Bahçeli'nin el uzatması ve meclis konuşması ardından başlayan 'yeni bir barış süreci mi?' tartışmaları yapılırken geride kalan şu hafta içinde yaşanan gelişmelere baktığımızda, yaşananlara kimilerinin 'kaza', kimilerinin ise 'kasıtlı' dediğini görürken, arada görünmeyenler de var.
Çünkü Demirörenlerin kazı kazanı, pardon, iktidarın "Kazan, kazan" taktiğini unutan bizlerin, biri Tacikistan'daki Kazan'ı, diğeri başkent Ankara'daki Kazan'ı görürken, DEM dahil, hepimizin gaza gelip, durumlarımızda sanallarımızda uçurduğumuz Kaanların gölgesinde şu birkaç gün içinde mecliste sessiz sedasız geçen tezkereleri görme imkânımız olmadı.
Evet, son ABD'de yapılan NATO ziyaretinde yemeğe kalmayıp, uçakta "Siz olmazsanız da BRICS var" diyen Erdoğan'ın Tacikistan'ın başkenti Kazan'da ki BRICS'te verdiği görüntüleri bastıran Ankara Kazan'daki görüntüler arasında görünmeyen Lübnan ve Orta Afrika Cumhuriyeti tezkereleriydi. En önemlisi, iki Kazan'ın yarattığı kazayı "kazı kazana" çevirip, DEM dahil hemen hemen tüm partilerin TBMM'deki sakinliği içinde meclise getirilen her iki teskerenin de sorunsuz geçmesiydi.
Bu göremediklerimizin en güzel şeklini özetleyen CHP Grup Başkanvekili Murat Emir'in iki teskerenin görüşmeleri esnasında yaptığı konuşmadan aldığım kısa bir kesitte göremediklerimizi adeta anlatıyor gibiydi:
"Halkımızın giderek yoksullaşması, eğitimin ve sağlığın çürümesi, toplumsal barışımızın yok edilmesi gibi her tür sorunun altında ezilen AKP iktidarı, bir şekilde bir yerden düşman bulur. O düşmanla bir süre oyalanır ve bütün halkımıza 'Şimdi sırası değil yoksulluğu, açlığı, işsizliği, yolsuzluğu konuşmanın. Arkama sıralanın ve biz şu beka sorununu bir atlatalım' diyor. Bu düşman bir gün Amerika'dır, bir gün AB'dir, bir gün Hollanda'dır, bir gün Mısır'dır, bir gün Yunanistan'dır; uzunca bir süre Suriye oldu, bugün de İsrail." diyordu.
Murat Emir'in bu dedikleri düşünülmesi gerekmez mi, onca görünenin arasında göremediklerimiz?
Tabii bu arada "TUSAŞ saldırısının ardından Irak ve Suriye'deki PKK hedefleri vuruldu" başlıklarıyla Irak ve Suriye'deki sortileri de unutmadan, yani görmemezlikten gelmeden, görülmesi gerekenlere devam edelim mi?
Neyse, konuyu çok uzatmadan, ülkenin başkentinde, hem de en stratejik merkezinde yaşananların yaşanmadan önce bu yaşananların neden önlenmediğini ve bundan sorumlu olanların kimler ya da hangi kurumlar olduğunu bir kez daha sorarken, yenidoğan bebek çetesini yakalamak için bir bebeğin öldürüldüğünü kayıt altına alıp, görünmesine rağmen bununla yetinmeyen ve 'yaptık ya' denilen operasyonun ardından onca bebeğin ölümü sonrasında harekete geçildiğini göremedik. O da biz gazetecilerden birinin konuyu dillendirmesiyle gerçekleşti.
Ancak bu durumda da sanki "Kazan, kazan" formülü varmış gibi çeteden çok "müşteri garantili" şehir hastanelerinin tartışıldığı bir esnada, özel hastaneleri kapatma fırsatı yakalanmışçasına harekete geçildi.
Evet buda 'Kazan, kazan formülü müydü?
Bilmem onu da 'Görmezsek, işitmezsek, konuşmazsak, şeytan da bize dokunmaz, işimize karışmaz.' diyen görünenleri göremeyen sizlere bırakıyorum.