için Kur'an eğitiminde yetişmiş daha fazla sayıda insana, hocaya sahiptirler..
Bu sebeple genellikle Kur'an eğitiminin verildiği yerlerde "filancacıların kursu" tabirleri döner durur..
İllâ "....... cıların kursu" olma zorunluluğu yoktur!
Kur'anı tüm kuralları ile bilen herkes bir yakınına, çocuğuna vs Kur'an öğretebilir..
Bunun için tarikatlerin kursları şart değildir..
Güncel hayatımızda bu tarz kurslarda yaşanan olumsuzluklar da mâlumunuz..
Çok üzücü, olmaması gereken, bırakın Kur'an ile din ile; ahlak ile, insanlık ile dahî bağdaşmayan olayların buralarda yaşanmış olması korkunç!
Bu sebeplerle "Kur'an Kursları Kapatılsın!" denebilir mi?
Hayır tabii ki..
Bir elma ağacında 100 tane elma vardır leziz olan, taptaze çok güzel..
İçlerinden 10 tanesi kurtanmış, bozuk, şekilsiz vs diye, ağacın kötü olduğunu düşünüp kesermiyiz kökünden?
Kesmeyiz, bozukları ayırır atarız, gerekirse ağacı ilaçlarız ve yeni mahsülleri bekleriz değil mi?
Bu konu da aynı mihmalde değerlendirilmeli ve ağacın kesilmesinin talebi yerine bozuk, çürük, kurtlu elmaların temizlenmesi için neler yapılabilir diye düşünülmeli ve devlet nezdinde gerekli müdahaleler yapılmalıdır!
Tarikatlerde eğitim..
Özellikle kadınların eğitimi konusu..
Bu konuda maalesef çok büyük bir eksiklik..
Zîra kişinin dînini öğrenmesi, emir ve yasaklara uygun yaşaması kendini geliştirmesine, eğitim almasına engel değildir..
Aksine ikisi birlikte, yâni fennî ilimlerle birlikte olması gerekir..
Peki tarikatler neden eğitimde geride veya özellikle tepe noktasındaki isimler genellikle eğitim hayatını tamamlamamış kişiler?
Bunun izah noktasında bir cevabı yok açıkçası..
Çünkü biliyoruz ki; tarihte bir çok İslâm Âlimi vardır, hem bir çok icâda, buluşa imza atacak fennî eğitimlerini hayatları boyunca devam ettirmiş, hem de "İslâm Âlimi" sıfatının hakkını vererek din anlamında dosdoğru yaşamışlardır..
Yanî eğitimin, din adına bir "sakınca hükmü" yoktur..
Bu da onların tercihidir diyebiliriz ancak..
Eğitim konusunda tarikatlerde özellikle kız çocuklarının uzak tutulmaya, hattâ engellenmeye çalışıldığı da bir gerçek..
Ancak bununda dînen bir izahı yok!
Bunun devamı niteliğinde; özellikle tarikatlerde bulunan şeyh, mürşit veya üst kademede bulunan görevlilerin eşleri olan kadınlarında sosyal hayattan izole, eğitim alanından uzak yaşadıkları da bir gerçek..
Ancak yine bununda bir dayanağı yoktur!
Dediğimiz gibi tarikatler dîni anlamda "doğruya ulaştıran yollar" ise; o doğru yol Kur'an'dan ve sünnetten ibaret olmalıdır!
Kur'an da kadınların bu şekilde izole bir yaşam sürmeleri gerekliliğine dair bir bahis yok!
Sünnete bakarak da yok!
Zîra Efendimiz'in (SAV) ilk eşi Hz. Hatice vâlidemizin o dönem hatırı sayılır bir tüccar olduğunu, sosyal hayatın içinde aktif şekilde bulunduğunu biliyoruz..
Hz. Âişe vâlidemiz ise, en önemli hadis râvilerinden birisidir..
En çok hadis rivayet eden ikinci kişidir..(2210 hadis, kaynaklarda onun adıyla yazılıdır.)
Hz. Âişe validemiz küçük yaşlarda iken okuma yazmayı çok hızla öğrenmiş, zekâsı ve kabiliyeti ile etrafının dikkatini çekmiştir..
Bu yetenekleri ile öğrendiklerini unutmaz, anında ezbere tekrar edebilirmiş.
Yine Hz. Âişe validemiz; fıkıh ve ictihadda keskin, kuvvetli görüşe sahip "Kadın bir MÜCTEHİD"di..
(MÜCTEHİD:İhtilaflı bir konuda tüm delilleri inceleyerek hüküm çıkaran âlim)
Hz. Âişe validemiz “müctehid” sıfatı ile fıkıh ilminin kurucularındandır!
Hattâ kendisinin hitâbeti kuvvetli, kararları isabetli olduğundan; o dönemde bir çok siyasî ve toplumsal konuda, "erkek" sahabeler tarafından dahî(!) bilgisine ve fikrine başvurulan bir konumdaydı!
Yani; kadının eğitimi veya sosyal hayata, iş hayatına dahil olması ne Kur'an'a, ne sünnete aykırı değilmiş demekk ki!
Dolayısıyla bu sorunun cevabı olarak;
Kadının eğitimi, sosyal, toplumsal veya iş hayatında olmasının dînen bir sakıncası yoktur!
Dâhil olmayanlar, veya dahil etmek istemeyenler için kendi tercihleridir!
Bu tercihi, tarîkate"(yola) dolayısıyla dîne bağlamak doğru değildir!
Ez cümle:
Tarikatler, mürşitler, şeyhler..
Hak yolda, Kur'an ve sünnete uygun yaşıyor, yaşamları ile örnek olabiliyor ve tebliğ vazifelerini hakkıyla yapabiliyorsa mensubu olmanın, onlara tâbi olmanın bir zararı yoktur..
Efendimiz (SAV) Veda Hutbesi'nde:
“Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmayacaksınız..
Bunlar; Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir!”
Buyurmuştur...
O zaman gelin bu iki yolda; Kur'an ve sünnet yolunda olmaya gayret edelim..
Bu yolda olduğuna emin olduğumuz zatları örnek alalım, ihtiyacımız varsa onları rehber edinelim..
Doğru-yanlış ayırımını yapmaya çalışırken de, sakın "filancacılar böyle zâten!!" diye total bir ifade kullanmayalım!
Çünkü yanlış yaptığını tüm gerekçeleri ile biliyor dahî olsak, o "filancacılar" içinde; gerçekten halis niyetle bulunan, hak yolu samîmâne arayan kullar da vardır illâki..
Ve bu total ifade ile onların hakkına girmiş oluruz!
Bize düşen Rabbimizin bize bahşettiği "akıl" nimetini hakkıyla kullanmak...
Doğruyu ararken sorgulamaktan kaçınmamak..
Mürşitler, şeyhler hüsnüzan ile bakarsak Allah dostudur, hak yolda, doğru yolda sabittirler inşallah..
Ama verdiğimiz örnekler ve saydığımız "bu sıfatlar ile” kerâmetlere ulaşmaları gerekliliğini unutmayalım!
Aksi takdirde halk arasında kullanılan bir tabire konu olmaktan kurtulamazlar..
"Mürşit uçmaz, mürit uçurur"
(GERÇEKTEN HAK YOLDA OLAN, RABBİMİZİN KERÂMETİNE MAZHAR OLMUŞ ÂLİM ZATLAR MÜSTESNÂ!!)
Velhasıl-ı kelâm:
Rabbim; Kur'an'da geçen "dosdoğru yol" mânasındaki "tarikat" (Darîgat) ehli olmayı...
O yolu, Efendimiz'in (SAV) tavsiyesi ile Kur'an ve sünnette aramayı...
Bu yolları gerçek hâli ile bulanların, yaşayanların dostu olabilmeyi hepimize nasip etsin inşallah...
VESSELÂM...