Yaşlılık, yalnızca biyolojik bir evre değil; aynı zamanda bireyin toplum içindeki rolünün ve konumunun yeniden şekillendiği bir dönemdir. Bu dönemde birey, aktif çalışma hayatından, çocuk yetiştirme sorumluluğundan ve toplumsal rollerden kademeli olarak uzaklaşabilir. Ancak bu, yaşlının artık topluma katkı sunamayacağı anlamına gelmez. Aksine, bu dönemde tecrübe ve bilgelik en güçlü kaynak haline gelir.
Toplumlar, yaşlı bireyleri yalnızca bakım ve korunması gereken kişiler olarak görmeye başladığında, yaşlılıkla birlikte bireyin “değerli olma hissi” zayıflar. Bu da yaşlılarda yalnızlık, depresyon ve hayattan kopma duygularını beraberinde getirir. Oysa yaşlı bireyler, geçmişten taşıdıkları deneyimleriyle yeni nesillere rehberlik etme, kültürel aktarım sağlama ve aile bağlarını güçlendirme konusunda eşsiz bir role sahiptir.
Bu süreçte en önemli ihtiyaçlardan biri, “faydalı olma” duygusunun devam ettirilmesidir. Yaşlı bireyler, gönüllülük çalışmaları, danışmanlık rolleri, aile içinde destekleyici pozisyonlar gibi yollarla hem aktif kalabilir hem de topluma aidiyetlerini sürdürebilirler.
Sonsöz olarak, yaşlılık dönemi, pasif bir bekleyiş değil; bilgeliğin, rehberliğin ve toplumsal katkının yeni biçimlerde yaşandığı bir dönem olarak görülmelidir. Toplum, yaşlı bireylere değer verdikçe, yaşlı bireyler de kendilerini değerli hissettikçe daha sağlıklı bir bütünlük sağlanır.
Necat KACAN
Eğitimci Araştırmacı Yazar