Cumhuriyet...
Bu toprakların en büyük devrimiydi.
Bir çobanın da, bir marabanın da, bir yetimin de hayal kurabilmesi içindi.
Birilerinin babadan oğula devrettiği tahtları yıkıp, yerine halkın iradesini koymaktı amaç.
Ve başardı…
Çoban Süleyman da cumhurbaşkanı oldu, rehber Turgut da…
Okumak isteyenin önündeki duvarlar kaldırıldı, yoksulun çocuğu da üniversiteye girdi, mühendis oldu, doktor oldu.
Ama sonra birileri çıktı…
Dediler ki sistem yanlış, şu sistemi kuralım, bu sistemi bozalım.
Milletin elinden hayal kurma hakkını aldılar, çaktırmadan.
“Ver yetkiyi, gör etkiyi” dediler, millet elindeki son söz hakkını da teslim etti.
O günden beri, etkisini herkes görüyor ama yetkiyi bir daha gören olmadı.
Bugün yoksulun çocuğu, yüksek puan alıp atanamayan öğretmen…
İlk yardım bilen ama iş bulamayan hemşire…
Bir sanayi devrimi hayaliyle okumuş ama işsiz mühendis…
Bir umudun peşinden sürüklenen gençlik, artık sadece yurtdışına kaçmayı hayal ediyor.
Çünkü bu topraklarda hayal kurmak, zengine ayrıcalık; yoksula lüks oldu.
Ve bu gençliğin içinde öyleleri var ki, “illegal” yollarla kolay para kazanmanın cazibesine kapılıyor.
İtin kopuğun hayatı, televizyonlarda örnek gösteriliyor; dürüst olan ise açlığa mahkûm.
İşte Türkiye, tam da böyle bir yerde bugün.
Ama böyle gitmez! Gitmeyecek!
Cumhuriyet bir saray rejimi kurmak için değil, milletin kaderini milletin yazması için kuruldu.
Tek adam gölgesinde değil, hür ve eşit yurttaşlar aydınlığında yeşermeliydi.
Yeniden, o yoksul çocukların hayal kurabildiği bir ülke olacağız.
Çünkü biz bu ülkenin gerçek sahipleriyiz…
Çünkü biz, çocuklarımıza yoksulluk değil, umut miras bırakmak istiyoruz.
Bu düzen değişecek.
Bir oyla değişecek.
Bir kararla yeniden başlayacak her şey.
Ve bir gün, yoksulun çocuğu hayal kurduğunda, birileri çıkıp da “haddini bil” diyemeyecek.