Bu şehirde birileri gecesi gündüzü fark etmeksizin bir şekilde menfaat operasyonu yapıyor.
Şehir yavaş yavaş ve göz göre göre elimizden kayboluyor,
Ve bizler sadece seyrediyoruz.
Gruplaşmalar almış başını gidiyor, menfaat satışları köşe başlarını tutmuş. Kim ne götürebilir ise “Allah bin bir bereket versin” mantığında.
Bürokrasi koltuklarına yapışmış, tayin vaktini “adaaam sendeee” sallamasıyla geçiştiriyor. Siyaset, her zaman olan çerçeve kapsamının dışına istese de çıkamıyor ve bu kadim şehrin, kadim halkı ise yapılan bu gruplaşmaların hissesi oranında dağınık. Dağınık olan her parça kendi hissesine düşen görev gereği, ardına takıldığı grubun savunuculuğu yapıyor.
Akıl ve mantık rafa kaldırılmış,
Hesap yapmak kimin haddine,
Ve
Ardından gidilen ne der ise o olur…
Örneklerini merak eden şöyle bir elini yüzünü yıkasın ve uyanıp dışarı çıksın. Etrafını kolaçan etsin ve baksın bakalım hangi şehirde yaşıyorsunuz?
Sokaklarımızda bizden olmayan, bu topraklardan olmayan ama bizden daha çok hürmet görenler dolaşıyor. Canları sıkıldıkça ellerinde bıçakları, büyük bir kin ve nefretle masum çocuklarımızı koparıyorlar bizden.
Nasıl olsa ölen ölür, kalan sağlar yine bizimdir değil mi?
Doğrusunu söylemek gerekirse bu zamanda, üstelik bu topraklarda özel kanunlarla korunan bir köpek kadar değeri yok insanın.
Biliyor musunuz?
Erzurum hep uzak ve gariban şehirdi, şimdilerde uzaklığı unutuldu ama garibanlığını dahi özler olduk.
Eskileri özlediğimiz gibi…
Nerede Şehitler Mahallesi, Gavurboğan, Gaziler diye geçinen Dağ Mahallesi.
Hacı Cuma?
Muhabbetimizi, insanlığımızı, komşuluğumuzu, akrabalık bağlarımızı hangi dozerin altında, kaç paralık menfaat için ezdirdiniz?
Adına hangi yalancı ve yabancı ismi taktınız da hayranlığımızdan uyanamıyoruz?
Hangi kapalı kapılar ardında parsel parsel pay ettiniz kendi aranızda?
Kime ne kadar, neresi düştü?
Hangi dar vakitte açıklayacaksınız parsellerin yeni sahiplerini, eski sahiplerinin kemikleri çoktan parsele karışmış olsa bile!
Aç gözlü olan yiyicilerimizin kursağından geçmeyen ne idi ki, halen daha doyumsuzluğunuzun cezasını biz çekiyoruz!
Daha kaç kez yıkılmamız gerekiyor siz doyasınız diye?
Geçmişin izlerini taşıyan; nerede, hangi mahallem/hangi insanım/ hangi dünüm kaldı?
Kim bilir; belki de son kez adımladığım bu yıkılmış sokak aralarında aşina bir dosta, bir komşuya rastlarım.
Bir çay içimi muhabbet ederiz,
Ayaküstü kırarız birkaç kelimenin belini.
Hayali bile hoş olmuş ta farkında değiliz.
Oysaki yanı başımızdan geçenlerin yabancısıyım, konuşulanları ise zaten anlamıyorum.
Menfaat operasyonların ardı arkası kesilmez ki bu şehirde…
Ele geçirilecek ve bir numara olunacak, ön planda görünüp- söz sahibi olunacak daha çok dernek var.
Vakıf var.
Üzerine, sözde ortak olunacak daha çok tesis var. Hayatı kaleme alınacak başka birisini bulmak çok kolay, yeter ki paradan haber verin siz.
Perde ardından bir bakıyorsun ipler el değiştirilmiş.
Komutlar hep aynı yerden.
Off offf;
Hazır birileri paylaşma derdinde iken, birileri de onların savunuculuğunu yapar iken yıkanacak daha çok beyin var.
Görmüyorsunuz değil mi?
Bugün başta olan, yarın başka bir köşede başka bir şarkının notalarına çığırtkanlık yapıyor.
Sorsan hepsi vatansever, hepsi namuslu ve haklı!
Bizden olmayan hep karşımızdandı ya!!!
Haksız olan bir biz kalmışız boynu bükük ve çaresiz.
Ensemde soğuk bir ürperme var, korku değil bu; endişe tarzında bir garip sıkıntı.
Sanki her an bir şeyler olacakmış gibi.
Aramızda dolaşanların büyük bir çoğunluğu dost değil, farkındayım. Hani rahmetli Âkif’in dizelendirdiği “kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela” gibi; şimdilerde kadim toprağımın bağrında değişen hiçbir şey ama hiçbir şey yok. Dün gibi bugün de yanı başımdan geçenlerin kimi Afgan, kimi suri, kimi bilmem ne yara…
Asırlardır,
Bir türlü iyileşmeyen!
Sağ-sol gibi,
Alevi-sünni gibi,
Türk-Kürt gibi
İyileştirilmeyen…