Son iki haftadır; batıl inanç dedik, hurafe senaryolardan bahsettik..
Hiçbirinin aslının olmadığını ayetler ve sahih hadisler ile anlatmaya çalıştık..
Bugün de yine, bağlantılı nitelikte ve çokça sorulan başka bir konuya değinelim dilimiz döndüğünce...
Maksadının dışına çıkan, insanı farketmeden "şirke" dayandıran şekle büründüren, artık çığrından çıkmış bir durum!
Yatırlar..
Türbeler..
Mübarek zatların kabir ziyeretleri..
Bu konuya biraz "insan" fıtratından bahsederek başlayalım..
İnsan nefis taşıyan bir canlı olarak; fıtraten nefsinin sürekli bir üstünü istemesi, istetmesi hissi ile hep bir fazlasını, hep en iyisini ister...
Bu fıtratı ve fıtratında olan "nefs" in gereğidir...
Örneğin, işi olmayan iş..
İşi olan daha iyi bir iş..
Bekar olan için evlenmek, evlenen için çocuk sahibi olmak..
Evi olmayanın ev, olanın evini büyütme, evi büyük olanın bahçeli ev veya villa, villası olanın yazlık...
Araba isteyenin arabası olursa bir üst model isteği..
Çocukları için gelecek kaygısı ile, daha fazla mal sahibi olma kaygısı..
Sınırsız çoğaltabiliriz bu örnekleri..
Bazen de maddî şeyler dışında manevî ihtiyaçlar vardır ve bunlara dâir bitmeyen çâre arayışları..
Aile içi huzursuzluğa çâre..
Sağlık sorunlarına çâre..
Ruhsal rahatsızlıklara çâre arayışları gibi...
İşte insanoğlu bu ve benzeri durumlarda, ismi değişse de sıfatı "çâre" olan ihtiyaçları ile muhtaç olduğunu bilir..
Her ne kadar "ben" egosu, benlik şuuru ile, farkına varmasa da, kabul etmese de, yardıma ihtiyacı olduğunun göstergesidir bu durumlar..
Hz.İbrahim'in Rabbin varlığını; önce güneşi, sonra yıldızları veya kâinattaki varlıkları "acaba hangisi" diye irdeleyerek aramasının sebeplerinden biride budur..
İnsanın hissettiği "sürekli bir yardım kaynağı veya dayanak olmalı" duygusu..
Bebek doğunca ilk arayışı annesinin göğsüdür..
Büyüyünce kendisini güvende hissedeceği ailesinin yanında olmasıdır..
Yetişkinlikte derdini anlatacağı bir dost, başını yaslayacağı bir omuz..
Veya maddî ihtiyaçlar...
Bunlardan birinin eksikliğinde yeri doldurulmalıdır ki kişi kendini emniyette hissetsin, rahat yaşasın..
Bu kaygı hâli ile hep daha iyisini bulma çabası; farklı alanlarda, ömrünün sonuna kadar sürer!
Ve îmani noktada güçlü insan bu sıkıntılarda sırtını Rabbine yaslar, tevekkül eder, sabreder..
İsteyecekse Rabbinden ister...
Yardım istediği bir kul ise, onu yardıma vesîle kılanın da Rabbi olduğunun şuurunda ister!
Yukarıda yazdığımız ihtiyaç halleri hayat boyu devam eder..
Bitmez, bitmeyecek...
Aslında îmanın 6 şartının ilki olan "Allah'a Îman" tam da budur..
Hz. İbrahim'in bu ihtiyaç hâli ile arayarak "ALLAH'I ARAYAN PEYGAMBER" sıfatını almıştır..
Geçen haftalarda yazdığımız, batıl inançlar, hurafeler, yıldızlar enerjiler vs bu arayışın veya ihtiyaçlarımıza karşılık bulma veya kaygılarımızın da tezâhürünü gösteriyordu aslında..
Türbe ziyeretleride yine bu bağlamdadır!
İnsanın maddî ve manevî ihtiyaçlarını giderme arzusu ya da içinden çıkamadığı bir durumdan kurtulmak için istediği yardım(!)
Yapılan bir araştırmada türbe ve yatır ziyaretlerini yapanların;
%11'i mübarek bir zatın kabrini ziyaret maksatlı geldiğini...
%8'i tarihî ve turistik gezi amaçlı geldiğini..
%81'i ise dilekte bulunmak veya bir önceki gelişindeki dileğinin olmasından dolayı teşekkür mahiyetli ziyaret ettiğini belirtmiş!!
%81!
Korkunç bir tablo!!
O türbe olarak inşâ edilmiş mekanda bulunan kabirdeki mevtâdan medet uman kişi oranı bu!
Meselâ; o kabirde olan zatı adı kimliği önemli değil, neticesinde dîne bakan yönüyle "Allah Dostu" sıfatlı mübarek bir zat olarak biliyoruz ya...
"Allah Dostu" sıfatını alacak şekilde kul olarak yaşamış o zatlar hayatta olsa, kabri başında mum yakanlara, tel bağlayanlara, bayrak asanlara, ekmek ufalayanlara, bozuk para bırakanlara, adıyla seslenip değişik mâniler uydurup mezarı başında tekrar edenlere ne derlerdi acaba?
Ülkemiz bu hikayelere sahip zatların türbeleri ile dolu..
Türkiye genelinde tam net olmamakla birlikte 850-900 civarı türbe varmış..
Bu türbelerden sayı olarak en fazlası 175-200 arası İstanbul'da..
İslâm dinine mensup olmak ölçülü yaşamayı gerektir!
Ölçünün en önemli dengelerinden biriside ifrat ve tefit arası olmaktır!
İfrat: Gereğinden fazla değer verip yükseltmek, ilahlaştırmak!
Tefrit: Basite indirgemek, küçümsemek, yok saymak!
Bu konuda tam İFRAT-TEFRİT dengesi gerektiren bir konu!
Bu zat "Var, öyle, söyleneler doğru bizzat yaşadım" diyerek ifrattan...
"Yok böyle bir zat" diyerek tefritren kaçınmak gerekir..
Bize düşen ise bu konudaki dengeyi yazmak..
Mübarek bir zâtın kabrini ziyaret etmek günah değildir!
Ama!
Ondan medet umulmayacaksa!
Umulursa işte bu "ifrat" olur!
O zâtın varlığı veya geçmişi yoktur demek ise "tefrit"...
O zattan medet ummak, îmanı tehlikeye sokar!
Artı, o zâtın da hakkına girmektir!
Çünkü o zat Allah dostu sıfatını alacak kadar has, hâlis kul ise bu tavırlarımızın; yani ondan medet umuşumuzun, kabrini tellerle, bayraklarla, bozuk paralarla, ekmeklerle dolduruşumuzun "ÎMAN" adına doğru olmadığını bilen de bir zattır değil mi?
Tüm bunlardan dolayı, ahîrette bizden onun adına yaptıklarımızdan hak iddîa eder mi acaba?
Fıtratta olan nefs sürekli aşırılık, hep bir üst ister, istetir dedik...
İşte bu konuda da nefsin aşırılığından uzaklaşıp ifrattan kurtulmak gerekir..
O türbelerde kabri bulunan zatların hikâyeleri çokça..
Hattâ aynı isimde, bir kaç şehirde birden türbesi olanlar bile var..
Kendi yaşadığım bir olayıda paylaşayım sizlerle..
İznik..
Bir gezi sırasında tarîhi yerlerinden biri olarak anlatılan "BAYRAKLI DEDE" türbesine gittik..
Hikâyesi bir çok türbede olduğu gibi, bir kaç farklı şekildeydi..
Türbedeki kabir sahibi, Abdulvahap Gazi Hz. imiş..
Bir sancaktarmış..
Bu farklı hikâyeler içinde;
*Efendimiz'in (S.A.V) ordusunda sancaktar olduğu..
*Emeviler döneminde yaşamış ve İslam kuvvetleriyle Anadolu seferine katılmış ünlü bir ordu komutanı olduğu..
Bu seferler sırasında sancağı şu an türbesinin bulunduğu tepeye dikmek için koşarken başının kesildiği, kesilen başını yerden alıp koşmaya devam ederek sancağı tepeye ulaştırıp diktiği ve ondan sonra can verdiği..
*Yine sancağı düşmana kaptırmamak için İznik Gölü'ne atladığı, boğulduğu ve yıllar sonra görülen bir rüya ile bulunduğu yerden (elinde sancağı olduğu hali ile) naaşının alınıp bu tepeye, defnedildiği vs..
Buraya kadar tamam dedik hikâyeleri dinledik..
Hangisi olduğunu ya da gerçek olup olmadığını biz bilemeyiz..
Kesin bilmediğimizi de reddedemeyiz..
Allâhuâlem...
Ancak türbe dışında bayrak satan tezgahlar vardı.
Ve bu satıcılar, bu hikayelerle bu bayrakları satıyordu..
Gelenler de alıyor, türbe ziyaretinde mezar etrafındaki iplere veya mezar üzerine koyuyor bu bayrakları..
Niye?
O zat hem Allah dostu, hem sancaktarmış!
Bayrak için can vermiş..
İslâm devletinde savaşmış, ve gerçek şehitmiş!
Bayrakla gelene şefaat edecekmiş!
Açıkçası çok vahim bir tabloydu..
Ve araştırmıştım o dönem...
Bu "Bayraklı Dede" türbesi sadece İznik'te de değilmiş, 3-4 şehirde daha benzer hikayelerle aynı isimde ve yine olmazsa olmaz(!) bayraklarla kabir ziyareti yapılan türbeler varmış..
Hattâ Çanakkale'de de Bayraklı Dede değil ama "Bayraklı Baba" olarak varmış..
"Baba"nın hikâyesinde ise, bayrağı yere düşürmeyen sancaktar Karacabey, yâni "bayraklı baba" yaralanmış..
Esir düşeceğini anlayınca bayrağı parçalayıp yutmuş ve ölü numarası yapmış..
Düşmanlar öldü diye bırakınca, savaş meydanında şehitleri almaya gelen arkadaşları yaşadığını farketmişler..
Bir süre sonra iyileşen Karacabey'e komutanları sancağı ne yaptığını sormuş..
Düşmana vermemek için parçalara ayırarak yuttuğunu söylemiş..
Ve komutanlarının bakışlarından söylediklerine inanmadığını düşünmüş..
Rivayete göre o anda yalan söylemediğini ispatlamak için, belindeki pala ile kendi midesinin üzerini kesmiş..
Üzerinden zaman geçmesine rağmen midesinde sapasağlam duran sancak parçaları dökülmüş..
Son sözleri ise ''Vatan sağ olsun. Benim mezarımdan hiçbir zaman Türk bayrağını eksik etmeyin..." olmuş..
Bu yüzden de gelen kabrine bayrak koyuyormuş...
Bu gibi türbeler ve hikâyeleri var..
Hikâyeleri gerçek olabilir..
Allah'ın (C.C) kerâmet ehli kulları vardır..
Ders mahiyetinde mucizeleri bu kullar üzerinden gösterdiği de bilinir..
Bu sebeple emin olmadığımız için "tefrit" yani yok sayma yapamayız..
Ama "ifrat"tan da kaçınmalıyız!
Bu "Bayraklı" türbeler yerel..
Herkes tarafından bilinmeyenlerden..
Birde ülke geneline mâl olmuşları var..
"Telli Baba" gibi..
Telli baba adının rivayetleri de çokça..
Adını Kadiri târikatinin şeyhlerinden biri olarak, sarığına taktığı tellerden aldığı..
Fatih Sultan Mehmet döneminde tabur imamı olarak şehit olduğu..
Yaşadığı dönemde Sarıyer mevkiinde Rum'ların sayısı fazla olduğu ve oradaki bir çok Rum'u İslâm'a davet edip, müslüman olmalarını sağladığı, gençlerini ise telli duvaklı evlendirdiği için "telli baba" sıfatını aldığı vs..
Daha bir sürü var duymuşsunuzdur..
Yine hepsine tamam diyelim..
Hangisidir gerçek Allah bilir..
Ancak hepsinin ortak noktası ne?
O zat her kimse Allah Dostu imiş..
Peki Allah'a inanan dost olan bir insan kendisinin kabrinin tellerle süslenmiş olmasından razı mıdır?
*Ya da gelenlerin "telli baba" olduğu için türbe görevlisi tarafından(!) kabri üzerine konan "tel"e keramet yüklemelerinden?
*Kabri üzerindeki o tellerden tel alanlardan..
*Karnını kabir çevresindeki demirlere, çitlere, duvarlara sürerek "Al sana göbek, ver bana bebek" diyerek çocuk sahibi olmak isteyenlerden..
*Kabri üzerine türbe çalışanları tarafından eksildikçe yenisi konan, hiçbir hükmü olmayan tellerden alırken, boyu ne kadar kısa olursa o kadar kısa sürede dileklerinin kabul olacağına inananlardan...
*Güya(!) bunları yaptığı için, duası kabul olunca teşekkür mahiyetli, tekrar ziyaret edilmesi sırasında tel bırakmaları gerekliliğine inanmalarından...
Soralım kendimize; hadi kendimizi geçtik bu gibi bir çok safsataya, akıl mantık dışı, din ile inanç ile alâkası olmayan işlere, adı-sıfatı farketmeyen "o zat" kendisinin alet edilmesinden razı mıdır?
Yapmayın etmeyin!!
Yapanlara da mâni olun lütfen..
Bu en uç boyutta İFRATTIR!!
Birde şu cümle kendini rahatlatan kesim var:
"BEN O ZATTAN İSTEMİYORUM Kİ, ONU VESİLE KILIYORUM!!"
Yani araya hatırı sayılır birini aracı kılıyoruz..
Peki niye aracı hatırına ihtiyaç duyuyoruz ki...
Kendimizin hatırsızlığından mı?
Bu boyutta da bakmak gerekmez mi?
Tamam kendimizi o zatlar kadar hatırı sayılır bulmayalım...
Dua ederken peygamberleri, evliyâları, şehitleri, Allah dostlarını anmakta, okuduklarımızın sevabını onlara bağışlamakta vs hiç bir beis yoktur elbet..
Ama "Telli Baba"nın tel ile, "Bayraklı Dede veya Baba"nın bayrak ile "Somuncu Baba"nın ekmek ile vs, vs...
Bize vesile kılınmayacağını, aksine bunun farkedilmeden putlaştırma olduğunu, o kabirde bulunan zâtın da günü geldiğinde bunun hakkını bizden soracağını da unutmayalım...
O türbedeki hüsnüzanla baktığımızda âlim bir zattır dedik, kabul ettik..
Kabrini ziyaret etmekte bir beis yoktur..
Ancak Efendimiz'in (S.A.V) bize öğrettiği 'Kabir ziyaret adabı" ile bunu yapmalıyız!
Kendisinde bizzat uyguladığı ve bize tavsiyesi ettiği şudur:
"Kabir ziyaretinde; 'Esselâmü aleyküm ehled diyarı minel- mü'minîn.
Ve innâ inşaallahu biküm lâhikün. Es'elüllâhe lena ve lekümü'l âfiyeh.' diyiniz..."(İbni Mace, Cenaiz 36,1/493)
(Türkçe anlamı: "Selam size, ey bu diyarın mümin ve Müslim halkı! İnşallah yakında biz de aranıza katılacağız. Allah'ın bizi de sizi de bağışlamasını dilerim.")
Efendimiz'in bu tavsiyesinde;
"Bu kabirde yatan kişi senin hâlis kulundur Allah'ım! Onun hürmetine bana hayırlı bir iş ver, bir ev nasip et, çocuğum şu okulu kazansın, şu derdim bitsin" vs gibi bir şey var mı?
YOK!!
BU NET İFRATTIR!
Gereğinden fazla anlam yüklemek, yükseltmek hattâ ilahlaştırmaya varan tavır olan İFRAT!
Bu konuda devlet nezdinde bir müdahale gerekli sanki..
*Bu türbeler turistik gezi alanı hükmünde, ve ticaret yapılan (bayrak, ip vs) bir yer olmaktan çıkarılmalı!
*İslâm'da olmayan mezar süslemeleri,
örtüler ipler maaşlı çalışanlar tarafından yenilenmemeli!!
*Çul çaput bağlanan ağaçlar temizlenmeli ve tekrar bir şey asmak, bağlamak yasaklanmalı!
*İpler, direkler, sandukalar kaldırılmalı!
*Din adına, maneviyat adına, dua adına yapılan uygulamaların doğru şekli her mecrada anlatılmalı!
*Gerekirse "kamu spotu" mantığıyla bilinçlendirme spotları yayınlanmalı..
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI GÖREVLİLERİ!
Tüm yazılı metinlerde bunların yanlış olduğunu ifade ediyorsunuz güzel..
Peki, tersine yapılanları da incelemeye almak ve durdurmak sizin göreviniz değil mi!?
www.diyanet.gov.tr resmî internet sitenizde iş tanımınız yazılı...
(Aynen alınmıştır)
Kanunda Başkanlığın görevi, “İslâm dininin inanç, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek”
Toplumu aydınlatmak sadece ALO FETVA hattında bu soru üzerine "caiz değildir" demekle olmaz!
Kanuna göre, görev tanımında "yönetmek" de sizin işiniz!
Yönetin lütfen...
Toplumu bu saçmalıktan kurtarın!
Îmani noktada çok büyük bir mesuliyet altındasınız!
Hakkını verin!
Biz ulaşabildiğimiz kadarından mesulüz!
Ya siz?
Derin bir iç çekerek, kendi mesuliyetimiz ölçüsünde ez cümle...
Bu ziyaretleri bu şekliyle yapanlara veya dileklerini, dualarını bir taşa, bir ipe, bir ölüye bir metâya atfedenlere...
Veya kendilerini rahatlatan cümle olarak kullandıkları "Ondan istemiyorum ki, vesile ediyorum" diyenlere bir ayet vererelim..
"Andolsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız."( Kaf Sûresi- 50/16)
Bu ayetten kendimize ders çıkaralım..
Allah(C.C) bizi yaratan!
İçimizden geçen, açık gizli her şeyi bilen!
Her sıkıntımızı da gören!
Rabbimiz...
Ve bu ayetin sonundaki cümleyi pür dikkat tekrar okuyalım..
"Biz ona şah damarından daha yakınız!"
Şah damarımızdan yakın olan Rabbimiz ile aramıza; ne Kur'an'da, ne sünnette olmayan sapkın "vesileler" gerekli mi?
Hadi manevî huzur buluyor veya sadece o zatlar için dua ediyor, o zatın şefaat hakkı varsa ve buna talip oluyor isek de ifrattan kaçınalım...
Tersi kaş yaparken göz çıkarmak olur...
Rabbim hepimizi; hak ve hayır olan, orta ve doğru yola ulaştırsın..
Sadece bu konuda değil, her konuda ifrattan ve tefritten muhafaza eylesin..
VESSELÂM...