11 Eylül 2001'de arkasında hala ABD derin devletinin olduğu konusunda ciddi iddia ve delillerin olduğu, ikiz kulelere yönelik terör saldırılarının ardından NATO ve Batı dünyası, kendisine yeni bir tehdit olarak "aşırı( Radikal) İslamcı terörizm" kavramını tanımladı. Bu tanımın ardından, bu tanım gerekçe gösterilerek, terörle mücadele adı altında Ortadoğu'ya yönelik geniş çaplı operasyonlar yapıldı. Bu süreçte Afganistan ve Irak işgal edildi, bu ülkelerin siyasi ve toplumsal yapıları yeniden şekillendirilmeye çalışıldı. Ancak yıllar geçtikçe, Batı’nın bu askeri ve siyasi hamlelerinin bölgede arzuladığı istikrarı sağlayamadığı, hatta pek çok yeni sorun doğurduğu görüldü. Bugün, bu müdahalelerden 20 yılı aşkın bir süre sonra, küresel güç dengeleri yeniden değişirken, dünya artık yine iki kutuplu bir düzene doğru evrilmekte, ancak bu defa farklı bir kutuplaşma ekseni ortaya çıkmaktadır: "ABD ve diğerleri."
1. 11 Eylül’ün Ardından Tanımlanan Düşman: Aşırı İslamcı Terörizm
11 Eylül saldırıları, ABD'nin güvenlik stratejilerinde köklü bir değişim yarattı. Artık varlığı ve amacı sorgulanmaya başlayan NATO için bir çıkış, bir amaç kazanmış oldu. O dönemde ABD, dünya sahnesinde tek süper güç olarak, Soğuk Savaş sonrası dönemin "tek kutuplu" düzeninin hakimi olarak hareket etmekteydi. Ancak bu saldırılar, planlandığı gibi özellikle Amerikan halkı nezdinde büyük bir travma yarattı ve küresel güvenlik politikasında yeni bir tehdit tanımı doğurdu: aşırı İslamcı terörizm. Bu tehdide karşılık NATO'nun 5. maddesi ilk defa işletildi, ve küresel terörizmle savaş adı altında askeri müdahaleler başlatıldı. Afganistan ve Irak işgalleri, bu stratejinin en somut adımları olarak tarihe geçti.
Ancak, "aşırı İslamcı terörizmle" mücadele gerekçesiyle başlatılan bu müdahaleler, Ortadoğu'yu istikrara kavuşturmak bir yana, bölgede daha karmaşık güç dengelerinin ortaya çıkmasına neden oldu. ABD'nin bu süreçteki politikaları, Irak’ta mezhepsel ayrışmaları derinleştirerek bölgedeki güç boşluklarını artırdı. Ortaya çıkan bu boşluklar, sadece terör örgütlerinin değil, bölgesel güçlerin de kendine alan bulduğu bir zemin oluşturdu. İngiltere başta olmak üzere diğer batılı devletlerin Ortadoğu'da yaptığı çalışmalar, Rusya'nın Suriye politikaları ABD nin hesaplarını bozdu.
2. Değişen Küresel Güç Dengesi ve ABD'nin Yalnızlaşması
Gelinen noktada, dünya politikasında yeniden bir kutuplaşma ortaya çıkmaya başladı. Ancak bu sefer, klasik anlamda ideolojik bir bölünmeden ziyade, ABD'nin dünya üzerind
Afganistan ve Irak İşgalleri ve Ortadoğu'daki Jeopolitik Yeniden Yapılanma
ABD'nin liderliğinde başlayan bu müdahaleler ilk olarak Afganistan’da El Kaide’ye ve ardından Irak’ta Saddam Hüseyin rejimine karşı yürütüldü. Resmi gerekçe, terörizmle mücadele ve kitle imha silahlarının varlığıydı. Fakat Irak’ta bu silahların olmadığı anlaşıldığında bile operasyonlar devam etti. Sonraki yıllarda bu müdahalelerin asıl amacının, Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını güvence altına almak, İran gibi ABD karşıtı unsurları çevrelemek ve bölgeye Batı’ya daha yakın bir siyasi düzen getirmek olduğu anlaşıldı. Ancak planlanan bu “yeniden yapılanma” beklenenden farklı bir sonuç verdi. ABD müdahalesiyle güç boşlukları oluştu, mezhep çatışmaları derinleşti, DAEŞ gibi radikal gruplar doğdu ve bölgedeki istikrarsızlık daha da arttı. Ortadoğu’nun birçok bölgesi Batı’nın beklentisinin aksine, güvenlikten yoksun ve istikrarsız hale geldi.
Yeni Küresel Düzen: ABD ve “Diğerleri”
Soğuk Savaş’ın ardından ABD’nin tek başına şekillendirdiği dünya düzeni, Ortadoğu müdahalelerinin başarısızlığı ve ekonomik dengelerin değişmesiyle zayıflamaya başladı. ABD’nin uluslararası sahnedeki gücünün sorgulanmaya başlaması, Çin ve Rusya gibi ülkelerin öne çıkmasıyla hızlandı. Çin, ekonomik olarak büyüyerek ve özellikle Kuşak ve Yol Projesi ile Asya, Afrika ve Avrupa arasında güçlü bir bağlantı kurarak ABD’nin küresel üstünlüğüne meydan okudu. Diğer yandan Rusya, Suriye ve Ukrayna gibi stratejik bölgelerde Batı’yla karşı karşıya gelerek yeni bir jeopolitik denge oluşturma yoluna gitti. Bu gelişmeler, yeni bir kutuplaşma ekseni yarattı: bir yanda ABD ve NATO müttefikleri, diğer yanda Çin, Rusya ve ABD hegemonyasına karşı durmayı amaçlayan ülkelerden oluşan bir blok.
ABD’nin Yalnızlaşma Süreci ve Yeniden Kutuplaşan Dünya
Bu yeni kutuplaşmada ABD, Soğuk Savaş’taki Sovyetler Birliği’nin aksine, giderek yalnızlaşan bir güç konumuna geldi. Özellikle Çin’in ekonomik gücü ve Rusya’nın askeri etkinliği, ABD’nin geleneksel müttefiklerini ve ortaklarını alternatif güçlere yönelmeye teşvik etti. NATO ve Batı ittifakı içinde bile ABD’nin gücü sorgulanırken, Avrupa ülkeleri kendi güvenlik ve ekonomi stratejilerini oluşturma çabasına girdi. Bu süreç, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin ABD’ye bağımlı olmadan hareket etmeye çalıştığı, bağımsız savunma ve dış politika arayışlarının güçlendiği bir dönemi beraberinde getirdi. Ayrıca, Ortadoğu’daki ABD müdahaleleri sonucu ortaya çıkan istikrarsızlık ve Batı’nın çifte standartları, gelişmekte olan ülkeler nezdinde ABD’nin güvenilirliğini ciddi şekilde sarstı.
Günümüz: "ABD ve Diğerleri" Düzeninin Doğurduğu Sonuçlar
Yeni küresel düzen, Soğuk Savaş döneminden farklı bir yapıya sahip olsa da, "ABD ve diğerleri" şeklinde iki kutuplu bir dengeye evriliyor. Ancak bu sefer, ideolojik değil, daha çok ekonomik ve stratejik çıkarların belirleyici olduğu bir denge söz konusu. Örneğin, Çin ve Rusya'nın önderlik ettiği Şanghay İşbirliği Örgütü, Batı’ya alternatif bir güç olarak öne çıkıyor. Afrika, Latin Amerika ve Asya'daki birçok ülke ABD veya Batı’ya bağımlı olmadan bağımsız bir politika izleme arayışında. ABD ve NATO’nun Orta Asya, Pasifik ve Doğu Avrupa’daki hamleleri ise bu yeni düzeni stabilize etmekte zorlanıyor. Çin’in ekonomik yükselişi ve Rusya’nın stratejik etkisi, yeni bir “çok kutuplu” dünya düzenine işaret ederken, bu bloklaşmalar ABD’nin hegemonya iddiasını zayıflatıyor.
Sonuç Olarak: Dünya Yeni Bir Denge Arayışında
Ortadoğu’daki müdahalelerle şekillenen ABD’nin tek kutuplu dünya düzeni, artık yeni güç odaklarının ortaya çıkmasıyla sarsılmış durumda. Dünya, iki ana kutup ekseninde (ABD ve diğerleri) yeniden şekillenirken, bu yeni denge arayışı, ülkeler arasında esneklik ve pragmatizm gerektiren bir politikayı öne çıkarıyor. Her ne kadar ABD halen önemli bir güç olsa da, bu yeni küresel denge ABD’nin mutlak hakimiyetini sınırlandırıyor ve dünya artık “tek kutuplu” değil, çeşitli bölgesel güçlerin etkin olduğu daha karmaşık bir yapıya doğru ilerliyor. Bu bağlamda, ABD’nin güvenlik ve dış politika stratejilerini yeniden gözden geçirmesi, yeni dengelere uyum sağlaması gerekebilir.
Kadir Uğur Yılmaz
Stratejik araştırmacı