Tülay Dikmen ile Cuma Köşesi

Tarih: 28.06.2024 16:07

YENİ CAN GİBİ YEŞERMEK Mİ?

Facebook Twitter Linked-in

 

Geçen hafta hem salı hem cuma yazı paylaşamadım..
Sebebi artık ek bir sıfat almış olmamdı. 

Anneanneliğe terfî ettim:) 

Evet; Rabbime sonsuz şükürler olsun, bizlere bu günü de yaşattı.
Dileyen, bekleyen her kula da hayırlı şekilde nasip olsun inşallah... 

Evet geçen 1 haftada çok farklı duygu geçişleri yaşadık. 

İnsanın; "Nasıl yani, bu zaten benim bebeğim di ne ara anne oldu?"
"Ömür çok hızlı geçiyor!" sorgulamalarını yaptığı veya bebeği izlerken insanın kendini istemsiz tefekkürde bulduğu bir süreçmiş bu...


Gelin bugün bu açıdan birazda birlikte tefekkür edelim. 

Tefekkür: Kişinin kendisini; yaptıklarını, yaratılışını veya yaratılmış diğer varlıkları derin mânada düşünmek ve kainat düzenini anlamaya çalışarak her bir zerreden ders çıkarmak, kısacası Rabbimizin sonsuz kudretini en ince ayrıntısı ile düşünmektir. 

Tefekkür edilecek konular sınırsızdır... 

Biz bugün bebeğimiz üzerinden;  kendimize dair, kulluğumuza dair, dünya hayatımıza dair tefekkür edelim. 

Kur'an-ı Kerim'in ilk inen ayet neydi? 

"OKU!" 

Efendimiz (SAV) ümmî idi.
Yani okuma yazma bilmeyen bir insandı. 

Cebrâil'in (AS) bu sözüne karşılık Efendimiz (SAV):
"Ben okuma bilmem ki!" diye karşılık verince, emir tekrarlanmıştı. 

"OKU!"
3 kez tekrarın sonunda, ayetlerin devamı vahyedilmişti Rabbimiz tarafından! 

"Yaratan Rabbinin adıyla oku!"(1) 

"O, insanı "alak"dan (pıhtıdan) yarattı."(2) 

"Oku! Senin Rabbin en cömert olandır."(3) 

"O, kalemle yazmayı öğretendir!"(4) 

"İnsana bilmediğini öğretendir."(5) 

"Hayır, insan kendini yeterli görür!"(6) 

"Bunun için mutlaka azgınlık eder!"(7) 

"Ancak, şüphesiz dönüş Rabbinedir."(8)
(Alak Sûresi 96/1-8)


Ayetlerin devamında Efendimiz'in (SAV) "Ben okuma bilmem ki!" ifadesi de karşılık bulmuştu.
Zîra 4 ve 5'inci ayette, okuma bilmesede Rabbinin insana her şeyi öğreteceği bildirilmiş! 

Peki "Oku" emri ardından özellikle neyi bildirmiş Rabbimiz? 

2'inci ayette "bir alaktan, bir pıhtıdan" yaratılmış varlıklar olduğumuzu, bunu derin mânada okumamızı, anlamamızı, acziyetimizi farketmemizi istemiş.. 

Açalım... 

Bir bebeğin oluşum ve doğum sürecini 7'den 70'e herkes bir "mucize" olarak görür değil mi? 

Allah(CC) sonsuz kudreti ve rahmeti ile insanı yaratırken; bir pıhıtdan zigota, zigottan embriyoya, emriyodan fetusa, fetusta bebeğe dönüştürüyor..
Hepsi bir nizam ve sırayla! 

Anne karnında fetus aşamasında iken göbek kordonu oluşuyor.
Beslenmesini oradan sağlıyor.
Akciğerleri oluşuyor ama, amniyon sıvısı (içinde bulunduğu kesedeki sıvı) içinde nefes almıyor!
Kulaklarına su bile kaçmıyor! 

Ama doğar doğmaz nefes alması gerekiyor.
Bunların tefekkürü gerekmez mi? 

Bebeği daha detay tefekkür edelim ve kendi hayatımıza bağlayalım isterseniz. 

Bebek dünyaya gelmeden bize seslense meselâ..
Dese ki: "Ben göbek  kordonuyla besleniyorum zaten, 12. Haftamda ağız, mide bağırsak, böbrek niye oluştu? Bana lazım değil!"
Ya da;
"Nefes almıyorum ki, neden akciğerim var?" 

Böyle sorular duyabilsek bebeğe ne deriz biz? 

"Sabret 28 hafta sonra bunlar, dünyaya gelince sana lazım olacak!"
"O seni besleyen kordonu doktor kesip çöpe atacak!"
"O içinde güvende olduğun, seni soğuktan sıcaktan koruyan, geliştiren amniyo sıvısı da atık olacak!" 

Ne der bebek bize?
İnanamaz belki, çünkü o hortum ve o sıvı onun en değerlisi, varlığını sürdürebilmesinin gereklilikleri!


O bilmiyor olduğundan korkar hattâ..

Ama biz biliyoruz ki;  kordon bu dünyada işe yaramayacak, o ağzı dünyaya gelir gelmez emne refleksi ile doğacak, ağzı sayesinde karnını doyuracak.
Sıvıya ihtiyacı kalmayacak, oksijene ihtiyaç duyacak ve yine gerekliliğini sorguladığı akciğeri ile nefes alacak! 

Evet şimdi bize bağlayalım konuyu.. 

İşte o bebeğin verdiğimiz misalde; anne karnındaki hayatını bitmeyecek sanarak gereksiz gördüğü uzuvlarının gerekli olduğunu doğunca anlayacağı gibi, bizlerde bazı şeyleri ölünce anlayacağız galiba! 

Şimdi gereksiz yada az gerekli gördüğümüz ve ahirette bize akciğer ile aldığımız ilk nefes gibi, karnımızı doyurmaya yarayan ağzımız gibi gerekli olan; iman, ibadetler, namaz, oruç, zekat, hac, ahlak edep, hayâ, doğruluk, dürüstlük, sadakalar vs.... 

Şu an için gerekli mi bize?
Hemen işimize yarıyor mu?
Hayır!
Nerede gerekli?
Ahirette!
Ebedî hayatta! 

Şu an hayattayız!
Ve kordon bağımız kuvvetli!
Bizim hortumumuz ise;
DÜNYA!
MAL, MÜLK!
ÇOLUK, ÇOCUK!
MAKAM, MEVKİ!
ŞAN, ŞÖHRET! 

Besleniyoruz!
Ağıza ihtiyaç yok!
Amniyo sıvısında nefes alacak akciğere ihtiyaç yok!
Hattâ mideye, bağırsağa, böbreğe, karaciğere, ele, kola, ayağa hiçbir şeye ihtiyacımız yok misâli, bizde bazen kulluk vazîfelerimizi gereksiz görmüyor muyuz? 

Ya da gerekliliğini bilsekte ertelemiyor muyuz? 

Ama.... 

Rabbimiz Nebe Sûresinde buyuruyor! 

"İşte bu (kıyamet), hak (doğru) olan gündür!
Artık dileyen, Rabbine varacak bir yol edinsin! (iman edip itaatten ayrılmasın)" [39]
"Çünkü biz, size, (ahirette olacak) yakın bir azabı haber verdik. 
O gün kişi, ellerinin kazanıp öne (ahirete) gönderdiği amellere bakacak ve kâfir şöyle diyecektir: “- Ah ne olurdu, ben bir toprak olaydım!..." [40] 

Yani; doğumun bir zamânı olduğu gibi, ölümünde bir zamânı var! 

Doğumun zamânı ortalama belli ama..
Ölüm zamânımız belli değil! 

Doğma, büyüme evresini geçip, ölümü bekleyen insanlar isek; doğum sonrası hayatta "ne gerek var", "şu an lazım değil" diyerek sorguladığımız akciğerler gibi, kulluk vazifelerimiz olmadan ebedî hayatta akciğersiz doğmuş gibi nefes almamız mümkün olmayacak! 

Tek farkla!
Bunun karşılığı bu dünyada ölüm iken, ahirette ise ebedî ve bitmeyecek azap olacak!
Ayetlerle sabit!

O zaman düşünelim..
Biz o anne karnındaki bebek misâli; çok güvendiğimiz ve bitmeyecek sandığımız hortumlar, içinde yüzdüğümüz sıvılar çöp olunca ne yapacağız?

Bütün uzuvların gerekliliği gibi; bütün ibadetlerin, güzel ahlâkın, kulluğun da bizim için olmazsa olmaz olduğunu kabul edelim.. 

Ertelemeyelim!
"Bugün işim çoktu, namazımı kılamadım" demeyelim!
"Yaşım daha genç,  biraz hayatın tadını alayım, yaşlanınca yaparım" demeyelim! 

Ya geç kalırsak?
Ya planlanladığımız gibi olmazsa?

Efendimiz (SAV); 
"KÜLLÜ ÂTİN GARÎB!"
(HER GELECEK YAKINDIR!) buyuruyor. 

Ez cümleyi de Necip Fazılın sözleri ile bitirelim... 

Dün geçti, 
Yarın var mı? 
Gençliğine güvenme! 
Ölen hep ihtiyar mı? 

Neler kaybetti insan?
Kula kulluk uğruna! 
Ah bir erebilseydik , 
”KUL” olmanın şuuruna… 

Ömrün ağaç dalında savrulan bir yapraktır.. 
Ne kadar genç olursan ol.
Sonun kara topraktır! 

Ya İslam'la yükselir, 
Ya inkarla çürürsün!
Bu yol mezarda bitmiyor, 
Gittiğinde görürsün!..

Bu dizeleri yazı başıyla birleştirip diyelim ki; 
Rabbimizin ilk emri "OKU!" 
İlk okumamız gereken şey kendi yaratılışımız!
Daha nutfe halinde yaratıldığımız andan îtibaren, her türlü ihtiyacımızın karşılandığı!

Hepsini biliyorken ölümü bizden çok uzakmış gibi düşünürüz.. 

Ama nedense hayattan bahsederken hep "ÖLÜMLÜ DÜNYA" ifadesini de kullanırız. 

İşte kulluk tam da bu!
Acziyet!
Acziyet ile unutkanlık.. 

O zaman gelin bu hafta bana "torun" adı ile nasip edilen, Rabbimin yeni yarattığı bir kula dair yaptığım ve sizlerle paylaştığım bu tefekkürle dua edelim.. 

EY HERŞEYE GÜCÜ YETEN, BİZLERİ VE BİZLERE NÎMET OLARAK SUNDUĞU KÂİNATI YARATAN RABBİMİZ...
BİZLERİ; EMİRLERİNİ UYGULAYAN, YASAKLARINDAN KAÇINAN, BU GEÇİCİ DÜNYAYI EBEDÎ HAYÂTIMIZI KAZANACAK ŞEKİLDE YAŞAYAN, HER DAİM HAMD VE ŞÜKÜRLE HUZURUNA GELEN, GÖRDÜĞÜ HER BİR ZERREYİ TEFEKKÜR EDEREK ÎMANINI TAZELEMEYE VESÎLE EDEN KUL OLABİLMEYİ NASİP EYLE... 

Necip Fazıl ne demişti  şiirinin sonunda?
"BU YOL MEZARDA BİTMİYOR!
"GİTTİĞİNDE GÖRÜRSÜN!"


Biz gitmeden gören olalım inşallah..

Unutmayalım ki; "Tomurcuk vermeyen ağaç, sadece odun hükmündedir!" 

Kesilmeye, biçilmeye veya en sonunda yakılmaya mahkumdur! 

Son nefesimize kadar tomurcuklu kalmaya, bu dünyada büyüttüğümüz yemyeşil ağaç dalları ile ötelerde salınmaya, gölgelenmeye, gölgelendirmeye  niyet ve duasıyla... 

VESSELÂM...


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —